Önce DAİŞ ve El Nusra, sonra SMO ve sonra da HTŞ’nin İdlib’i, yıllarca Orta Asya’dan İngiltere’ye kadar nerede ‘kâfir öldürüp kadınları köleleştirme’ heveslisi varsa mıknatıs gibi çekti; şimdi de emeklerinin karşılığı olarak apoletleri takılıyor
M. Ender Öndeş
Suriye’de Ahmed El Şara liderliğindeki HTŞ güçlerinin iktidara el koymasının üzerinden henüz birkaç ay geçmeden, tam da Rojava’daki özerk yapı ve QSD güçlerinin pozisyonu tartışılırken, özellikle sahil şeridinde Alevilere yönelik katliamlar, gözlerin yeniden SMO çatısı altındaki Türkiye destekli çetelere ve ‘yabancı cihatçılar’a dönmesine yol açtı. Ahmed El Şara, alevi katliamlarını ‘sürecin zorlukları’ olarak adlandırıp üstlenirken, sivil katliamlarında ağırlıklı olarak çoğu DAİŞ artığı olan SMO çetelerinin de aktif rol aldığı bildiriliyor. Nitekim QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi de, Reuters’e yaptığı açıklamada katliamların arkasında Türkiye destekli grupların bulunduğunu söylemişti.
Bu arada, katliamlara ilişkin video ve fotoğraflarda, yüzlerinden ve konuşmalarından Arap olmadıkları çok belli olan yabancı cihatçı unsurların sık sık görülmesi, bir kez daha dikkatleri Suriye’deki yabancı savaşçılar sorununa dikkat çekti. AKP iktidarı ve özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, öteden beri ‘Suriyeli olmayan yabancı güçler’ diyerek QSD’yi kastediyor olsa da, 2011’den bu yana Suriye’ye gelerek DAİŞ, El Nusra, HTŞ ve SMO bünyesinde yer alan birçok çete üyesi artık isim isim biliniyor. Hatta HTŞ bunlardan bir bölümüne rütbeler bile dağıtmış durumda.
DSG ‘yabancı’ mı?
Mazlum Abdi, geçtiğimiz ay, özellikle Kobanê sürecinde dünyanın birçok yerinden Kürtlerin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dayanışma için geldiklerini, bunların çoğunun daha sonra geri döndüğünü, Suriye’nin yeni sürecinin şekillenmesiyle birlikte bu güçlerle de ‘vedalaşmaya’ hazır olduklarını açıkça ifade etmişti. Ancak, bölgeyi yakından bilen gazeteciler ve gözlemciler, DSG bünyesinde Suriyeli olmayan Kürtlerin küçük bir azınlık olduğunu, üstelik komuta kademelerinin tümüyle Rojava doğumlu kadrolardan oluştuğunu belirtiyor. Yani burada, Al Şara rejiminde olduğu gibi bakanlık, ordu komutanlığı düzeyinde atamalar söz konusu değil.
Öte yandan, Kürdistan’ın 4 parça oluşu münasebetiyle, Kobanê kuşatması gibi zor bir durumda diğer parçalardan Kürtlerin dayanışma için sınırları geçmesi ile Çeçenistan ve Türkistan’dan gelişler arasında ciddi bir fark var. Nusaybin ile Qamişlo, Suruç ile Kobanê sınırları zaten Kürtleri kendi iradeleri dışında ayırmış olan sınırlar ve buradan geçen Kürtlerin Rojava’da ‘yabancı’ sayılması sosyolojik gerçekliğe de uygun değil.
QSD’nin anatomisi
Kuzey ve Doğu Suriye yerelinde Arap, Kürt, Süryani, Asuri, Keldani, Êzidi, Arap, Türkmen ve diğer halk ve inanç topluluklarının katılımı ile 15 Ekim 2015 tarihinde yapılan basın açıklaması ile kuruluşunu ilan eden Demokratik Suriye Güçleri (QSD), o gün itibarıyla 13 grubu kapsıyordu. YPG ve YPJ organizasyonun belkemiğini oluşturmakla birlikte, içinde Süryani Askeri Meclisi’nden çeşitli Arap örgütlerine, Türkmenlere kadar birçok grubu barındıran QSD kuruluşundan bu yana, DAİŞ çetelerine karşı çok sayıda hamle başlattı ve bu hamleleri başarıyla tamamladı. DAİŞ’e karşı verdiği mücadelede 11 binden fazla savaşçısını yitiren QSD, her kentte yerel askeri meclislerin içinde 76 tugay kurdu. QSD, Kuzey ve Doğu Suriye’de özgürleştirilen tüm bölgelerde askeri meclisler şeklinde örgütlenmeye devam ediyor.
