Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihinde deklare ettiği ve Asrın Çağrısı olarak da adlandırılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla Kürt sorununda diyaloga dayalı çözüm ve Türkiye’nin demokratikleşmesi arayışlarında tarihi bir eşik atlandı.
Sürecin silahların susması ve çatışmaların durdurulmasından oluşan ilk aşaması en son Kürt hareketinin Türkiye’deki güçlerini çekmesiyle tamamlandı. İlk aşamada Asrın Çağrısı, PKK’nin kongresi ve silahları yakma töreni gerçekleşti. Ayrıca TBMM çatısı altında Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Sürecin ilk aşamasının gereklilikleri daha çok Kürt tarafının inisiyatifler geliştirmesiyle sağ salim tamamlandı.
Sürecin ikinci aşamasına geçildi. Bu aşama, önceki aşamadan hem özneler hem kapsam hem de araçlar bakımından ciddi farklılıklar barındırıyor. Öncelikle ikinci aşamanın önemini anlamak için 27 Şubat Çağrısı’na neden “Asrın Çağrısı” dendiğine bakmak gerekiyor. Bu çağrı, bir çağı kapatıp bir başka çağı açtığı için asır kavramıyla nitelendiriliyor. Ulus-devletçi egemenlik formu altında “bastırma-isyan” ikileminde süren bir çağ, hem içerdiği “bastırma-isyan” ikileminin sonuçsuzluğunun kanıksanması hem ulus-devletçi egemenlik formundan semptomlarıyla birlikte vazgeçilmesi hem de yeni bir egemenlik formunun hâkim olacağı küresel ve bölgesel (dolayısıyla) ulusal çağa geçileceğini müjdelemesi bakımından önemliydi. Ayrıca altını çizmek gerekir ki, 27 Şubat çağrısıyla birlikte bir çağ kapanırken ulusal kurtuluşçu hareketler ve silahlı mücadelelerinin de dönüşümle yeni çağa girmesine dair bir irade gösterildi. Yani yeni çağda temel teorik düzlem demokratik modernite, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve öz yönetim gibi kavram setlerini barındırıyor; temel stratejik düzlem de bu teorinin praksis haline gelmesi için demokratik siyasete işaret ediyor. Yani teori ile pratiğin iç içe geçtiği ve başarıya ulaştığı stratejik düzlem demokratik siyaset oluyor.
Demokratik siyaseti stratejik düzlem olarak kabul ettiğimizde tam da 27 Şubat Çağrısı’nın neden “Asrın Çağrısı” olduğu anlaşılıyor. Farklı kesimlerden birçok kişi bunu kavramasa veya kabullenmese de ulus-devlet çağının Kürt hareketi için kapandığı yeni bir çağa geçildiği, bu çağın da demokratik toplum sosyalizmi üzerinden tarihlendiği kaçınılmaz gerçekliktir.
Peki Asrın Çağrısı’yla başlayan sürecin ikinci aşamasını yani siyasal demokratik düzenin inşasını içeren aşamanın temel yanları nelerdir?
Öncelikle ilk aşama daha çok silahların susması ve çatışmaların sona ermesini içerirken ikinci aşama daha çok çatışmazlık durumunun kalıcı barışa evrilmesi için gerekli adımların atılmasını içermektedir. Bu yönüyle artık sahne daha çok siyaset kurumunun ve siyaset üretiminin olacaktır.
Buna ek olarak ilk aşamada daha çok sahada pratik işlerin gerçekleştirilmesi gündemdeyken, şimdi geçiş yasası, demokratik entegrasyonun sağlanması ve özgürlük yasalarının çıkarılması gibi parlamento ve yürütme erkinin yapması gerekenler gündemde olacak. Söz bunlara dair ve buradan üretilecek. Gözler bu alanlarda atılması gereken adımlarda olacak.
Silahların sustuğu aşama olan ikinci aşama, politik ihtilafın tümüyle askıya alındığı, tam uyum şartı ile çalışan bir siyasal alan ve rakiplik ortamı demek değildir. Toplumun bazı kesimlerinde sanki silahlar sustu diye karşılıklı politik manevralar olmayacak, taraflar oyun kurmayacak, her şey “iyilik-güzellik hali” içinde çözülecek gibi bir algıya kapılıyor. Oysa tam tersine silah seslerinin son bulduğu ortam olsa da doğası gereği siyaset farklı düzeylerde çelişkiler ve farka dayandığı için karşılıklı hamlelerle sürecek. Bu yönüyle demokrasi güçlerine düşen süreçle oluşan yeni siyasi iklimin sunduğu çoğalan zeminleri kullanarak siyaset üretme ve ‘üçüncü yolu’ büyütmektir. Hatta o kadar ki her çalışma sonrasında “Üçüncü Yol mücadelemizi ne kadar büyütebildik? Ne kadar genişleyebildik ve güçlenebildik?” sorularına verilen cevaplar başarılı-başarısız olmanın ölçüsü haline getirilebilir.
İkinci aşamanın bir başka temel yanı siyaset kurumunun üstüne düşen sorumluluğu kaçmadan yerine getirmesidir. Bu noktada en büyük sorumluluk CHP’ye düşüyor, gözler en çok CHP’nin üstünde dolaşıyor. Çünkü CHP hem sorunun kaynağında olan parti olarak negatif bir mirası hem de çözümün bir parçası olmasına dair gereklilik üzerinden pozitif bir beklentiyi taşıyor. CHP’nin bir yandan kendi ideolojik-doktriner mirasıyla yüzleşmesi ve güncellemesi bir yandan gündelik siyasi baskılara göğüs germesi diğer yandan ise süreçte oyun kurucu rol üstlenmesi gerekiyor. Bu kapsamda ideolojik güncellenme ve siyasi baskıların oluşturduğu basıncın yükünü sürece dair negatif tutumlarla dengeleme çabası, siyasi iflas getirir. Bunun yerine süreçte oyun kurucu olarak, AKP’nin sınavını hep “demokrasi testi” üzerinden gerçekleştirmek hem CHP hem süreç hem de Türkiye’nin geleceği için muazzam iyi sonuçlar verecektir.
Nihayetinde sürecin ikinci aşaması sadece Kürt hareketinin dahiliyetini değil, daha geniş bir aktör grubunun dahiliyetini gerektiriyor. Özellikle yürüyen müzakerenin devlet değil halk, iktidar değil toplumsal muhalefet lehine sonuç alabilmesi için yeni, güçlü ve yaratıcı dinamiklerin gelişmesi gerekiyor. Sürecin ilk aşamasında Kürt hareketinin attığı adımlar Abdullah Öcalan’ın müzakerede elini güçlendiriyordu. Bu da sürecin rotasını daha fazla demokrasi, eşitlik ve özgürlük yönünde bükmeyi sağlıyordu. İkinci aşamada Öcalan’ın müzakerede elinin güçlü olması için daha geniş siyasi ve toplumsal dinamiklerin aktif olması gerekiyor. Bu da daha güçlü ve yaygın siyaset üretme, toplumu daha fazla siyasallaştırmanın alet edevatını bulmaktan geçiyor. Bu yapılabilirse, müzakereden ve çözümden eşit, adil, özgür ve demokratik bir ülke çıkabilir.









