Sahil kentlerindeki Alevi katliamlarıyla başlayan, kırılgan mutabakatlar ve ihlal edilen ateşkeslerle devam eden süreç, Şam iktidarının, demokratik ve çoğulcu bir Suriye yerine merkeziyetçi bir yeniden yapılanmada ısrar ettiğini ortaya koyuyor
Suriye’de 8 Aralık 2024’te Esad rejiminin yıkılmasının ardından ortaya çıkan yeni siyasal tablo, kısa sürede demokratik bir geçişten ziyade çatışmaların derinleştiği, dış müdahalelerin arttığı ve merkeziyetçi bir yapılanma arayışının yeniden öne çıktığı bir sürece evirildi. 2025 yılı boyunca art arda yaşanan katliamlar, kırılgan mutabakatlar, anayasal dayatmalar ve sık sık ihlal edilen ateşkesler, Suriye’de halkların eşit temsiline dayalı bir çözümün hâlâ uzak olduğunu ortaya koydu.
Bu süreçte özellikle Arap Alevilere yönelik sahil katliamları, Kuzey ve Doğu Suriye ile Şam yönetimi arasında 10 Mart 2025’te imzalanan mutabakatın akıbeti ve Özerk Yönetim’e yönelik artan askeri-siyasi baskılar, ülkenin geleceğini belirleyecek kritik eşikler olarak öne çıktı.
Sahil kentlerinde katliamlar
6–10 Mart 2025 tarihleri arasında Suriye Geçiş Hükümeti’ne bağlı silahlı çete grupları, Lazkiye, Ceble, Daliye, Qardaha, Tartus, Banyas ve Hama’da Arap Alevi topluluğa yönelik geniş çaplı saldırılar düzenledi. Yerel kaynaklar ve insan hakları örgütlerine göre, Türk devletine bağlı Süleyman Şah Tümeni (Ebu Emşet), Hamza Tümeni ve HTŞ bünyesindeki yabancı cihatçı unsurların da dahil olduğu bu saldırılarda binlerce sivil katledildi; çok sayıda yerleşim alanı yakıldı ve tahrip edildi.
Sahil katliamları, rejim değişikliği sonrasında güvenlik ve toplumsal barış beklentilerinin ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne sererken, aynı günlerde yürütülen siyasi müzakerelerle de çelişki yarattı.
10 Mart Mutabakatı
Katliamların sürdüğü günlerde, ABD’nin arabuluculuğunda 10 Mart 2025’te Şam’da Suriye Geçiş Hükümeti Başkanı Ahmed el-Şara ile Suriye Demokratik Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Abdî arasında sekiz maddelik bir mutabakat imzalandı. Mutabakat; siyasi katılımın güvence altına alınması, tüm bileşenlerin anayasal haklarının tanınması, ateşkes ilanı, QSD’nin kurumsal entegrasyonu, silahlı grupların tasfiyesi, yerinden edilenlerin geri dönüşü ve toplumsal barışın tesis edilmesi gibi başlıkları içeriyordu. Ayrıca mutabakat, Alevi halkına yönelik katliamların önlenmesini öngörüyordu.
Esad rejiminin devrilmesinden sonra atılan en önemli siyasi adımlardan biri olarak değerlendirilen anlaşma, uluslararası çevrelerce memnuniyetle karşılandı. Anlaşmada, yürütme komitelerinin “yıl bitmeden uygulamaya geçmesi” hedefi karara bağlanmıştı; ancak kısa süre içinde sahada ve siyasi düzlemde çok sayıda ihlal yaşandı.
Bu anlaşma, Türkiye’nin söyleminde dikkat çekici bir dönüşüme neden oldu. Ankara, bir yandan QSD’nin kendini feshetmesini ve Özerk Yönetim’in tümüyle ortadan kaldırılmasını talep ederken, diğer yandan QSD’nin 10 Mart Mutabakatına uyması ve entegrasyon sürecine dahil olması gerektiğini dile getirmeye başladı.
Tepki çeken anayasa taslağı
10 Mart Mutabakatından yalnızca üç gün sonra, 13 Mart’ta Şam yönetimi geçici anayasa taslağını açıkladı. Aynı günlerde Türk Devleti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’dan oluşan Ankara heyeti Şam’da bir taslak açıkladı. Ancak açıklanan taslakta, 10 Mart Mutabakatının varlığı yok sayıldı.
Taslak; Suriye Arap Cumhuriyeti ifadesinin korunması, cumhurbaşkanının dininin İslam olarak tanımlanması ve İslam hukukunun yasaların temel kaynağı olarak belirtilmesi nedeniyle, başta Kürtler olmak üzere birçok siyasi ve toplumsal çevre tarafından tepkiyle karşılandı. Tepkilerde, bu yaklaşımın Esad dönemindeki merkeziyetçi ve dışlayıcı zihniyeti yeniden ürettiği vurgulandı.