Enternasyonalistler bir sorun mu?
Öte yandan, özellikle Kobanê direnişi sırasında dünyanın birçok yerinden Kuzey ve Doğu Suriye’ye gelerek ‘enternasyonalist birlikler’ oluşturan Batılı ya da Türkiyeli savaşçıların da büyük bir yekûn oluşturmadığı biliniyor. 2021’de yayınlanan bir Polis Akademisi yayınında, çatışmaların en yoğun zamanında bile bu kategoriden savaşçıların 400 civarı olduğu belirtiliyor. Bu katılımların organizasyonu konusunda Anti-Fa gibi organizasyonları suçlayan yayın, süreç içerisinde bu savaşçılardan ne kadarının bölgede kaldığını ise belirtmiyor. 2018’de Anadolu Ajansı’nda yayınlanan bir ‘analiz’de de asıl yoğun enternasyonalist akının Kobanê savaşı sırasında olduğu belirtilerek 700-1200 arası sayılar veriliyor ama bu abartılı rakamlar da somut bir kanıta dayanmıyor.
Halklar mezbahası
2011’den sonra başlayan iç savaş süreci, Suriye’yi (olumsuz anlamıyla) bir etnik gruplar arenasına çevirdi. Gerek Esad iktidarını desteklemek için Şii ağırlıklı ülkelerden gelenler, gerekse DAİŞ’in kurduğu ‘devlete’ katılmak için dünyanın dört bir köşesinden gelenler ülkede kocaman bir yabancılar lejyonu oluşturdu. Atlantik Konseyi raporuna göre, yabancı Şii savaşçıların sayısı 2013’te 10 bin veya daha azken, ortam kızıştıkça, İran ve Lübnan üzerinden gelenlerin sayısı 15 bin ile 25 bine kadar yükseldi. Daha sonraki süreçte özellikle Hizbullah’ın yoğun biçimde Şam’a savaşçı gönderdiği ve bu sayının çok daha fazla arttığı biliniyor.
DAİŞ ve El Nusra’ya katılım için gelenlerin sayısı ise özellikle DAİŞ’in ‘devlet ilan ederek çıkışa geçtiği zamanda oldu. Londra King’s College bünyesindeki Uluslararası Radikalleşme Araştırmaları Merkezi’nin (ICSR) Temmuz 2018’de yaptığı bir araştırma, 80 ülkeden 32 bin 809’u erkek, 4 bin 761’i kadın ve 4 bin 640’ı çocuk olmak üzere toplam 41 bin 490 kişinin DAİŞ’e katılım sağladığını ortaya koydu. Araştırmacılar, bunların 18 bin 852’sinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan, 7 bin 252’sinin Doğu Avrupa’dan, 5 bin 965’inin Orta Asya’dan, 5 bin 904’ünün Batı Avrupa’dan, bin 10’unun Doğu Asya’dan, bin 63’ünün Güneydoğu Asya’dan, 753’ünün Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda’dan, 447’sinin Güney Asya’dan ve 244’ünün Sahra Altı Afrika’dan geldiğini tespit etti.
Dünyanın her yerinden
Soufan Group’un 7 Aralık 2015 tarihli raporunda, 2014 ve 2015 yılları arasındaki bilgilere dayanarak, Suriye ve Irak’taki yabancı savaşçıların ülke ve menşe bölgesine göre sayılarına ilişkin tahminler yer aldı. Sadece DAİŞ, el-Nusra ve diğer Sünni cihatçı gruplardaki yabancı savaşçıları içeren çalışmada, en fazla yabancı savaşçının geldiği ülkeler Tunus (6 bin), Suudi Arabistan (2 bin 500), Rusya (2 bin 400), Türkiye (2 bin 100), Ürdün (2 bin) olarak listelendi.
