Bütün önemine ve değerli olmasına rağmen barış ve demokratik toplum süreci yavaş ilerliyor. Başlarken çok hızlı hareket edilmesi gerektiği ısrarla vurgulanmış, bir anlamda telaşlı, kaygılı bir acelecilikle hareket edilmiştir. Ancak özellikle PKK’nin 12. Kongresi’nden sonra süreç, belirgin bir yavaşlıkla yürütülmektedir.
Barış isteyen herkesin ilerlemesini istediği süreç neden yavaşladı? Barışa giden yol neden çetrefilleşiyor, bu yolda barış menziline varmak neden zorlaştırılıyor? Bu durumun nedenini anlamak için ilgili tarafların tutumuna bakmak gerekiyor.
Kürt tarafının tutumu hem su gibi berrak olmuş hem de nereye gideceğini bilmenin güveni içinde olmuştur. Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın mektubuyla PKK kısa süre içinde kongresini toplayarak beklenen kararları almıştır. Ayrıca Sayın Öcalan, “barış ve demokratik toplum çağrısı” ve PKK’nin 12. Kongresi’ne sunduğu “Perspektif” yazılarıyla barışın yolunu ve demokrasinin programını ortaya koymuştur.
Sürecin başlamasıyla birlikte ilgili her çevre, kurum ve demokratik kamuoyu, belki beklenen kadar değil ama olabildiğince etkili bir şekilde süreçle ilişki kurmuş, tutumunu belirlemiştir.
Sürecin en belirleyici tarafı olan ve hızlandırması gereken devlet ise gelişmeleri yavaşlatan taraf olmuştur.
Peki devlet neden sürecin ilerlemesini istemiyor? Çünkü devlet bir yanda barış diyor ama bir yandan da bu savaşa yol açan red, inkâr ve imha politikalarını ısrarla sürdürüyor. Kürtlerin eşit anayasal haklara sahip bir ulusal toplum olduğunu, devletin resmî belgelerine kayıt edilecek şekilde kabul etmiyor.
Yani devlet, 100 yıllık temel stratejik politikalarında köklü bir değişiklik yapmadan “Tek millet, tek devlet, Terörsüz Türkiye” retoriklerine bağlı kalarak barış yapmak istiyor. Aynı devlet, “Barışın yolu Diyarbakır’dan geçer,” “Kürt kardeşlerimiz vs.” söylemlerini sürdürmeye de devam ediyor. Türk devletini yönetenlerin bu çelişkili tutumu basit bir hata değildir. Devleti yönetenler bu söylemle sözde barış isteğini gerekçelendirmiş ve maskelemiş olmaktadırlar. Ayrıca bu politikayla Türk devleti, Kürtlerin, Alevilerin ve farklı toplumsal kesimlerin varlığını kabul etmemenin ve bu toplumlara yapılan katliamlarla yüzleşmemenin, yani demokratikleşmemenin, klasik gerici, ırkçı politikaları sürdürmek istediğini de ortaya koymuş olmaktadır.
Böylece Türk devleti bir yanda “Kürtlerin varlığını biz meşru ve resmî hâle getirdik” diyerek Kürtlere hoş görünmeye çalışmış, bir yandan da klasik soykırımcı, tekçi, ırkçı politikaları sürdürmektedir. Bu nedenle barış ve demokratikleşme konusunda ikircikli ve tutarsız bir tavır izlemiştir. Bunun üzerine halklar, devletin bu tutarsız politikalarına ve barış söylemlerine kuşku ile yaklaşmış ve güvenmemiştir. Devletin barış sürecine yaklaşımındaki bu sorunlu yaklaşım, sürecin yavaşlamasının ve uzamasının nedenlerinden biri olmuştur.
Halbuki barış yapmak isteyenler, güvenilir ve inandırıcı olmak zorundadırlar. Bunun için de yanlışlığı çok net açığa çıkmış olan ırkçı, gerici politikalardan vazgeçmek ve gerçekten barışa götürecek olan politikalara yönelmek durumundadırlar.
Sürecin yavaşlamasına yol açan bu politik eksikliğin yanında, bununla bağlantılı olarak ortaya konulan tutumun bir başka zayıflığına da dikkat çekmek gerekiyor. Barış cesaret ister. Kürt halk önderliği bu cesareti göstermiş ve partisi PKK’nin kongresini toplayarak bu süreçte gerekli olan tarihî adımı atmıştır. Devam eden süreçte de barış için devlet bir adım attığında Kürt tarafı bütün bileşenleriyle birlikte beş adım atmıştır.
Türk devletini yönetenler de muhalefeti de Sayın Öcalan’ın ve PKK’nin yaptığı gibi cesaretli olmak zorundadırlar. TBMM’de böylesine tarihî bir sorunu çözmek için cesur bir adım atarak bugüne kadar sürdürülen soykırımcı politikalarla yüzleşmeli ve bu politikaları mahkûm etmelidir. Yaşanan tıkanmaların aşılması, yeni tıkanmaların olmaması için buna ihtiyaç vardır.
Çünkü araç ile amaç arasında bir ilişki vardır. Uzaya taksi ile gidemezsiniz. Ona uygun bir araca ihtiyacınız vardır. Gerçek anlamda barış için Türk devletinin ikircikli ve tutarsız politikalardan vazgeçmesi ve doğru politikalara yönelerek Kürtlerin, Alevilerin ve diğer toplumsal kesimlerin varlığını ve haklarını kabul etmesi gerekiyor.
Türk devleti demokrasi düşmanı politikalardan vazgeçmezse ne olacak?
Öncelikle böyle bir durumu umutsuzluğa ve karamsarlığa gerekçe yapmamak gerekiyor. Kürt halkı, Kürt halk önderliği ve Kürt özgürlük hareketi ne haklarından ne demokrasi talebinden ne de hakları uğruna mücadele etmekten vazgeçmişlerdir. Ayrıca Kürt özgürlük güçleri barışın devlet dahil kimse tarafından lütfedilemeyeceğini biliyorlar. Kürt halkı, barışın toplumsal bir talebe dönüştürülerek ve toplumun tüm kesimleri sürece dahil edilerek mücadeleyle kazanılacak bir hak olduğunun bilincindedir.
Bu nedenle Kürt halkı ve sosyo-politik Kürt birikimi sürecin yavaşlamasını da aşacak, barışa ve demokratik topluma ulaşacaktır.