Barış süreçleri, uzun süreli ve derin çatışmalardan sonra toplumlar için hem büyük bir umut hem de ciddi bir zihinsel gerilim kaynağıdır. Özellikle çatışmanın tarafı olmuş veya bu durumdan derinlemesine etkilenmiş kişiler ve gruplar için, barışa doğru atılan adımlar, inanç sistemlerinde “Bilişsel Çelişki” adı verilen psikolojik bir rahatsızlığa yol açabilir.
Sosyal Psikolog Leon Festinger tarafından ortaya atılan Bilişsel Çelişki kuramına göre, birey, birbiriyle tutarsız (çelişen) iki veya daha fazla düşünce, inanç, değer veya davranışa sahip olduğunda, psikolojik olarak rahatsız edici bir gerilim yaşar. Bu rahatsızlık, bireyi çelişkiyi azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik motive eder.
***
Konunun uzmanlarına göre; çatışma ortamından beslenen, düşmanlık üzerine kurulu inanç sistemine sahip bireylerde, barış süreci farklı bilişlerin çatışmasına neden olur:
Kişi ya ‘’karşı taraf düşmandır, onlara güvenilmez. Verilen tavizler zayıflıktır ve onlar sadece zorla durdurulabilir’’ fikrindedir ya da ‘’barış daha iyi bir hayat sunabilir bize’’ düşünce sarmalında gelgitler yaşar.
Farklı bilişler birbiriyle çarpıştığında, oluşan psikolojik gerilim (bilişsel çelişki), bireyi rahatsız eder ve bu durumu çözme ihtiyacı doğurur. Bilişsel çelişki yaşayan bir birey, bu rahatsızlıktan kurtulmak için bir yol seçmek durumundadır.
Kişi, inançlardan birini değiştirmek yolunu seçebilir. Bu, teorik olarak en zor yoldur. Bireyin, ‘’karşı taraf düşmandır’’ şeklindeki yerleşik ve kimliğinin bir parçası haline gelmiş inancını değiştirmesi, yani barış fikrini kabul etmesi gerekir. Ancak çatışma süreçlerinde bu inançlar derinlemesine kök saldığı için, bireyler çoğunlukla tam tersi yönde hareket ederler. Barış sürecine karşı çıkanlar, kararlarını haklı çıkarmak için mevcut inançlarını destekleyen yeni düşünceler eklerler.
Bu ek bilişler, aslında karşı çıkılan barış sürecini önemsizleştirerek veya tehlikeli göstererek, kişinin eski “düşmanlık” bilişini korumasına yardımcı olur.
Bazen de bireyler, bilişsel çelişkiyi arttıracak her türlü bilgiden kaçınma eğilimindedir. Barış sürecine karşı çıkanlar için bu, seçici algı ve medya tüketimi anlamına gelir. Bunlar barışın faydalarını gösteren haberleri ve verileri reddederler. Yalnızca karşı tarafın kötü niyetini kanıtladığını düşündükleri bilgileri ararlar ve onaylarlar.
Bu mekanizmalar, bireyin zihinsel dünyasını korunaklı bir hale getirir ve “Barış süreci başarısız olmalıdır, çünkü ben haklıyım” döngüsünü pekiştirir.
***
Barış süreçlerinin başarısı için, yalnızca siyasi müzakereler yeterli değildir; aynı zamanda toplumun derinliklerinde yatan bilişsel çelişki duvarlarının da aşılması gerekir. Barış karşıtlığının ardındaki bilişsel çelişki, yalnızca ideolojik bir duruş değil, aynı zamanda kök salmış inançların tehdit altında olmasından kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır.
Bu çelişkiyi çözmenin yolu, karşıtları susturmak yerine, onların bilişsel dünyalarına hitap eden stratejiler geliştirmektir:
Sürecin şeffaf olmayışı yani belirsizlik ortamı yeni bilişleri reddetmeyi kolaylaştırır. Sürecin net ve şeffaf olması, tuzak senaryolar alanını daraltır. Barışın, ulusal kimlik ve değerlerle çelişmediğini, aksine güçlendirdiğini gösteren bir dil kullanmak önem taşır.
Bilişsel çelişki, bireyin zihnini koruma mekanizmasıdır bir bakıma, barış inşası ise bu koruma mekanizmasını, gerçeğe ve yeni olana uyum sağlamaya teşvik etmeyi gerektirir.