2014 yılı boyunca bu akın sürerken, 2015 yılına gelindiğinde, yabancı cihatçılar can kaybında Suriyeli cihatçılardan ve diğer isyancılardan daha fazlaydı. 2015 yılında 16 bin 212 hükümet karşıtı yabancı cihatçı öldürüldü, aynı yıl 7 bin 798 Suriyeli hükümet karşıtı isyancı öldürülmüştü. 2016’da13 bin 297 yabancı cihatçı ve 8 bin 170 Suriyeli isyancı, 2017’de 7 bin 494 yabancı cihatçı ve 6 bin 452 Suriyeli isyancı öldürülmüştü.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, Mayıs 2020’ye kadar Suriye’de en az 65 bin 726 hükümet karşıtı yabancı savaşçı (neredeyse tamamı cihatçı) öldürüldü ve bu, o zamana kadar öldürülen 138 bin 202 hükümet karşıtı savaşçının neredeyse yarısıydı.
Aynı süreçte, resmi raporlara göre, 76 yabancı savaşçı QSD için savaşırken yaşamını yitirdi, ki bu toplam SDG ölümlerinin yüzde 1’inden azdı. (Kürdistan’ın Suriye dışındaki bölgelerinden gelenler QSD tarafından yabancı olarak sayılmıyorlar.)
DAİŞ yenilgisi ve artıklar
Kobanê zaferinden sonra ağır kayıplar pahasına hızla ilerleyen QSD güçleri Baxoz’da DAİŞ’e son darbeyi de vurduktan sonra, birkaç yıldır dünyada yayılan “kâfir öldürüp kadınları köleleştirme” hevesi büyük ölçüde kırılırken, Suriye’ye yönelik cihatçı akını da bir süreliğine yavaşladı. Sağa sola dağılan yabancı DAİŞ çetelerinin bir bölümü (yaklaşık 7 bin kişi) ülkelerine döndüler ama bu sayı toplam içerisinde o kadar çok değildi. Eski DAİŞ üyeleri ve emirlerinin çoğu, Türkiye’nin desteklediği ve bizzat organize ettiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO, sonradan SMO) içindeki çeşitli cihatçı gruplarda kendilerine yer buldular. Geçtiğimiz yıllarda ANHA Haber Ajansı’nın tek tek isimlerini açıkladığı bir çok DAİŞ artığı çete arasında Suriyeli olmayanlar da vardı. Ancak bu arada, hem DAİŞ artıkları için, hem de özellikle Orta Asya’dan yeni gelen cihatçılar için İdlib’de bir başka cazibe merkezi daha oluşmuştu. El Kaide devamı olan Heyet Tahrir ül Şam (HTŞ) ve Hurras El Din gibi diğer gruplar, eski DAİŞ’çilerle diğer yabancı cihatçıları istihdam etti.
HTŞ’deki yabancılar
DAİŞ gibi kaynaklardan gelenlerin dışında HTŞ’nin kendi bünyesinde ne kadar yabancı çete barındırdığı tam bilinmiyor. HTŞ’li yetkililerin rütbe dağıtırlarken “biz onlara borcumuzu ödüyoruz” demesine bakılırsa, küçük gruplar olmadığı anlaşılıyor. Batılı güvenlik raporlarına göre, bu gruplar arasında sayıları yaklaşık 3 bin 800 olarak tahmin edilen Türkistan İslam Partisi (TİP) bulunmaktadır. Ayrıca, Ebu Ömer El Şişani tarafından kurulan Muhacirin ve Ensar grubunun kalıntıları da hala mevcut. Ayrıca Avrupa ve Balkanlardan gelen savaşçılardan oluşan Balkan Taburu da var, ancak sayıları az, en fazla 200-300 savaşçı olduğu tahmin ediliyor.
