‘Olumlu mesajların verilmesi ve QSD’nin kendi bölgesinde kalmasının, halkı savunmasının kabul edilmesi olumlu bir gelişme. Ancak kesinleşmiş bir anlaşma yok; görüşmeler sürüyor’
Fırat Haber Ajansı (ANF), Suriye Demokratik Güçleri (QSD) ile Suriye Geçici Hükümeti arasındaki görüşmeler ile Türkiye’nin bu görüşmelere etkisi üzerine bir analiz yayınladı. Zeki Bedran’ın kaleme aldığı analizde, QSD’nin kendi bölgesinde kalıp halkı savunmasının kabul edilmesinin olumlu bir gelişme olduğunu, ancak henüz kesinleşmiş bir anlaşmanın olmadığına ve görüşmelerin devam ettiğine dikkat çekiliyor.
Yazının tamamı şöyle:
ABD’nin girişimleriyle Şam’daki geçici hükümet, SDG ve Özerk Yönetim arasında görüşmeler yapıldı. Görüşmelerin, önceki görüşmelere kıyasla daha olumlu bir havada geçtiği kamuoyuna yansıtıldı. HTŞ hükümeti, Paris’te yapılacak görüşmelerden son anda çekilmişti. Bu, Türk yönetiminin aklı ve müdahalesiyle oldu. Çünkü ABD, Fransa ve İngiltere görüşmelere katılacak ve anlaşmanın garantörleri olacaklardı. Türk yönetimi buna şiddetle karşı çıktı ve Şam hükümetini durdurdu; Kürt sorununun uluslararası bir boyut kazanmasını ve güvencelere bağlanmasını engellemek istiyordu. Bu durumda Şam ile Özerk Yönetim arasındaki görüşmeler de durmuş oldu.
Şam Dışişleri Bakanı daha sonra iki defa İlham Ahmed ile görüştü. Türk hükümeti, Türkiye’de yaptığı gibi ‘Sorunu aramızda çözelim’ dedi. (Bu görüşmelerden bir şey çıkmadı.) Türk hükümeti, İmralı ve PKK yetkilileriyle görüşürken üçüncü bir tarafın olmasını istemedi; buna kesinlikle karşı çıkıyorlar. Üçüncü taraflar veya gözlemciler olursa, anlaşmaları inkar etmek ve istedikleri gibi bozmak veya çark etmek kolay olmaz. Türkiye bu konuda şerbetlidir. PKK ile defalarca görüştü; ama istediği zaman ateşkesleri bozdu, görüşmeleri kesti ve savaşı sürdürdü. Bu avantajı ve keyfiyeti sonuna kadar kullanmak istiyorlar.
Şimdi yanlarına aldıkları HTŞ’lileri de bu konuda eğitiyor ve yönlendiriyorlar. Amaçları, Kürtlerin bir statü sahibi olmaması ve sorunun iç ve dış kamuoyunda resmiyet kazanmaması.
Şam’dakiler ne zaman SDG ve Özerk Yönetim’le görüşse, Ankara’nın bütün duyargaları harekete geçiyor. Ya Şam’a çıkarma yapıyorlar ya da Şam’dakileri, valileri gibi, yanlarına çağırıyorlar. Günübirlik ilişkileri olmasına rağmen hala rahat değiller. Tam güvenmiyorlar; ola ki Kürtlere bazı sözler verilebilir diye hep diken üstündeler. Güçleri yetse, ABD ve Avrupa’ya ‘Kürtlere selam vermeyin, ilişkilenmeyin’ diyecekler.
Bunu çok kez söylediler, pazarlıklar yaptılar, sürekli üzerinde çalıştılar ama bir türlü kabul ettiremediler. Onları durdurmayınca bu defa HTŞ’nin boğazını sıkıyorlar ve sıkı markaja almış haldeler.
