Barış Süreçlerinde aşılması gereken iki büyük engel: güvensizlik ve dil sorunudur. Bu iki unsur, sürecin her aşamasında dahi olayı baltalama potansiyeli taşır.
Savaşın ya da çatışmanın yarattığı yıkım, yalnızca fiziki hasarla sınırlı kalmaz; aynı zamanda taraflar arasında yıllar süren bir düşmanlık ve şüphe kültürü yaratır. Barış sürecine girildiğinde, geçmişin travmaları ve acıları hızla unutulmaz. İşte bu noktada güvensizlik, sürecin en kritik engeli olarak karşımıza çıkar:
Bu tarihsel bir yüktür. Çatışmanın tarafları, yıllarca birbirini düşman olarak görmüş, eylemlerini bu temel üzerine kurmuşlardır. Barış vaadi gelse bile, karşı tarafın samimiyetine ve verdiği sözleri tutacağına dair inanç hemen oluşmaz. Güvenin yeniden inşası, zamana, somut adımlara ve karşılıklı tavizlere bağlıdır.
Bu aşamada çözüme dair girişimlerin yumuşama, sıcak beklentiler yaratma eğilimine rağmen toplum nezdinde güvene dair kimi sorunlar, kuşkular giderilmiş değil.
Özellikle kimi siyasilerin ve medyanın kullandığı ve ötekileştirici dili doğal olarak kaygı uyandırmakta, güvensizlik oluşturmakta ve bu da temkinli davranmayı beraberinde getirmektedir. Toplumun bir kesimi hükümetin pratik adımlar atarak süreci sürdürmesi konusunda bir beklenti içindedir.
Sorunun kalıcı çözümü için, bu sürecin güven artırıcı adımlara ihtiyacı var. Yeni bir sayfa açılacaksa bu taraflar arasında karşılıklı güven inşasıyla gerçekleşecektir. Yoksa oyalama, kandırılma ve hayal kırıklığına uğratılma endişesi sürekli kendini duyumsatacaktır.
Taraflar, attıkları her adımda karşı tarafın “gizli bir gündemi” olabileceği, verilen sözlerin bir taktik olabileceği endişesini taşır. Bu korku, açık ve şeffaf iletişimi engeller, müzakereleri yavaşlatır.
Karşılıklı güveni oluşturacak adımlar, genel olarak şeffaflık, tutarlılık ve ortak çıkarlara odaklanma prensiplerine dayanır. Sürekli ve kesintisiz iletişimi sağlayacak resmi ve gayri resmi kanallar oluşturulmalıdır. Bu, yanlış anlaşılmaları en aza indirir.
Atılacak adımlar ve hedefler konusunda karşı tarafa açık ve net bilgi verilmelidir. Ani ve tek taraflı kararlardan kaçınılmalıdır.
Verilen sözlerin tutulması en önemli güven faktörüdür. Küçük konularda dahi verilen sözlerin zamanında ve eksiksiz yerine getirilmesi, büyük konularda güvenin teminatı olur.
Güveni inşa etmek için öncelikle sembolik ve nispeten kolay, ancak halk tarafından görülebilir ve hissedilebilir olumlu adımlar atılmalıdır. Bu, süreç için olumlu bir gidişat alanı yaratır.
Çatışma ve ayrılık noktaları yerine, ortak çıkarlara odaklanmak herkesin fayda sağlayacağı alanlarını ön plana çıkarmak ve bu konularda somut işbirlikleri başlatmak sürece katkı sağlar.
Şairin dediği gibi: “Güven çok ince bir çizgidir. Onun kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey iki taraflı yani karşılıklı olmasıdır.”
***
Aynı şekilde kullanılan dil de bir o kadar önemlidir. Sürecin dili, barışın dili ve toplumsal dil arasındaki uyumsuzluk, sürecin her düzeyinde tabanda karşılık bulmasını zorlaştırır.
Bir tarafın “güvenlik” olarak tanımladığı şey, diğer taraf için “baskı” veya “tehdit” anlamına gelebilir. Konuşmalarda ve metinlerde kullanılan her kelime, tarafların kimlikleri ve tarihsel deneyimleri nedeniyle farklı algılanabilir. Ortak bir barış dili oluşturmak, anlaşmazlıkları en aza indirmek için son derece değerlidir.
Çatışmadan etkilenen yerel aktörlerin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı önemlidir. Ancak müzakerelerde kullanılan karmaşık, hukuki veya diplomatik dil, bu kesimlerin sürece etkin katılımını engelleyebilir, onları “dışarıda” bırakabilir. Bu da barışın sürdürülebilirliğini tehdit eder.
Yetkililerin ve özellikle liderlerin sadece kendi tabanlarına değil, karşı tarafa da hitap eden bir dil kullanması ve kararlılıklarını göstermesi gerekir.
Sonuç olarak, günümüz barış süreçleri, sadece politik kararların değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik engellerin de aşıldığı uzun ve zorlu yolculuklardır. Güveni tesis etmek ve dili birleştirici bir köprü olarak kullanmak, kalıcı barışın ve toplumsal uzlaşmanın temelini atacaktır.
Walton’un deyişiyle, Güzel sözler güzel yankılar meydana getirir. Soruna yaklaşım tarzımız ve onu çözümlemek için kullandığımız dil de sorunun önemli bir parçası. O yüzden bu alana da dikkat etmek gerekir. Yoksa çözümün değil, sorunun bir parçası haline geliriz.