Ermeni Soykırımının başlama işareti, 24 Nisan 1915 yılında İstanbul’da başlayan sürgün oldu. O Yıl’da Ahmet Altan bu sürgün anlatıyor. Bir Osmanlı subayı ile bir Ermeni hemşirenin aşkı ekseninde
Hüseyin Kalkan
Ahmet Altan’ın yeni romanı O Yıl, bir tarafta Gomidas Vartabed’ın konserlerinin düzenlendiği bir yandan da Ermenilerin katledilme planlarını yapıldığı İstanbul’da başlıyor. O yıl, yani 1915 yılında sadece İstanbul’da değil, Ermeniler bulundukları her yerde evlerinden çıkarılıp Suriye çöllerine doğru bir ölüm yolculuğuna çıkarıldılar. Binlercesi yolda, binlercesi Suriye’de can verdi. Kimi açlıktan, hastalıktan öldü, Kimi kurşunla, kılıçla öldürüldü. Altan, son romanında bu ölüm yolculuğunu yazmış. Bu roman Altan’ın “Osmanlı Kuarteti” olarak bilinen dört ciltlik serinin son cildi. Cildin diğer romanları: Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk ve Ölmek Kolaydır Sevmekten.
Tehcir veya ölüm
24 Nisan 1915 yılında İstanbul’da başlayan sürgün Ermeni soykırımının başlama işareti oldu. O Yıl’da Altan, bir Osmanlı subayıyla, bir Ermeni hemşirenin aşkı ekseninde Ermenilerin ölüm yolculuğuna katıyor okurunu. Osmanlı Subayı Ragıp, Çanakkale’de İngilizlere karşı savaşırken, sevgilisi olana Ermeni hemşire Efronya, bir polis baskınında bir tehcir kafilesine katılır. Ragıp’ın içinde olduğu Osmanlı ordusu İngilizleri yener, bu muzaffer ordunun mensubu olan subay bütün aramalarına rağmen, bazen aynı mekanda bulunsalar bile sürgün olan sevgilisinin izine rastlamaz. Ona ulaşamaz. Çünkü sürgün edilenler zaten dönmeyecekleri için hiçbir yerde kayıtları tutulmamaktadır.
Üstelik Çanakkale’de kazanılan zafer, İttihat ve Terakkicileri Ermeni katliamı için cesaretlendirmiştir. Bu zaferde aldıkları güç ve moralle daha acımazsız davranırlar. Talat Paşa ve diğer ittihatçılar tehlikede gördükleri Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmakta kararlıdır. Bunun için bulduğu formülü aslında çoktan uygulamaktadır. Şöyledir formülü: “Diyorlar ki Ermeniler gidince kim çalışacak, Ermeniler çalışkan millettir. Sanki ben aptalım, bu kadarını düşünemiyorum, ben onların boşattığı yerlere Balkanlar’dan gelen Müslümanları yerleştiriyorum, onlarda çalışkan…Hem kendi ırkımızdan, kendi dinimizden…Yollarda ölüyorlar biliyorum…Bende üzülüyorum insanların ölmesine ama bir düşünsene, bunlara ölmese de geri dönse ne olur… Balkanlar’dan gelen Müslümanları yerleştirdiğimiz malı mülkü geri istese …
Bunu düşünen var mı? Nasıl bir karışıklık çıkar, Allah muhafaza Anadolu’da yeni bir savaş çıkar. (s.122-123) Bu akıl almaz zulme karşı çıkan Osmanlı görevlilerinde vardır. Verilen katliam emirlerini yerine getirmeye valiler görevde alınır, sürgün edilir. Yerine Talat’ın adamları atanır. Evine telgraf makinası çeken Talat, katliamı burada yürütür.
Balkanlardan Anadolu’ya
Balkan savaşları sonucu Osmanlı Devleti Balkanlardaki toprakların nerede ise yüzde yüzünü kaybetti. Bir zaman İmparatorluğun başkenti olana Edirne bile Bulgarlar tarafında el geçirildi. Bulgar orduları İstanbul önlerine kadar geldi. Osmanlı ordusu bir manevra ile Edirne’yi tekrar ele geçirse de, bu yenilgi devleti yönetenlerin ‘imparatorluğun sonu geldi’ korkusunun sarmasına neden oldu.