Apoletler takılırken
Asker sayısı çok fazla olmayan HTŞ için bu rakamlar az değil. O yüzden olsa gerek, Şam’ı ele geçirdikten sonra yeni yönetimi oluştururken, yabancı cihatçıları da özellikle gözettiler. Reuters’ın haberine göre, HTŞ’nin Savunma Bakanlığı tarafından açıklanan 49 askeri görevden en az altısının yabancılara ayrılırken, yabancı militanların üçüne tuğgeneral, en az üçüne de albay rütbesi verildi. Türk vatandaşı olduğu söylenen Ömer Muhammed Çiftçi ve Ürdün vatandaşı Abdurrahman Hüseyin El Hatib’in de tuğgeneralliğe yükseltildiği belirtildi. Askeri kaynaklar, Ebu Katade el-Albani olarak da bilinen Arnavut cihatçı Abdul Yaşari’nin albay olarak atandığını, Mısırlı Alaa Mohammed Abdel-Baqi’ye de askeri bir rütbe verildiğini söyledi. Zahid olarak da bilinen ve ayrılıkçı Türkistan İslam Partisi’nin (TİP) Suriye’deki güçlerinin komutanı olan Çinli Uygur cihatçı Abdülaziz Davud Hudaberdi’nin tuğgeneralliğe atandığı TİP’ten yapılan açıklamada belirtildi ve Suriyeli askeri kaynak da bunu doğruladı. Suriye’de yüzlerce savaşçısı olduğu düşünülen TİP, Uygur Müslüman nüfusun yoğun olduğu Çin ve Orta Asya’nın bazı bölgelerinde İslam Devleti kurmayı hedefliyor.
Kim yabancı gerçekten?
Bütün bu gerçekler ortadayken, Suriye son 10 yılda bütün etnik gruplar ve uluslardan savaşçıların cirit attığı bir ülke haline gelmişken, Türkiye’nin ısrarla Kürt güçlerini “Suriye’nin yabancısı” olarak göstermeye çalışması hakikate uygun düşmüyor. Türkiye bu tezini QSD bünyesinde olduğunu varsaydığı Irak, Türkiye ve İran Kürtlerine, dolayısıyla PKK’ye dayandırıyor ama zaten QSD yönetimi de bunu hiç reddetmedi. Dört parça Kürdistan gerçekliğine uygun olarak Kürtlerin Suriye’ye giderek kendi ulusu için savaşmasında yanlış bir şey görmeyen QSD, demokratik bir Suriye’nin inşasından sonra bu savaşçıların da geri dönüşe hazır olduğunu açıklarken, Taciklerden Uygurlara kadar her çeşitten yabancının ‘yabancı’ sayılmaması dikkat çekiyor.
Yabancının da yabancısı
Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) Suriye’nin başkentine girerek Esad rejimini devirmesiyle Suriye ordusu dağılırken, Türkiye’nin beslediği SMO çeteleri bölgedeki en kalabalık askeri güç haline geldi. Yaklaşık 70 bin silahlı üyesi olduğu bildirilen SMO’nun finansmanı da Türkiye tarafından sağlanıyor. Öte yandan AKP iktidarının yeni-Osmanlı hayallerine paralel olarak bizzat TSK, Suriye toprakları içinde 2016’dan beri faaliyet gösteriyor. Çok sayıda tank ve obüsle birlikte binlerce Türk askerinin Suriye’de olduğu değerlendiriliyor. El Bab, Cerablus, Tel Abyad’tan Êfrin’e kadar uzanan geniş bir alanı işgali altında tutan TSK’nın QSD-HTŞ anlaşmasından sonra ne olacağı şu anda bilinmiyor.
Şam’da bir Arnavut
HTŞ kadroları içindeki yabancılar içindeki en bilinenlerden biri Makedon doğumlu Abdul Samrez Yaşari (Ebu Katada el-Albani) El Şara tarafından albaylığa atananlarda biri. 48 yaşındaki Yaşari, HTŞ ile ittifak yapan, çoğunluğu
Tacikistan’dan Suriye’ye
Yeni dönemin bir başka albayı da Tacikistanlı Saifiddin Tojiboev oldu. 41 yaşındaki Tojiboev, Tacikistan’da yabancı bir çatışmaya katılmak, terör örgütlerine üye olmak ve cihatçı örgütler için savaşçı toplamakla suçlanıyor. Adı ayrıca Tacikistan merkez bankasının finansal faaliyetlerde bulunması yasaklanan yaptırımlı kişiler listesinde de yer alıyor. Tojiboev, 2015’te “terörist” olarak yasaklanan Tacikistan İslam Rönesans Partisi’nin (IRPT) bir üyesiydi.