Serêkaniyê’de 2015’te yaşamını yitiren YPG’li Serhat Koyuncu’nun annesi Nazlı Atan, ‘Süreç varsa ilk önce Önderliğimizi ve tutsaklarımızı bıraksınlar’ dedi
Serêkaniyê’nin Menacir köyünde 2015’te DAİŞ’e karşı verilen mücadelede yaşamını yitiren YPG’li Serhat Koyuncu’nun (Rojhat Agit) annesi Nazlı Atan, barışı en çok da yaşamını yitirenlerin emekleri için istediğini söyledi.
1990 yılında Riha’da (Urfa) doğan Serhat Koyuncu, üç yaşındayken ailesiyle Manisa’ya göç etti. Henüz Riha’da iken babasının cezaevinde olması ve devlet baskısı nedeniyle Manisa’ya giden Serhat Koyuncu ve ailesi, yedi yıl boyunca Manisa’nın bir köyünde yaşdı. Babasının cezaevinden çıkmasının ardından aile çocuklarının okuması için İzmir’e geçti. Serhat Koyuncu ilkokul, ortaokul ve liseyi İzmir’de bitirdi. Üniversite için Aydın’a geçen Serhat Koyuncu, daha sonra Kürdistan’da bir üniversitede okumak istediği için tekrar sınava girdi ve Erzirom’a (Erzurum) gitti. Bu süreçte özelde Kürt öğrencilerin yaşadığı sorunlara karşı öğrenci örgütlenmesinde yer alan Serhat Koyuncu, diğer yandan da Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) çalışmalarında yer aldı. Kürt gençlerin hem üniversitelerde hem de yaşam içerisinde yaşadığı zorluklara karşı mücadelesini büyütme kararı alan Serhat Koyuncu, 2014 yılında PKK saflarına katıldı. 2015’te DAİŞ’in Rojava’ya yönelik saldırıları nedeniyle Rojava’ya geçen Serhat Koyuncu, Serêkaniyê’nin Menacir köyünde DAİŞ ile çıkan bir çatışmada yaralandı. Tedavi için Türkiye’ye getirilen Serhat Koyuncu, tedavi görürken yaşamını yitirdi.
Erzirom’a gidişi
Serhat Koyuncu’nun hem yaşamı için mücadele ettiğini hem de halkı için mücadele ettiğini söyleyen Nazlı Atan, oğlunun üniversiteyi Erzirom’da okumak istemesinin nedenini şu sözlerle anlattı:
“Aydın’da Tarım Mühendisliği okuyordu, henüz okulu bitmeden Erzurum’a gitmek istediğini söyledi. ‘Burası bana yetmiyor, oraya gitmek istiyorum’ dedi bize. Biz de ona ‘orada ne yapacaksın, kışı soğuk, bize uzak bir yer, gitme’ dedik. O da ‘Orada Kürt öğrenciler baskı ve zulüm altında. Ülkücüler orada okuyan Kürt gençlerine zulmediyor, ben oraya gideceğim’ dedi. Biz ona ‘Tek başına orada ne yapacaksın?’ dedik ama o ‘Bir kişi de yeter’ dedi ve gitti. Gittiği anda öğrenci örgütlenmesine katıldı. Bir yandan da parti çalışmalarını sürdürüyordu. Hem mücadele ediyordu hem çalışıyordu hem de okulunu okuyordu. Bir gün bir arkadaşı bana okulda yaşadıkları bir anlarını anlattı. Sınavları varmış ama ülkücüler sınava girmelerini engellemiş. Ülkücüler arkalarına polisi de alarak Kürt öğrencilerin okula girmesini engellemiş. Serhat gelmiş ve ülkücülerle kavga etmiş, sonunda sınava girebilmişler. Arkadaşı bana ‘Ülkücüler ondan çekiniyordu’ dedi. Serhat çok mücadele ediyordu, oradaki bir seçimde üç tane ilçe kazanmıştı, Serhat’ın emeği çoktu bu seçimin kazanılmasında. 22 Mart 2014’te de gitti.”
‘Dil dixwaze here cengê dayê, keleşa min bîne’
Oğlunun PKK’ye katılmasının ardından, oğlunu son kez görme umuduyla Erzirom’a gittiğini söyleyen Nazlı Atan, Serhat Koyuncu’nun arkadaşlarının ona ‘Serhat burada çok çalıştı, emek verdi, mücadele etti ve sonunda kendi kararıyla gitti’ dediklerini paylaştı.
