Süreci hızlandıracak ve doğru temelde sonuca ulaştıracak olan basit gerçeklik sürecin başından konulan parametreleri hatırlamak ve bunun gerekliliklerini yerine getirmektir. Bu da Öcalan ve Hareketi’nin yerine getirdiği sözlerine karşı bir an önce umut hakkı ilkesinin işletilmesidir
Abdülmelik Ş. Bekir
Barış ve Demokratik Toplum Süreci, başladığı günden itibaren Türkiye’nin temel gündemi olarak tartışılmaktadır. Son dönemlerde giderek artan düzeyde sürecin ivme kaybettiğine ve duraksadığına ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Her kesim kendi politik beklentilerine göre yorumlar yapmakta ve sonuçlar çıkarmaya çalışmaktadır. Bazı aktörler ve medya organları süreci samimi bir çabayla anlamaya çalışırken, çoğunluğu ise danışıklı bir tartışma zemini üzerinden yeni siyasi gerçeklikler üretme gayreti içerisindedir. Türkiye’de medyayı siyasetten bağımsız düşünmek naiflik olur. Gerek iktidar gerekse muhalefet medyasının işleyiş biçimi ve hangi siyasi eksenlerle ilişkili oldukları artık toplumun genelinde bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla “bağımsız ve tarafsız yayıncılık” meselesine takılmadan yapılan yayıncılığı siyasetin icrası olarak değerlendirmekte fayda var.
İktidarın tekelinde bulunan medya dili, sürecin başlangıcından bu yana barışa hizmet etmek yerine, iktidarın politik ajandasına göre algı yaratma çabasında olmuştur. Muhalefet ve medyasının yaklaşımı da danışıklı dövüş misali aynı şeyi tersinden icra etmektir. Ancak konumuz muhalefet ve medyasının tutumu değildir. Bu yazıda iktidarın siyasi stratejisinin nasıl medyasının yayın politikasına dönüştüğüne dikkat çekmeye çalışılacaktır. Sürecin başından beri iktidar medyasının dilinin nasıl zehirli olduğu eleştirileri yapılmakta ancak yoğun eleştirilere rağmen değişiminin ancak iktidar dilinin değişimi nispetinde olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle aslında iktidarın stratejisi medyasının dili; medyasının yayıncılığı iktidarın siyaseti olarak somutlaşıyor.
İktidar ve yakın medya organlarının temel amacı, manipülasyon yoluyla sürecin üzerine kurulduğu başlangıç parametrelerini unutturmak ve yerine yeni gerçeklikler inşa etmektir. Bunun bir strateji olduğu her geçen gün giderek daha fazla somutluk kazanıyor. Strateji de sürecin başlamasına vesilen olan parametreleri görmezden gelmek, unutturmak ve bunları daha geriye çeken öneri ve tartışmalarla karşı tarafın yeni adımlar atması için tazyik uygulamak. Bunun için yoğun bir dezenformasyon kampanyası yürütülmektedir. Bu yaklaşım sürecin tarihsel, toplumsal ve siyasal arka planı olan Kürt meselesinin çözümünü sağlamayı amaçlayan bir süreçten ziyade giderek iktidarın konjonktürel ihtiyaçlarına cevap veren bir süreç haline getirilmek istendiği intibaını güçlendirmektedir. Amiyane tabirle bir tür “şark kurnazlığı” stratejisine dönüşmektedir. Kürt sorununu dezenformasyon, manipülasyon ve algı operasyonlarıyla ilk günkü parametrelerden uzaklaştırma en fazla da Türkiye’nin demokratikleşme şansına zarar vermektedir. Böylesi girişimlerin bu coğrafyada yaşayan herkesin kaybedeceği bir döngüye yol açacağı unutulmamalıdır.
Zaman zaman tartışma konusu olan sürecin ivme kaybı Sayın Öcalan’ın iyi niyetli inisiyatifleriyle aşılsa dahi kısa süre sonra aynı tartışmaların başlaması sürecin hala tek taraflı adımlarla ilerlemesidir. Sürecin sağlıklı gelişimi için siyasal iradenin iki taraflı işlemesine bağlıdır. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Barış kuşu tek kanatla uçmaz” söylemi durumu halk diliyle özetleyen önemli ve doğru bir metafordur. Soru şu ki barış kuşunun diğer kanadı kim olacaktır. TBMM bünyesinde kurulan Komisyonun bu misyonu üstlenme şansı vardı ancak maalesef hala üstlenmiş değil. Sürecin bugüne gelmesinin birinci derecedeki tarafı olan Sayın Öcalan’la “görüşme yapılsın mı yapılmasın mı” tartışmalarına sıkışması da bu rol ve misyonu üstlenmekte uzak olduğu kanaati hakim hale getirmektedir. İktidar medyasının bir kısmı “Komisyon İmralı’ya gitmesin manşetleri” atmaktadır. Bunların iktidarın sürece yönelik yaklaşımının yansıması olarak değerlendirmemek imkansız hale gelmektedir.