Devleti bir saray darbesiyle el geçirmiş olan İttihat ve Terakkiciler bu duruma çare ararken Birinci Dünya savaşı imdatlarına yetişti. Talat, Enver ve Cemal üçlüsü savaşı kullanarak İmparatorluğu kurtarmaya kara verdiler. Bu yüzden Almanya yanında savaş girildi. Eğer savaş kazanılmış olunsaydı. Balkanlardaki toprakların bir kısmı geri alındığı gibi, sürekli bazı taleplerle sorun çıkaran Ermeni, Rum ve Kürtler de kurtulacaktı. Her şey böyle basitçe gerçekleşmedi, tabiki. Yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi, ülke bir başta bir başa viraneye döndü. İttihatçıların kurtarmak istediği imparatorluktan sadece küçük bir parça kaldı geriye. Eğer Bolşevikler, Mustafa Kemal’in imdadına yetişmeseydi o da kalmayacaktı belki.
Deyrizor yollarında
Sürgünlerin hedefi Suriye çölleridir. İTC hedefi sürgün yolların öldürülemeyen Ermenilerin Suriye çöllerinde katletmektir. Kurşunla, hastalıkla, açlıkla. Zaten bazı kaynaklar en az 500 bin Ermenin Suriye’de katledildiğini yazar. Şunu eklemek gerekir ki, sürgün yollarında atılan Ermenilerin büyük bölümü kadın ve çocuklardır. Çünkü Ermeni erkeklerin bir kısmı askere alınır ve amele taburlarında ordu hizmet etmeye zorlanır. Bir kısmı kaçar ve dağlara sığınır. Bir Kısımının yeri doldurulamadığı için memur ve teknikler olarak çalıştırılır. İTC katliam uygularken bir yanda da Ermeni erkeklerinde bu katliama dolaylı olarak katılmak zorunda bırakır. Ragıp, onu ararken Efronya, her türlü kötülüğe tanık olur, her türlü zulmü görür. Şehirden şehire, kamptan kampa sürüklenir. Karşılaştığı bütün zorluklara rağmen insanlara yardımcı olmak için, acıları bir nebze hafifletmek içini elinde geleni yapar. Bütün bu zorluklara katlanırken aşkında güç alır.
Bir gün Ragıp ile buluşma umudunu hiç yitirmez, tekrar İstanbul dönme umudunu hep ruhunu gizli bir köşesinde taşır. Romanın nasıl bittiğini tabi ki yazmayacağım. Ama son trajiktir. Eğer bu kitabı okursanız, bu sonu Ermenilerle Türkler arasındaki son köprünü atılması olarak okuyabilirsiniz. Ben böyle okudum. Türkler bu köprünü tamiri için o günde bugüne kadar bir çaba göstermediler.
Ermeni Soykırımı ve Türk edebiyat
Her roman bir kurgudur. O Yıl da öyle. Ancak, Altan kitabı yazarken tarihi gerçekler sadık kalmış. Hata sadık tarih okuyucuların bile bilemediği bazı gerçekleri kendi özel bilgilerinde hareketlere kurguya ustaca yerleştirmiş. Her şey bir yana Altan’ın Ermeni katliamını yazması büyük bir cesaret işi. Türk edebiyatı netameli her konuda uzak durduğu gibi, bu meselede de uzak durdu. Acaba, Ahmet Altan’ın yolunda yürüyecek başka Türk edebiyatçıları olacak mı? Bu önemli bir konu. Çünkü katliamları ancak edebiyat hakkı ile anlatabilir. Tarihi gerçeği yazar. Soğuk gerçeği. Nerde, Ne zaman, kaç kişi, neden sorularına yanıt arar, yanıt verir. Edebiyat biraz daha fazlasını yapar. Duyguları yazar, acıların peşinde gider. O yüzde edebiyat önemlidir. Onun sayesinde bizde doğmadan çok önceleri yaşanmış katliamlarını acısını yüreğimizin duyarız. Hayıflanırız ve belki göz yaşı dökeriz. Katliam kurbanları ile özdeşlik kurarız. Sadece bunun için bile O Yıl özel bir kitap olarak edebiyat tarihinde kendine yer bulacak.
Künye:
- O Yıl
- Ahmet Altan
- Everest Yayınları/2025
- S. 407









