Yeni süreç “işte şimdi aksayacak galiba” nidaları arasında devam ediyor. Meğer sürecin aksamasını isteyen ne kadar çok çevre varmış da biz bilmiyormuşuz. Memleket konusunda hassas olanlar, ülkenin üniter yapısına halel gelir diye çok tedirgin oluyor. Türkler için üniter yapıya çok dikkat edilsin. O iyi güzel de bir de Kürt halkı açısından düşünelim durumu. Üniterlik iyi hoş da, Kürt halkının kendi dilini konuşması iyi hoş değil mi? Böyle bir bahis açılınca, o hassas arkadaşların hemen kaşları çatılıyor. Hepsi kendine Müslüman çünkü.
Bir de soldan arkadaşlar var.
Normal şartlar altında; işçi ücretleri, işsizlik, çalışma süresi ve toplumsal refah gibi tehlikeli sulara hiç girmezler. Sınıf konusuna girmezler, bir toplumsal kategoriden bahsedeceklerse asla sınıf terimleri kullanmazlar. “Halk” kelimesi söylemlerinde hakimdir. Lakin her ne hikmetse, Kürt meselesi ele alınacağı zaman bu arkadaşlar sanki sürekli emekçiler alanında bir inceleme araştırma yaparlarmış gibi ve o alanda kuvvetli bir mücadele veriyorlarmış gibi keskin değerlendirmelerde bulunuyorlar.
Enflasyon ve işsizlik yükselirken, ücretler ve refah düzeyi yere çakılırken bu arkadaşlara emekçilerin gündemini önerseniz inatlarına inat bindirirler. Tartışma uzasa sorunlar baş gösterir. Lakin Kürt meselesinin konuşulması ve çözümü yönünde bir adım atılması gündeme gelse, bütün zihinleri emekçilerin dertleriyle doluveriyor. Sözüm ona emek meselesiyle çok ilgilendikleri için Kürt meselesiyle ilgilenemiyorlar.
Örneğin; asgari ücretin belirlenmesiyle ilgili bir takvime yaklaşırken, bağlam bu derece güncel, somut ve tartışmasızken bu konuyu kolaylıkla bir tercih etme olmuyor. Sol bunu siyasi programı olarak benimsemiyor çoğu zaman. “Tam burada bir emek meselesiyle karşı karşıyayız hemen el atalım” demiyorlar. Bu konu yerine güncel olmayan, bağlamı bulunmayan ve soyut bir başlık olarak “adalet” teması bir çırpıda kabul ediliveriyor. Kimse o esnada bunun sınıfla doğrudan ne ilgisi var, emekçileri ilgilendiren asıl konuyu ıskalıyoruz demiyor.
Bu yıllar yılı böyledir. Bunun tamamen benzeri kadın kurtuluş mücadelesiyle ilgili olarak cereyan eder. Ne zaman kadın alanında bir şeyleri tartışmak icap etse ve bu alanda bir gayret göstermek gerekse, herkesin aklına hemencecik sınıf çelişkileri gelir. Erkek egemenliğiyle, kadınlar arasındaki çelişki bir türlü ele alınamaz. Çünkü arkadaşlarımız, yine tam o sırada emek konusunu çok önemsemek isterler. Kadınlarla ilgili mesele geçtikten sonra ise hemen sınıf meselesinden çıkıp, her zamanki soyut ve ikincil konularına geri dönerler.
Cumhuriyetin kazanımları, yerel sorunların esas alınması, kültürel çalışmalara ağırlık verilmesi, sendikacılarla aynı frekans düzeyinde siyaset yapmak, mücadelede popüler simalara gereğinden fazla yer açmak gibi başlıklar önümüze geldiğinde, kimse bunların sınıf siyasetinin önüne geçtiği yönünde yüksek perdeden bir ses yükseltmez.
Kapitalizme iki kelime itirazı olmayan liberallerin dahi yeni sürece “sınıf” meselesinden ötürü çekinceleri var. Tabii ki ya, emek sermaye çelişkisi ne olacak? Kapitalizme karşı olmayı çoktan bırakmış olan bu insanlar, bahsi buradan açabiliyor. Keşke geçmişte uygar, modern ve zamanın ruhunu kavramış olarak görmeseydiniz kendinizi bu kadar. Küreselleşmeyi ayakta alkışlarken hiç antikapitalist ve antiemperyalist değildiniz maalesef.
Muhalif televizyon kanallardaki sunucuların anlatım tarzına dikkat etmeye çalışıyorum. Süreçten konuşurken, onun arka planında hep bir fenalık varmış gibi konuşuyorlar. Bu fenalık, mesela Kürt hareketinin kendi attığı adımlar karşısında, demokrasi adımları atılmasını istemesi gibi görülebiliyor. Pazarlık yapmak dedikleri bu, tehlikeli dedikleri bu, altında bir çapanoğlu olabilir dedikleri bu. Ben anlayamıyorum, peki Kürt halkı demokrasi bile istemeyip ne istesin? Yoksa zaten vardı da fazladan mı istiyor?
Kürt halkı ne yaparsa bu sunucu arkadaşların büyük şüphesi ortadan kalkacak? Efendim, Suriye’de hemen silah bırakıverilmemiş. Güya Suriye konusunu pek bilen şahsiyetlerin dikkat çektiği yönlerden biri bu. Daha Alevilerin ve Dürzilerin yaşadığı bölgelerin dumanı üzerinde tütüyor. Suriye’nin resmi silahlı kuvvetleri gibi kabul edilenler, bu toplumların yaşadığı alanlara girip sorgusuz sualsiz insan öldürüyor. Bütün bu olan bitenleri Kürt halkı an be an izlerken, nasıl olsun da “tamam artık bizim hiçbir çekincemiz kalmamıştır” desin. Gözleri gören, kulakları duyan herhangi bir insan bunu nasıl diyecek? Asıl Lazkiye’de, Tartus’ta, Süveyda’da bu kıyıcılığı yapan sözde resmi kuvvetlere karşı bir şüphe duymak gerekmez mi? Asıl onlara bu kıyıcılığı yapamazsınız demek gerekmez mi?
Kürt Özgürlük Hareketi bu coğrafyada yükselecek sosyalizm mücadelesinin doğrudan ittifakıdır. O nedenle emekçilerin mücadelesi bizi ilgilendirir ve Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesi de bizi ilgilendirir.
Lenin için; dünya sosyalist güçlerinin bir müfrezesi olan Rusya’daki işçi sınıfına oranla, Alman işçi sınıfının atacağı adımlar daha kritikti. Lenin, “Dünya devriminin bütün başarısı, her şeyden önce Alman devrimine bağlıdır” diyordu. 1918 Mart’ında ise: “Mutlak gerçek şudur ki, Almanya’da devrim olmazsa biz mahvolduk demektir” diye konuşmuştu.
O, Rusya’da sınıf mücadelesi verirken Almanya ile gerçekleşecek enternasyonalist birlikteliğe büyük önem atfediyordu. Biz de Bolşeviklerin Alman işçi sınıfını hesaba kattığı gibi, Kürt halkının verdiği mücadeleyi hesaba katmalıyız elbette.