Nazlı Atan, Serhat Koyuncu’nun PKK’ye katılmadan önce ailesine bir karar verdiğini söylediğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Ben bu kararı anlamış ve karşısında çok ağlamıştım ve ona ‘Seninle bu kadar konuştuk, ne düşünüyorsun’ dedim. O da bana ‘Verilen söz, geri alınmaz’ dedi. Aramız çok iyiydi, eve geldiği zamanlarda da gelip yanağımı sıkardı ve ‘Dil dixwaze here cengê dayê, keleşa min bîne’ derdi. Her zaman bu şarkıyı söylerdi. Ev içerisinde de çok saygılı bir insandı. Biz ne kadar gerginlik yaşasak da o eve geldiğinde, gerginliğimizi unutuyorduk. Gülüşüyle, sohbetiyle, bilinciyle, fikirleriyle çok güzeldi. Ev içerisinde bana bir kez bile sesini yükselttiğini hatırlamıyorum. Diğer çocuklarım bana seslerini yükselttiğinde onlara çok kızardı, onları uyarırdı. Arkadaşları da onu çok severdi.”
‘Önce yaralı arkadaşlarının iyileşmesini istiyordu’
Serhat Koyuncu’nun Rojava’da DAİŞ’e karşı savaşmaya gittiğini öğrenmelerinin ardından Rojava’ya gittiklerini belirten Nazlı Atan, bu süreçte yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“Serêkaniyê’de yaralanmış, çok kan kaybettiği için Qamişlo’ya sevk etmişler. Benim amcamın evi de oradaydı. Amcamın oğlu da Qamişlo’da yaralananların tedavisinin yapıldığı yerdeydi. Onu orada görmüş ve bizim de onu görmeye geldiğimizi söylemiş. O da bize söylenmesini istememiş. ‘Kendimi toparladıktan sonra beni görsünler, yaralı halimi görmesinler’ demiş. Diğer gün biz şehit düşen bir arkadaşın cenazesine katıldık. Amcamın oğlu, bana Serhat’ın yaralı olduğunu söyledi. O an dünyam başıma yıkıldı, alt üst oldum. Sabahında tedavi olduğu yere gittik. Onu ilk gördüğümde hemen gidip öptüm. Bana ‘Sana ne olmuş, zayıflamışsın’ dedi. Ben de ona iyi olduğumu söyledim. Sohbet ettik, bana sohbet esnasında ‘Anne, ben buradan çıktığımda diğer iki kardeşimi de yanıma alacağım, altı çocuk çoktur. Üç kişi bizde olsun, üç kişi de yanında kalsın’ dedi. Ben de ona ‘Sen iyi ol, ne istersen öyle yapalım’ dedim. Bana ‘İlk önce arkadaşlarıma bakın, sonra bana bakın. Su verecekseniz, ilk önce onlara verin, sonra bana verin’ diyordu. Yaralı olan arkadaşları vardı, ilk önce onların iyileşmesini istiyordu.”
Nazlı Atan, Serhat Koyuncu’nun bacağından yaralandığını ve hareket ettiremediğini ifade etti. Oğlunun durumu iyi olmadığı için önce Hewlêr’e ardından da Türkiye’ye getirildiğini dile getiren anne Nazlı Atan, burada ameliyat olduktan bir süre sonra yaşamını yitirdiğini belirtti.
‘Barış istiyoruz’
Bu sürecin, mücadele ederek yaşamlarını yitirenlerin hatırına başladığını dile getiren Nazlı Atan, barışı en çok da bu nedenle barış istediklerini söyledi.
Nazlı Atan, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Barışı istiyoruz, barış gelsin ki yaşamını yitirenlerin, kanı yere dökülenlerin emekleri anlamını yitirmesin. Bu topraklara dökülen kanların, anlamını yitirmesini istemiyoruz. Bizim çocuklarımız gitti, ciğerimiz yandı ama başka annelerin canı yansın istemiyoruz. Kürt çocukların ölmesini istemiyoruz. Bu süreç varsa ve bizi kandırmıyorlarsa ilk önce Önderliğimizi serbest bıraksınlar. Tutsaklarımızı bıraksınlar. Zindanların kapılarını açsınlar. Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü sağlasınlar. Önderliğimiz zaten zihinsel anlamda özgürdür, biz onun özgürlüğünü fiziki olarak istiyoruz. Ne zaman Önderliğimiz özgür olursa, tutsaklarımız serbest bırakılırsa biz de o zaman onlara inanırız. Şimdiye kadar pek devlete inanmadım, çünkü hala bize hakaret ediyorlar, çocuklarımıza hakaret ediyorlar. Önderliğimiz hakkında konuşuyorlar. Nasıl inanalım onlara? Onlara inanmamız için adım atmaları gerekiyor. Biz yine de barışın tarafındayız. Barış ve özgürlük istiyoruz. Kürt çocuklarının hepsi bizim çocuklarımızdır, gerilla da şehit düşenler de hepsi bizim çocuklarımızdır. Biz bir kişi bile kaybetmek istemiyoruz artık.”
Kaynak: Nazlıcan Nujin Yıldız / JINNEWS