Böylesi bir yöneliş her ne kadar Kürt Hareketi’ne darbe vursa da, günümüz koşullarında daha fazlasıyla devleti de sıkıştırıp meşruiyet kaybına uğratacak, devletin mevcut krizini derinleştirecek, ülkedeki kaotik ortamı kaosa doğru zorlayacak, dış müdahalelerin önü açılacaktı.
Sürecin Kürt halkı açısından en olumlu haliyle nasıl bir sonuç yaratabileceği konusunda oldukça iyimser eğilimler olduğu görülüyor. Farklı nüanslara dağılan bu eğilimin özü, devletin Kürt sorununu çözebilmek için demokratik bir dönüşüm yaşayabileceği ve böylece Cumhuriyet’in kuruluşunda “eksik kalan demokrasi” ögesinin mevcut sürecin bir ürünü olarak devletin yapı taşlarından birisi olabileceği yönündedir.
Görüşümü hemen belirtmeliyim: Böyle bir dönüşüm bu aşamada gerçekleşmeyecektir.
TC devleti tarihsel derinliği olan eğilimler tarafından her tarafından sarılıp sarmalanmıştır, öyle günün birinde herhangi bir iktidar gücünün iradesiyle, sözgelimi bahsettiğim iyimser görüşlerin dayandığı çok haklı ve “rasyonel” bir tutum doğrultusunda kendisini inkar edeceği “demokratik” bir yapıya dönüşmez, dönüşemez.
Yine de, süreç Kürt halkı açısından tarihsel öneme sahiptir.
Peki, nasıl?
Olağanüstü zorluklarla yüzleşip muazzam fedakarlıklarla sürdürülerek günümüze gelen halk isyanı, mevcut sürecin kendisine sağladığı imkanı doğru kullanarak kendisini silahlı mücadelenin esas olduğu konumlanmadan meşru bir siyasal harekete dönüştürülebilir.
Evet, şimdiki sürecin Kürt halkı açısından temel kazanımı, mücadelenin Türkiye’de meşru bir siyasal harekete dönüşmesi olacaktır.
Üç uzlaşma birbirini tamamlayarak sonuç üretecektir.
Uzlaşmalar
İlk uzlaşma, Türkiye’de silah bırakılması, ama bu kritik olayın başka biçimde değil, şimdiye dek savaşılan devletle karşılıklı anlaşma içinde yapılmasıdır. Ek olarak, sözlü yapıldığını tahmin edebileceğimiz anlaşma hukuki bir statü kazanırsa çok sayıda gerillanın meşru yollardan Türkiye’ye girmesi de sağlanacaktır. Demokrasi mücadelesinin her alanında, silah bırakan gerillaların da katılımıyla, meşru siyasal mücadele yapılacaktır.
Bağlı olarak, sürecin yaratacağı ortam sayesinde Kürt halkının meşru ve yasal yapılarının üzerindeki devlet baskısının aynen devam edebilmesi zorlanacaktır. Devletle silahlı çatışma halinde olan PKK ile aynı alanda politika yapması dolayısıyla kendine meşruluk üreten meşru ve yasal alana yönelik devlet baskısı meşruluk kaybedecek, hem yasal ve meşru çalışmanın kendisi hem de demokrasi mücadelesi zemininde daha geniş ittifaklar kurabilmenin imkanı oluşacaktır.
Uzun on yıllar devletle silahlı çatışma yaptıktan sonra, herhangi bir teslimiyet yaşamadan ve üstelik mücadele perspektifini koruyarak merkezinde devletin olduğu siyasal alanda politika yapma imkanı edinmek, devletin despotik yapısında açılan önemli bir gediktir. Devlet yerleşik geleneğinde esas olan isyan eden halkın ezilmesi, önderlerin idam edilmesi ve en öndekilerin kesilen başlarının içi bal dolu kapların içinde padişaha sunulmasıdır. Kürtler ise ne yenildi ne de bir halk olarak özgürleşme iradelerinden vazgeçtiler, ama gene de devletle görüşüp meşru siyasal ve toplumsal alan çalışması yapma imkanı kazanacaklar.
Hemen vurgulayalım, denildiği gibi “Osmanlı’da oyun çoktur”, Erdoğan ve başka bazı devlet fraksiyonları masayı bu aşamada devirip, silah bırakarak gelen eski gerillaları “silahlı isyana katılmak” suçuyla tutuklayarak söz konusu devlet geleneğini devreye sokabilirler. Ancak, böylesi bir yöneliş her ne kadar Kürt Hareketi’ne darbe vursa da, günümüz koşullarında daha fazlasıyla devleti de sıkıştırıp meşruiyet kaybına uğratacak, devletin mevcut krizini derinleştirecek, ülkedeki kaotik ortamı kaosa doğru zorlayacak, dış müdahalelerin önü açılacaktır.
Sürecin ilk zorlu kritik aşaması bu noktada yaşanacak ve ya devletin geleneğinde bir “kırılma” ve isyan eden halka yasal ve meşru siyaset yapma hakkı zemininde uzlaşma olacak ya da isyan eden halk öncekilerde olduğu gibi ezilmeye çalışılacaktır.