Türk devleti, Suriye’de engelleyici ve bozguncu bir rol oynarken, içeride de İmralı’ya yükleniyor ve oradan destek almaya çalışıyor. SDG ve Özerk Yönetim sürekli tehdit altında tutuluyor. Araplarla çatıştırmak istiyor ve her türlü yıkıcı ile istikrarsızlaştırıcı çalışmayı sürdürüyor. Ancak bu iş istedikleri gibi kolay olmuyor.
Bu açıdan Önder Apo’nun barış ve çözüm çabalarından yararlanıp Suriye’yi de buna dahil etmek istiyorlar. Önder Apo, istedikleri gibi davranmadığı için Türkiye’de barış ve çözüm konusunda bir gelişme olmuyor. Hükümet, somut olarak bir adım atmış değil ve Önder Apo’yu hala rehin olarak elinde tutuyor.
Bunları tekrar yazmamızın ve hatırlatmamızın nedeni, Şam’dan gelen olumlu havaya fazla kapılmamak içindir. Çünkü ortada oyunbozan bir güç var. Türk yetkilileri bazen diplomatik manevra amaçlı yumuşak cümleler kursalar da ardından Milli Savunma Bakanlığı’ndan zehir gibi açıklamalar ve tehditler geliyor.
Türk basını, ellerinde çubuklarla ekranlarda boy gösteren canavar ruhlu savaş tellallarıyla dolu. Kan üzerine yorum yapan ve kışkırtıcı tavırlar sergileyen bu ekibin çoğunun isminin önünde ‘prof., uzman’ yazıyor. Türk ordusunu coşturan ve önünde yürüyen amigolar, böyle ortalıkta pervasızca boy gösterdikleri sürece fazla umutlanmamak ve kendini kaptırmamak gerekiyor. Bunların ipleri bir yerlere bağlı; kendi başlarına hareket etmiyorlar.
SDG ve Özerk Yönetim, 10 Mart Mutabakatı’nın hayata geçirilmesi için sürekli arayış içinde oldu ve görüşmeler için hazırdı; hiçbir görüşmeden kaçmadılar. Ancak karşı taraftan hep tek yanlı kararlar çıktı. Kendileri dışında kimseyi yönetime ve yeniden yapılanma çalışmalarına katmadılar. Tekçi ve aşırı merkeziyetçi bir sistem tasarlıyorlardı. Sorunun kaynağı zihniyet ve dünya görüşleriydi; demokratik bir Suriye istemiyorlardı ve SDG ile Özerk Yönetim’in de buna tabi olmasını istiyorlardı. Türk devleti de bu konuda onları destekliyor ve cesaretlendiriyordu.
ABD, Gazze için harekete geçti ve ateşkes sağlandı. Bölgede sükûnet sağlayıp, İran gibi güçler üzerinde yoğunlaşmak istiyor. Suriye’de Baas rejimi yıkıldı, ama istikrarsızlık sürdü ve Alevi ile Dürzi katliamları gündeme geldi. Bu nedenle Suriye’yi de kontrol altına almak ve kendi cephelerine katmak istiyorlar. Bu açıdan SDG ile görüşmeleri ve mutabakatın hayata geçirilmesini sağlamak için ısrarlı davranıyor.
Bu girişimler ne kadar tutarlı bir biçimde sürer veya nasıl bir sonuç verir bilinmiyor. Net bir şey söylemek zor; daha alınacak çok yol var.
Dediğimiz gibi, olumlu mesajların verilmesi ve SDG’nin kendi bölgesinde kalmasının, halkı savunmasının kabul edilmesi olumlu bir gelişme. Ancak kesinleşmiş bir anlaşma yok; görüşmeler sürüyor. Bu nedenle ‘tamam, anlaşma oldu, sorun çözüldü’ demek yanlış olur. Halkın ve ilgili güçlerin daha duyarlı ve dikkatli olmaları, kendilerini kaptırmamaları gerekir.
HABER MERKEZİ