İktidar tarafından ve iktidar adına sürece ilişkin en fazla kalem oynatan ve söz söyleyen aktörlerden biri de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum beydir. Sürecin mahiyetine ilişin “Pazar Yazıları” adıyla makaleler kaleme almakta, medyaya sıkça beyanat vermektedir. Geçiş yasaları gibi kimi zaman farklı ve sürece olumlu katkı yapacak önermeler geliştirmektedir. Son olarak Anadolu Ajansı’na verdiği mülakatta yine geçiş yasasına dikkat çekmekte ve Şeyh Sait İsyanına 1939 yılında çıkarılan bir yasayı örnek vermektedir. Ancak yasının dilinden tutalım, örnek verdiği 1939 Sayılı Kanuna kadar en hafif tabirle Kürdün tarihsel hafızasını görmezden gelen ve hiçbir hassasiyetini gözetmeyen bir mahiyeteyken önümüzdeki dönem atılması gereken başlıklara ve başlıkların sıralamasıyla da süreci ilk başlangıç parametreleri gerisine çeken bir mahiyette. Tüm bunları iktidarın süreç stratejisi olarak değerlendirmek eşyanın tabiatı gereğidir. Yine Sayın Mehmet Uçum’un yazı ve beyanatlarında defaten ifade ettiği “Geçiş yasaları” ve “Demokratikleşme yasaları” ayrımı da bazı açmazları aşmaya dönük iyi niyetli öneriler olsa dahi ciddi riskler barındırmaktadır. Benzer sorunları yaşayan hiçbir ülkede çatışma çözümünde demokrasi ertelenerek kalıcı barış sağlanmamıştır. Demokratik adımlar ve silahsızlanma eşzamanlı yürütülmelidir. Aksi, “arabayı atın önüne koşmak” anlamına gelir.
Bu temelde hem Komisyonun, hem iktidar adına konuşan aktörlerin hem de medyasının diline bakılınca hala barış kuşunun ikinci kanadının kim olacağı meçhul olmakla birlikte yürütülen tartışmalar da ilk başlangıç parametrelerinin çok gerisine çekilmiş durumda. Bu nedenle herkese sürecin ilk parametrelerini hatırlatmak ve bundan sonra nelerin yapılması gerektiğini ortaya koymak gerekir. Buna göre sürecin dayandığı temel parametreleri basitçe ifade etmek gerekirse;
Birincisi, süreç MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Öcalan gelsin DEM grubunda örgütü feshettiğini ilan etsin. Umut hakkı sonuna kadar uygulansın, TBMM’de siyaset yapsın” açıklama ve çağrısıyla başlamıştır. İkincisi, Sayın Abdullah Öcalan bu daveti kabul etmiş ve 27 Şubat tarihinde yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile PKK’yi feshedeceğini ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi stratejik olarak sonlandıracağını açıklamıştır. Öcalan, bu sürecin bir pazarlık süreci olmadığını belirtmekle birlikte karşılıklı inisiyatif alınarak yürütüleceğini; ayrıca fesih kararının hukuki ve siyasi bir zemine dayanması gerektiğini vurgulamıştır. Üçüncüsü, PKK, Öcalan’ın çağrısına olumlu yanıt vermiş, 12. Kongresinde fesihle birlikte Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı almıştır. 11 Temmuz’da aralarında KCK Eşbaşkanı Besê Hozat’ın da bulunduğu 30 örgüt yöneticisi ve gerillası törenle silah bırakmıştır. Dördüncüsü, sürecin ivme kaybetmesi üzerine yine Sayın Öcalan’ın inisiyatifiyle PKK Türkiye sınırları içinde yer alan silahlı güçlerini geri çektiğini ilan etmiştir. Beşincisi, TBMM bünyesinde “Milli Birlik, Barış ve Demokrasi Komisyonu” kurulmuştur.