Diyalog süreci ve ortak komisyonlar
Mutabakat sonrasında ilk resmi temas 19 Mart’ta gerçekleşti. 12 Nisan’da Hesekê’de yapılan görüşmede, QSD komutanlığı ile Şam yönetimi temsilcileri, 10 Mart Mutabakatının uygulanması amacıyla ortak bir çalışma komisyonu kurulması konusunda anlaştı. Komisyon, Kuzey ve Doğu Suriye’deki farklı halk ve inanç gruplarını temsil eden isimlerden oluşturuldu.
Ancak bu süreç, sahadaki askeri gelişmeler nedeniyle sık sık kesintiye uğradı.
Halep’te Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê Anlaşması
1 Nisan’da Halep’in Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê mahalleleri için 14 maddelik bir mutabakat imzalandı. Anlaşma, güvenliğin İç Güvenlik Güçleri tarafından sağlanmasını ve esir değişimini de öngörüyordu. Bu kapsamda nisan ve haziran aylarında iki aşamalı bir takas gerçekleştirildi.
YPG ve YPJ, mahallelerdeki askeri sorumluluğu resmi olarak İç Güvenlik Güçleri’ne devretti. Ancak Şam yönetiminin anlaşma maddelerini ihlal etmesi ve bölgede askeri yığınaklarını artırması, sürecin kırılganlığını bir kez daha ortaya koydu.
Tişrîn Barajı ve stratejik gerilim
12 Nisan’da QSD ile Şam yönetimi arasında Tişrîn Barajı’nın ortak yönetimi konusunda anlaşmaya varıldı. Anlaşma kapsamında, barajın güvenliği ve işletilmesinden sorumlu olacak ortak bir teknik komitenin kurulması kararlaştırıldı.
Buna rağmen ilerleyen aylarda baraj ve çevresi ağır silahlarla hedef alındı. QSD, bu saldırıların ateşkes ihlali olduğunu açıkladı.
Konferanslar ve siyasi arayışlar
26 Nisan’da Qamişlo’da düzenlenen Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı’nda, Kürtlerin ortak siyasal iradesini güçlendirmeyi ve Suriye’de demokratik çözüm arayışına katkı sunmayı hedefleyen bir sonuç bildirgesi yayımlandı.
8 Ağustos’ta Hesekê’de gerçekleştirilen Kuzey ve Doğu Suriye Ortak Tutum Konferansı ise Arap, Kürt, Süryani, Ermeni ve diğer tüm etnik ve dini bileşenlerin katılımıyla demokratik bir anayasa ve adalet çağrısında bulundu.
Şam’ın Paris sürecinden çekilmesi
Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 7 Ağustos’ta Şam’ı ziyaret etmesinin ardından, Şam yönetimi 9 Ağustos’ta yaptığı açıklamayla Paris’te Fransa ve ABD arabuluculuğunda planlanan toplantılara katılmayacağını duyurdu. Gerekçe olarak, Kuzey ve Doğu Suriye Bileşenleri Ortak Tutum Konferansı’nın müzakere sürecine zarar verdiği ileri sürüldü.
Bu açıklamadan kısa süre sonra Dêrazor kırsalında sivilleri hedef alan saldırılar yaşandı.
Abluka, çatışmalar ve kırılgan ateşkes
Eylül ayı sonundan itibaren Halep’in Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê mahalleleri fiili kuşatma altına alındı. Yollar kapatıldı, askeri noktalar kuruldu ve insansız hava araçlarıyla yoğun gözetleme faaliyetleri yürütüldü. 6 Ekim’de barışçıl protestolara yönelik saldırıların ardından, Şam yönetimi tanklar ve ağır silahlar eşliğinde iki mahalleyi işgal etme girişiminde bulundu.
Şam Savunma Bakanlığı’na bağlı güçler ile ve içinde Türk devletinin desteklediği silahlı çeteler, mahallelere ağır silahlarla saldırdı. Saldırıda iki kişi yaşamını yitirirken, yaklaşık altmış yurttaş yaralandı.
HTŞ bünyesindeki çeteler, İç Güvenlik Güçleri’nin öz savunmaya dayalı karşılığı sonucu sabaha karşı geri çekilmek zorunda kaldı.
Halkın iradesinin kazanması üzerine, 7 Ekim’de Özerk Yönetim heyeti Şam’da görüşmelere katıldı ve kapsamlı bir ateşkes ilan edildi. Ancak bu ateşkes de kısa sürede ihlal edilerek Tişrîn Barajı ve çevresine yönelik saldırılar devam etti.
QSD Genel Komutanı Mazlum Abdî, QSD’nin kuruluşunun 10. yılı dolayısıyla yayımladığı mesajda, ‘Mücadelenin tüm Suriyelilerin iradesini yansıtan birleşik, güvenli ve çoğulcu bir Suriye hedefiyle sürdürüldüğünü’ vurguladı. Abdi ayrıca, entegrasyon konusunu görüşmek üzere askeri bir heyetin Şam’a gideceğini ve Anti Terör Birlikleri’nin (YAT) Suriye genelinde DAİŞ’e karşı mücadele yürüteceğini açıkladı.
