Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yer alan partiler raporlarını Meclis başkanlığına sundular. Bu raporlar çok tartışıldı. Kürt sorununu doğrudan ele alan bir yaklaşımın ortaya konulmaması özellikle demokrasi güçleri tarafından eleştirildi. Şimdi herkes ortak raporu bekliyor. İlk raporlar dikkate alındığında ortak rapor demokrasi ve Kürt sorununda gerekli adımların atılması konusunda bir tutum ortaya koyar mı, bilinmez. Yine de iyimser beklenti içinde olmak konunun önemi nedeniyle doğru yaklaşım olur.
Kuşkusuz yazılı ve görsel medyada dillendirilen yasa taslakları süreci ilerletme değil de tıkama özelliği taşıyor. İmralı’da 27 Şubat’ta yapılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konusunda net bir yol haritası ortaya koyuyordu. Zaten Sırrı Süreyya Önder 27 Şubat çağrısının pratikleşmesinin hukuki ve siyasi gerekliliklerinin yerine getirilmesiyle sağlanacağını vurgulamıştı. Hem Sırrı Süreyya’ya değer verilecek hem de yaptığı bu vurgular görmezlikten gelinecek! Bu olmaz.
Devlet Bahçeli de örgüt feshedilirse ve silahlar bırakılırsa demokratik siyaset yapılmasından söz etti. Demokratik siyaset de her türlü örgütlenme ve düşünceyi yayma özgürlüğü ile mümkün olur. Bunun da bir demokratikleşmeye tekabül edeceği açıktır.
Şimdi dillendirilen yasa silah bıraksınlar, eve dönsünler biçimindedir. Bu, başlı başına söz konusu sorunu anlamamaktır. 50 yıldır süren çatışma ortamını basit olarak ele almaktır. Bunun bırakalım siyasi bir yaklaşım olmasını, kahve köşelerinde bile bu kadar yüzeysel yaklaşım gösterilmez. AKP-MHP iktidarının bu sürecin karakterine ve ağırlığına göre hukuki ve siyasi adımlar atma iradesi ortaya koymadığını görüyoruz. Kürt sorununun varlığına vurgu yapan CHP’nin de çözüm konusunda çok genel söylemler dışında bir önerisi ve iradesi görünmüyor.
Bu kadar ciddi bir sorun, 100 yıllık bir sorun dar siyasi çıkarlar ve oy hesapları nedeniyle ciddiyetle ele alınmıyor. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün siyaseti esir aldığı bir daha gözler önüne serildi. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe ne demokrasi ne de diğer temel sorunlarda bir gelişme sağlanamayacağı bir daha görüldü. Kuşkusuz demokratikleşme ve Kürt sorunu iç içe bir konudur. Bu açıdan her iki konunun birlikte ifade edilmesi önemlidir. CHP, demokrasiyi önceleyelim yaklaşımı içindeymiş. Sadece demokratikleşme söylemi de demagojik olur. Türkiye gerçeğinde demokratikleşme ancak Kürt sorunuyla birlikte ele alınırsa doğru ele alınmış olur.
İlk önce Kürt sorununda adım atılabilir, sonra demokratikleşme olabilirmiş demek de Kürt sorununu Türkiye gerçekliğinde anlamamaktır. Kürt sorununun çözümünde bir irade sahibi olmamaktır.
Basında dillendirilen yasa gerçekten böyle bir hazırlığı ifade ediyorsa; bunun açık ifadesi süreci sabote etme olur. Süreç karşıtları böyle bir yasayı duyunca memnun olmuşlardır. Zaten Kürt sorunundan söz etmeyen her söylem süreç karşıtı Kürt düşmanları tarafından olumlu görülüyor. Bu zaten sabotajın ifadesi oluyor.
Eğer belirtildiği gibi bir yasa hazırlığı, şunlar gelip normal yaşama karışabilir, diğerleri gelemez, bazıları ise sürgün yaşar biçimindeyse bu yasaya kimse uymaz. Eğer böyle bir yasa çıkarıp bu yasaya uyulmadığında, gelmiyorlar ve eskiden vazgeçmiyorlar, diyerek savaşı yeniden başlatma niyeti varsa; Türkiye bundan fayda görmez. Ortaya çıkan olumlu ortam kaçırılmış olur. Devletle Kürtler arasında 100 yılda oluşan kopukluğun giderileceği, demokratik entegrasyonunun imkan dahiline girdiği tarihi fırsat kaçırılmış olur. Bu durumu yaratanlar da tarihte Türkiye Cumhuriyeti’ni felakete sürükleyenler olarak anılır.
Kürtlerin baş müzakerecisi Abdullah Öcalan, bu tür kurnazlıklara ve yaklaşımlara ‘Muaviye oyunları’ demiştir. Muaviye oyunları, basit siyaset oyunları böyle tarihi bir sorunda oyun oynayanları yakar. Dünya genelinde Kürt sorunu gibi sorunlarda makul çözüm nasıl olabiliyorsa bunun üzerinde yoğunlaşmak, siyasetçilerin ve tarafların tarihi sorumlulukları olmaktadır.









