Daniel Guerin, Nazizmin oluşum evresinde yaptığı Almanya seyahatinden gözlemlerini aktardığı Kahverengi Veba adlı kitabında, faşizmin ortaya çıkış nedenlerini anlamak için, insanların iki savaş arasındaki Almanya’yı kendi gözleriyle görmesi gerektiğini belirterek, Nazi iktidarının kolektif ve patolojik bir çılgınlığın üzerinde yükseldiğini söyler. Gözlemlediği her mekanda, koyu bir Yahudi ve Bolşevizm düşmanlığıyla gözlerini karartmış militanlar görür. İçerisinde bulundukları açlık ve sefalet koşullarının baş müsebbipleri olarak gördükleri bu iki kesime olan düşmanlıkları, bu insanların başlıca siyasi motivasyonudur.
Yani, söz konusu olan, Hitler isimli bir dengesizin uçuk fikirlerine kendini kaptırmış, bu fikirlerle “kandırılmış”, savaş sonrası aklı başına gelmiş bir halk değildir. Gerçekte olan, bir halkın kendi çıkar, inanç ve hedeflerini bir liderle özdeşleştirmesi, bu uğurda Nazi ideolojisini sahiplenmesi, güçlendirmesi ve çoğaltmasıdır (Nazi ideolojisi ancak eklektizm ve pragmatizmle açıklanabilir. Bu ideoloji, kimsenin okumadığı, kimsenin üzerinde müzakerede bulunmadığı, ancak herkesin “bildiği” bir ideolojidir).
Michael Mann’in de belirttiği gibi, Nazizmin nefret ve şiddet dolu çağrılarına yanıt veren bu kitlelerin büyük bir bölümünü gençler oluşturmuştur. “Orta yaşın ruhsuz bilgeliğini temsil eden burjuva ve sosyalist partiler”in aksine, Hitler, Alman gençliğini kavgaya, intikam almaya ve ırkını yüceltmeye çağırmaktadır.
Ödön von Horvath’ın Tanrısız Gençlik (Jaguar Yayınları) isimli romanı bu dönemi ve bu dönemin gençlik kültürünü konu edinmektedir. Romanın kahramanı, kendisini faşist toplumsal histeriye kaptır(a)mamış, öfke ve nefret dolu olan öğrencileriyle iletişim kurmakta zorlanan, insanlığın ideallerinin yeniden peşine düşme arzusundaki bir lise öğretmenidir. İşini kaybetmemek için öğrencileriyle ve meslektaşlarıyla ilişkisinde siyasi telkinlerde bulunmaktan kaçınsa da, bazen kendini tutamayıp “zenciler (ari ırktan olmayan herkes kastediliyor) de insandır” gibi cümleler kurar. Ancak hemen kendi kendini düzeltir: “Böylece cümleyi bırakıyorum, çünkü ‘radyo’da birinin söylediği bir şeyi, hiçbir öğretmen yanlış diye çizemez.”
Kahramanımız, hiçbir şekilde yakınlık kuramadığı bu gençleri Balık Çağı gençleri olarak anar, içlerinden birisine balık lakabını takar. Babil astrolojisine göre M.Ö. 150 ile 1950 arasını kapsayan Balık Çağı’nı, Hıristiyan öğretisinin bu çağa yüklediği anlamların tam tersi şekilde açıklar: Duygusal açıdan soğuk, tüm insani niteliklerinden arınmış bir gençlik tasvir eder: “İnsanları umursamıyorlar, onlardan vazgeçmişler. Makine olmak istiyorlar: Vidalar, çarklar, pistonlar, zincirler. Fakat makinelerden ziyade mühimmat olmayı tercih ederlerdi: bombalar, şarapneller, mermiler. Herhangi bir savaş meydanında telef olmayı ne çok isterlerdi! Bir şehit anıtının üzerinde adlarının yazması, ergenliklerini süsleyen tek hayal.”
İnsanlık değerleri yok hükmündedir. Peki Tanrı? Kahramanımız Tanrı’ya inanmadığını belirtse de, içten içe onun bir adalet tesis etmesi gerektiğini düşünmekte, dini bir denge noktası olarak görmektedir. “Tanrı neden hep zenginlerin yanındadır?” diye sorar Papaza, bu açlık ve sefaletin insanları Tanrı’dan uzaklaştırdığını göremiyor mudur? Papazın cevabı açıktır: “Tanrı dünyadaki en korkunç şeydir.” Roman ilerledikçe, inanmadığı ama güvendiği bir Tanrı tasavvurundan, inandığı ama iyiliğine ve adilliğine güvenmediği bir Tanrı’ya doğru yol alır öğretmen. Zenginlerin her zaman galip geldiği doğrudur ve “şarap suya dönüşmeyecektir”.
Tanrısız Gençlik, toplumunun içerisinde nefessiz kalan, öldürmeyi/ölmeyi arzulayan kitlesel histeriden ürken ve mesleğini kaybetmemek için susmakla, bedel ödemek pahasına doğruları söylemek arasında gidip gelen bir öğretmenin hikayesi. Ölümü ahlaki bir sorun olarak değil, siyasi veya “bilimsel” bir araç olarak algılayan, aklını ve vicdanını siyasi iktidara emanet etmiş gençliğin, onların ebeveynlerinin hikayesi. En önemlisi de, sonucunda faşizm kurulsa da kurulmasa da, faşizmin üzerinde yükseldiği ruh, zihin ve siyaset biçimlerinin insanlığın önünde, her zaman olduğu gibi, bugün de bir tehlike olarak var olduğunun hikayesi.