Nisan ayı başından bu yana Suriye’de bir şeyler oluyor ve Türkiye kamuoyundan saklanıyor. TSK’nın yerleşme niyeti olduğu üç hava üssü, 2 Nisan günü İsrail hava saldırılarıyla kullanılamaz hale getirildi. Türkiye’den erişimi sorunlu olan dış haber kaynakları, Tiyas (T4) üssünde TC uyruklu az (ama belirsiz) sayıda personel yanında orada Türk devleti tarafından istihdam edildiği söylenen yine belirsiz sayıda Suriye uyruklu kişinin bu saldırılarda öldüğünü belirtiyor.
7 Nisan Pazartesi günü Beyaz Saray’da yapılan görüşmede Donald Trump, Netanyahu’ya dönerek Türkiye’den ‘makul’ taleplerde bulunmasını söyledi. Erdoğan’ı övdü. HTŞ’yi Türkiye’nin vekalet gücü olarak tanımladı; Erdoğan’ın Colani yönetimi üzerindeki etkisini vurguladı. Ardından, Rahip Brunson örneği üzerinden Erdoğan’ın kendisine itaat edeceğini hatırlattı.
Bakü’de Suriye ateşkesi
İktidar medyası tarafından gururla işlenen bu görüşmenin hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “İsrail’le çatışmaya niyetimiz yok” açıklaması geldi. Erdoğan, Trump’ın itaat öngörüsünü boş çıkarmamıştı. Fidan’ın açıklamasını takiben 9 Nisan’da İsrail ve Türk askeri heyetleri Bakü’de bir araya gelerek ateşkes müzakerelerine başladılar. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, iki ülke arasında arabulucu rolü oynadığını belirtti.
İsrail – Türkiye ateşkes anlaşmasına “Bakü Mütarekesi” yerine “çatışmasızlık mekanizması” adı verildiği anlaşılıyor. Hakan Fidan’ın, İsrail’le karşı karşıya olunan durumu geçmişte Rusya’yla yaşanan soruna benzetmesi dikkatlerden kaçmamalı. 2020’de Rus uçakları Idlib’deki Türk mevzilerini vurmuş ve 34 Türk askeri hayatını kaybetmişti. Ardından, Erdoğan başkanlığındaki bir Türk heyeti Kremlin’de Putin’le bir araya gelerek Moskova Mütarekesi’ni imzalamış ve bu durum Türk medyasında Rusya’yla bir “çatışmasızlık mekanizması” kurulduğu şeklinde yer almıştı.
Muhalefetin dışişleri meseleleri üzerine her zamanki suskunluğu, iktidar mensuplarının ve yandaş ya da muhalif bütün medyanın “cambaza bak” hamleleri sayesinde, İsrail’le savaşın eşiğinden dönüldüğü haberi Türkiye kamuoyundan başarıyla saklandı. Bölgeden, Rojava’da SDG güçlerini ve Kürt sivilleri hedef alan saldırıların da durduğu yönünde haberler geliyor.
Trump’tan ihtar ve tekdir
İsrail’le savaş riski atlatılmış görünüyor ama benzer durumların gelecekte tekrarlanma ihtimali ortadan kalkmış değil. Bunun nedeni, Suriye’nin kuzey ve güney komşularının, Esad rejiminin düşmesiyle birlikte kaçınılmaz olarak fiili ve fiziki temas içine girmiş olmalarıdır. Aslında, Suriye’nin kurulduğu tarihten itibaren Türkiye ve İsrail arasında bir “tampon ülke” niteliği taşıdığı ortaya çıkmış bulunuyor. Şimdi, biri kuzeyden diğeri güneyden Suriye topraklarına yayılma manevraları yapmakta olan iki devlet, coğrafi yakınlık ve askeri güçlerin teması anlamında sahiden komşu oldular. Netanyahu, Beyaz Saray görüşmesinde “komşu” terimini kullanmaya başladı ve bu yeni komşudan beklentilerini değilse de beklemediklerini kısmen dile getirdi.