Bir yılı geçen sürecin hakikati, dezenformasyon kampanyalarına rağmen kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bu gerçekliklerdir. Aynı anlama gelmek üzere Sayın Öcalan ve hareketinin tarihi adımlarına karşı iktidarın ve TBMM’deki komisyonun üzerine düşenleri yerine getirmemesi ve süreci başlangıç noktasının gerisine çekmesidir. Yukarıda ifade edilen bir yıllık özetin basit gerçekliğine karşı iktidar ve medyasının zaman zaman “Öcalan umut hakkından yararlanmak istemiyor”, “İmralı’dan çıkma talebi yok” şeklinde yaratılmak istenen algı sürecin ruhuna zarar veren, süreci geriye çeken bir manipülasyon olduğu gibi bazı niyetleri de dışa vurmaktadır. Aynı zamanda Kürt halkı tarafından iktidarın Sayın Öcalan’a yönelik nihai yaklaşımı olarak değerlendirilmektedir.
Geçmiş açılım ve barış süreçlerinde olduğu gibi son süreçte de Öcalan, kendi özgürlüğünü değil, barışın sağlanmasını ve Türkiye’nin demokratikleşmesini öncelemiştir. Ancak bu durum, koşullarının değişmeyeceği anlamına gelmemektedir. Barış ve çözümü öncelemesi gayri ahlaki bir şekilde istismar edilmemelidir. Öcalan Kürt halkı ve hareketi tarafından “Baş Müzakereci” olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle özgürlüğü, sürecin ilerleyebilmesi açısından temel gerekliliktir. Öcalan’ın mevcut koşullarının sürdürülmesi, Komisyonun İmralı’ya gidişinin sürekli ertelenmesi sürece zarar veren bir yaklaşımdır.
Sürecin başlamasına vesile olan açıklamayı yapan Sayın Bahçeli’nin, “Gelsin Meclis’te konuşsun” şeklindeki açıklaması ve sonrasında söylediği, “Öcalan’ın 27 Şubat açıklaması doğrudur ve buna göre davranmak akıllılıktır” ifadesine binaen biz de Bahçeli’nin “Öcalan gelsin Meclis’te siyaset yapsın çağrısı doğrudur, buna göre hareket etmek akıllılıktır” diyoruz. Dolayısıyla bugün sürecin sürdürülebilirliği açısından en fazla tarihsel sorumluluk, bu çağrının sahibi olan Bahçeli’ye düşmektedir. Öcalan, süreç boyunca ifade ettiği ilkelerin gereklerini yerine getirmiştir. İlk gün dile getirilenlerin gereğini yapmak ve süreci ilerletmek, Bahçeli ve tüm siyasal aktörler için tarihsel bir yükümlülüktür.
Süreci hızlandıracak ve doğru temelde sonuca ulaştıracak olan basit gerçeklik sürecin başından konulan parametreleri hatırlamak ve bunun gerekliliklerini yerine getirmektir. Bu da Öcalan ve Hareketi’nin yerine getirdiği sözlerine karşı bir an önce umut hakkı ilkesinin işletilmesidir. Diğer bir olmazsa olmaz olan hukuki ve siyasi zeminin yaratılmasına yönelik yasal çerçevenin oluşturulmasıdır. Öcalan’a buna entegrasyon ve özgürlük yasaları dedi. Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşme temelinde demokratikleşmesini ifade etmektedir.
Komisyonun adaya gidişini umut ilkesinin yerine koymak, Sayın Öcalan’ın “yüzde doksan beş hal olmuştur” dediği silahsızlanma meselesini hala yeni algılarla piyasaya sürmek ve demokratikleşmeyi ucu açık bir geleceğe ertelemek sürece fayda sağlamaz, aksine var olan güveni de zedeler. Komisyonunun İmralı’ya gidişini sürekli erteleyerek, tartışarak ziyareti sürecin temel parametresi haline getirme ve pazarlık konusu yapmadaki niyet anlaşılıyor. Komisyonun Öcalan’ı ziyareti bir adım değil sürecin doğru temelde toplumsallaşması ve gelişmesi için bir ihtiyaçtır. Adım ise umut ilkesinin işletilmesi, sürecin yasal ve hukuki zeminine ilişkin entegrasyon ve özgürlük yasalarının çıkarılmadır.
Öcalan’ın sunduğu tarihsel fırsatın değerlendirilebilmesi, siyasal aktörlerin sorumluluk bilinciyle hareket etmesine ve toplumun demokratik duyarlılığının güçlenmesine bağlıdır. Bu konuda da sorumluluk öncelikle siyasi iktidarda ardından da demokrasi ve özgürlüklerden yana olan herkestedir.