İkinci uzlaşma
İkinci uzlaşma ise, Suriye’de yaşanan uzlaşmazlığın herhangi bir silahlı çatışmaya sıçramadan siyasal alandaki mücadele üzerinden yürütülmesinin karşılıklı kabulüdür.
Bu durumda, daha önce birçok yazımda vurguladığım gerçeklik hükmünü yürütecek, hem siyasal ve askeri açıdan tartışılmaz üstünlüğüyle hem de Suriye’deki diğer halklar ve inançlarla kalıcı ittifaklar kurma kapasitesiyle SDG’nin bütün Suriye’de güçlü bir iktidar ortağı olmasının önü açılacaktır. Böylesi bir durumun gerçekleşmesi aynı zamanda Suriye’nin demokratik bir cumhuriyet olarak yeniden inşasının önünü açacak, ülkedeki bütün halklar ve inançlar ortaklaşarak kendilerini özgürleştirebilecekleri bir siyasal ve toplumsal gerçeklik yaratabileceklerdir.
Bu aşamada da öncekine benzer bir kriz çıkabilir: Türkiye devleti “HTŞ’nin devletleşip SDG dahil diğer bütün güçleri silahlı şiddetle tasfiye etmesi ve HTŞ merkezli mezhepçi-tekfirci Arap cumhuriyeti kurulması” doğrultusundaki mevcut irrasyonel hedefine ulaşamadığı için Suriye’ye müdahale edebilir, bütün tekfirci-mezhepçi güçleri de etrafında toplayarak mevcut fiili işgal alanını genişletme yoluna gidebilir.
O zaman da İsrail’in müdahalesi yaşanabilir ve Türkiye ve İsrail’in karşılıklı müdahalesiyle Suriye yeniden kaos içine düşebilir. Zaten benzeri bir kaos ortamında örgütlenen SDG’nin yeniden oluşacak kaosta ayakta kalıp, ülkedeki farklı güçlerle ittifaklar kurmayı becererek savaş koşullarında kendisini ortama dayatan fiili bir iktidar odağı olacağını tahmin edebiliriz.
Üçüncü uzlaşma…
Üçüncü uzlaşma, aslında Irak ve İran’da da yaşanan ama günümüzde Türkiye ve Suriye’de yoğunlaşan Türkiye devletiyle Apocu Kürt Hareketi arasındaki bahsettiğimiz zıt çıkarların yarattığı sert gerilimlerin bir silahlı çatışmaya sıçramadan sürüp gitmesidir.
Bu durum sürecin Suriye’de herhangi bir dış müdahalede olmadan akması olasılığının gerçekleşmesidir ki, Türkiye’ye şayet uygun hamleler yapabilirse Bölge’de ciddi insiyatif alabilme imkanını sağlarken, Apocu Kürt Hareketi’ne de bölgede farklı tespitlere göre 40 ya da 50 milyonu bulan bir nüfusa ulaşan Kürt halkının bölge devletleri ve küresel güçler nezdinde meşru temsilcisi olabilme imkanını verecektir. Aynı zamanda Kürt hareketi bölge devletlerinde yaşayan bütün halkların yaşadıkları sorunların çözüm mercii olabilme imkanını kazanacak, Bölge’nin yeryüzündeki ağırlığı hatırlanırsa, dünya demokrasi güçleri arasındaki itibarını arttıracaktır.
Sonuç olarak
Özetleyecek olursam, mevcut süreç demokratik bir dönüşüm yaratmayacak ama o hedefe ulaşmak için yasal ve meşru biçimlerin kullanılacağı çok yönlü toplumsal ve siyasal mücadelelerin önünü açacak, zeminini oluşturacaktır. Bu durum, asla küçümsenmemesi gereken bir kazanımdır.
Yazımda belirttiğim olasılıklar olumlu ve olumsuz olasılıkların uç noktalardaki halleridir. Gerçek yaşam genel olarak ancak istisnai durumlarda uç noktalarda yaşanır, melezlik esastır. İradeler karşılıklı hamleler yaparak birbirini dengeleyecektir.
Sürecin ilerlemesiyle ortaya çıkan özgün gelişmeler sadece Türkiye ile sınırlı olmayacak, bölgeye ve dünyaya yayılan etkiler yaratacaktır.
Sürecin harekete geçirici dinamosu 4 devlete bölünmüş Kürt halkıdır.
Kürt halkı şimdiye dek yürüttüğü özgürleşme hamlesini aynen sürdürerek değil sıçratıp bir üst zemine yerleştirerek sürecin gereksindiği enerjiyi üretebilir. Eskisinden çok daha karmaşık ve yoğun sürecin içinde hareket edecek olan Kürt halkı, özgürleşme hamlesini yeni koşullarda da sürdürebildiği oranda rafineleşecek, güç kazanacaktır.
Kürt halkı Apocu Kürt siyasal hareketinin öncülüğünde sadece kendisini değil, kendisini özgürleştirebilmek için yapmak zorunda kaldığı hamlelerle bölgeyi de demokratik bir dönüşüme uğratabilir.
Süreç her aşamasında ip üstünde yürüyerek akacaktır, ipin üstünde kalabilmek akrobot hüneri talep ediyor.
Süreç karşılıklı yürütülemez de ipten “düşülürse” düşülen yer mevcut kaotik ortamın daha da yoğunlaşmasının içinde belirlenerek oluşan kaos olacaktır.