Suriye’de, Idlib-Halep civarı ve kuzey-batı bölgesinde Türkiye’nin (kısmen askeri de olmak üzere) fiziki varlığı kabullenilmiş görülüyor. Daha da önemlisi, ülke yönetimine el koyan HTŞ liderliği üzerindeki Türk nüfuzu, Trump’ın da belirttiği üzere takdir ediliyor. Netanyahu-Trump görüşmesi sonrasında Türkiye’nin bu çerçeveyi aşan herhangi bir girişimine karşı dünya basını önünde bir ihtarda bulunuldu.
Ankara, HTŞ ve Colani üzerindeki nüfuzu nedeniyle Suriye’de geniş bir manevra alanı bulduğunun farkında. Suriye devlet kurumları, AKP rehberliğinde yeniden yapılandırılmayı bekledikleri izlenimi veriyor. Geçtiğimiz ay sonu kabul edilen yarı başkanlık usulü Anayasa metninin Ankara’da yazıldığı tahmin ediliyor. Hatta Serap Yazıcı transferinin asıl nedeni olarak da bu anayasa metninin hazırlanma işi gösteriliyor. Dahası, Suriye’de test edilecek pilot uygulama üzerine AKP’nin yeni TC anayasası talebinin benzer bir metin üzerinden olacağı da öngörülüyor.
Hukuki ve siyasi etki böyleyken, askeri olarak da güneye doğru yayılma girişimleri var. Ankara’nın sözcüleri, bunları Suriye ordusunu eğitme, IŞİD terörünü önleme gibi ambalajlarla gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Oysa T4 ve Palmira hava üsleriyle Hama vilayeti ana havaalanına yerleşme niyeti, bazı kaynaklara göre SİHA’lar ve F16 jetleriyle birlikte Rus yapımı S 400 bataryalarının da konuşlanmasını içeriyordu. Daha niyet aşamasındayken bir İsrail bombardımanıyla engellendi.
Bunun yanında “Türkmen soydaşlar” kartı etrafında Lazkiye bölgesine doğru inme arzusu da iktidar medyasında sıkça dile getiriliyor. Hatta buradaki Alevi nüfusa hamilik iddiaları bile var. Oysa son Alevi katliamında özellikle Orta Asya ve Kafkas menşeli Türkiye kontrolündeki çetelerin önemli rol oynadığı biliniyor.
İsrail ve ABD liderlerinin bu son buluşmayla Erdoğan’a, bu tür yayılmacı arzuların farkında olduklarını göstererek vazgeçmesi uyarısında bulundukları da anlaşılıyor. Konunun böyle anlaşılması gerektiğini, ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın ifadesinden çıkarsamak mümkün: “Kırbaç yeterliyse kılıç çekmem; dilim yeterliyse kırbaç kullanmam.”
Paradigma değişti mi?
Bu kırbaçlı/kılıçlı nush ve tekdir mekanizmasının ilk olumlu mahsulü, Türkiye’nin artık Fırat’ın doğusu üzerine Suriye içi çözümü kabullenmiş izlenimi vermeye başlaması oldu. Rojava’ya Türkiye kaynaklı saldırıların durmasına paralel olarak Rojava ve SDG için “PeKaKalı teröristler” yerine “sözde Kürt yönetimi” gibi görece ılımlı ifadelere geçiş yapıldığı görülüyor.
Bir hafta zarfında süratle vuku bulan bu gelişmelerin neredeyse tamamı Türkiye kamuoyundan gizlendi ya da çarpıtıldı. İktidarın birçok dış siyaset pratiği, toplumun sürekli beynine işlenen kolektif zihniyete aykırı gerçekleşiyor. Öyle pratikler ki, yüz yıllık resmî ideolojide sahici bir revizyon yaşanmadan – örneğin eldeki “Kırmızı Kitap” (Milli Siyaset Belgesi) maddeleriyle – gerçekleşmeleri mümkün değil. Toplumu zihnen hazırlıksız yakalayan bu değişim, kapalı kapılar ardında, kamuoyundan gizlenerek gerçekleşiyor.
Öyleyse, bu TC 2.0 sürümünü kabullenecek kolektif zihniyet nasıl yaratılacak? Yapay zekâ çağında yaşıyoruz ve hiçbir şey imkânsız değil artık. Bir varmış bir yokmuş, bir sabah Türk milleti cümleten demokrasi, eşitlik ve kimliklere saygı zihniyetiyle yüklenmiş olarak uyanıvermiş…