ABD-Şam görüşmesi
ABD Başkanı Trump, 10 Ekim’de Beyaz Saray’da Ahmed el-Şara’yı ağırladı. ABD Başkanı, bir dönem El-Kaide’nin Suriye’deki lideri olarak Ebu Muhammed el-Colani adıyla başına ödül koyduğu Ahmed eş-Şara’yı Suriye’nin meşru lideri olarak tanıdı ve Şam yönetiminin DAİŞ Karşıtı Küresel Koalisyon’a katılmasını istedi.
Söz konusu görüşmenin ardından, Şam yönetimi ile Özerk Yönetim arasında bir görüşmenin yapılması bekleniyordu; ancak bu gerçekleşmedi ve Şam uzun bir süre sessiz kaldı. Buna karşılık, Şam-Özerk Yönetim görüşmelerinin aksine, Türk devletinin, Özerk Yönetim’in kazanımlarını ve askeri gücünü ortadan kaldırmaya yönelik istihbari ve diplomatik faaliyetlerini yoğunlaştırdığı; HTŞ bünyesinde yer alan cihadist grupların ise bu hareketlilikten güç alarak Özerk Yönetim’e açık tehditler savurduğu gözlemlendi.
ABD’deki görüşmeden itibaren uzun süredir “tıkandığı” ifade edilen görüşmeler kapsamında, aralık ayında önemli bir gelişme yaşandı. Şam hükümetinin, Özerk Yönetim temsilcilerine ilk kez yazılı bir metin sunduğu belirtildi. İletilen taslak metin, sürecin yeniden başlatılması açısından olumlu bir adım olarak görülürken; genel çerçevesi itibarıyla ise “tekçi yaklaşımda ısrarın” bir tekrarı olarak değerlendiriliyor.
2026 yeni bir başlangıç
19 Aralık’ta Aryen TV’ye konuşan Mazlum Abdî, Baas zihniyetinin özünde değişmediğini belirterek, “Hâlâ Suriye’nin tek bir grup tarafından yönetilmesi isteniyor. Tüm toplumsal kesimlerin haklarının tanındığı bir Suriye için gerçek bir tartışma yürütülmüş değil” dedi. Abdî, 2026 yılına işaret ederek bunun QSD ve Suriye halkları için yeni bir başlangıç olacağını vurguladı.
Gelinen aşamada Suriye, rejim değişikliğine rağmen zihniyet dönüşümünü gerçekleştirememiş bir geçiş sürecinin sancılarını yaşıyor. 10 Mart Mutabakatı, kapsayıcı ve çoğulcu bir Suriye için tarihsel bir fırsat sunmuş olsa da Şam yönetiminin tekçi yaklaşımı, sahadaki askeri ihlaller ve dış aktörlerin çelişkili müdahaleleri bu fırsatı sürekli zayıflattı.
22 Aralık’ta Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın, Şam’a giderek Ahmed Şara ve Suriyeli yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Şam’daki temaslarının ardından Suriyeli mevkidaşı ile basın toplantısı düzenledi. Her iki tarafın gerçekleştirdiği ortak basın açıklamasında, açıklamanın başından sonuna kadar Kürtlere yönelik tehdit ifadeleri kullanıldı. Türk devleti QSD’yi tehdit ederek bireysel entegrasyon adı altında teslimiyet dayatmaktan geri durmuyor.
Şam-QSD entegrasyon süreciyle ilgili soru sorulan Şeybani ise “Entegrasyonun hareketli hale getirilmesi için askeri yönden bir öneri sunuldu. Savunma Bakanlığı tarafından yapıldı. Dün bir geri dönüş oldu. Tabii ki Suriye’nin egemenliği söz konusu olacaktır. Şu anda bu öneri görüşülmektedir. Çok yakın bir süreçte açıklanacak” açıklamasında bulundu.
Açıklamaların yapıldığı esnada Türk devleti destekli ve Şam’a bağlı çete grupları Halep’in Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê mahallelerine ağır silahlarla saldırdı. Saldırıda 19 kişi yaralandı, 1 kadın katledildi.
QSD’nin entegrasyon süreci, yalnızca askeri bir düzenleme değil; Suriye’nin nasıl bir devlet olacağına dair temel bir siyasal tercihi ifade ediyor. Demokratik, yerinden yönetimi esas alan ve tüm halkların eşit yurttaşlık temelinde temsil edildiği bir Suriye mi, yoksa farklı kimlikleri bastıran merkeziyetçi bir yeniden yapılanma mı?
Önümüzdeki dönem, bu sorunun yanıtını belirleyecek. 2026 yılı ise yalnızca bir takvim değişimi değil; Suriye’de halkların ortak geleceği açısından da yeni bir başlangıcın eşiği olabilir.
Haber: Daxistan Roza / ANF









