Kürt siyasetçi ve DTK eski eş başkanı, cezaevinde tutsak olan Leyla Güven ile konuştuk:
Sayın Öcalan’ın yapacağı açıklama, gündelik siyasi polemiklere, manipülasyonlarına kurban edilemez. Bu açıklamadan sonra hiçbir şey eski tarzda devam edemeyecek. Siyasi atmosfere yeni bir bakış açısı gelecek
Pazar Söyleşisi / Nezahat Doğan
Değişim dönüşümün yaşanacağı tarihsel bir dönemden geçiyoruz. Kürt sorunun çözümünde temaslar görüşmeler devam ederken gözler İmralı’dan yapılacak çağrıya çevrildi. Uluslararası komplonun üzerinden 26 yıl geçti ve bugün yeni bir eşikte komployu o gün yapan devletler bugün yeni bir çözüm için İmralı’nın kapılarını mı açıyor. Bu temaslar sürerken diğer taraftan da baskılar, kayyımlar, soruşturmalar devam ediyor. Tecrit sürüyor. Yapılacak çağrının ardından neler değişecek? Ne türlü somut adımlar atılacak? Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme için toplumun birçok kesimi ve demokratik kitle örgütlerine düşen sorumluluklar neler? Tam bunları Kürt kadın hareketinin içinde mücadele etmiş, kadın iradesi olarak siyasette yer almış, tecridin kaldırılması için 44 ay önce açlık grevlerinde öncü olmuş ve tecridin bir nebze de olsa delinmesinin önünü açmış Kürt siyasetçi ve DTK eski eş başkanı, cezaevinde tutsak olan Leyla Güven ile konuştuk.
- Tarihi bir dönemeçte miyiz? Kürt sorununun çözümünde geçmişte olduğu gibi bugün de devlet cephesinden çağrı yapılan kişi Abdullah Öcalan. Öcalan’ın çözümde siyasi aktör olmasındaki temel güç nedir?
Doğru tarih doğru insandır. Doğru insan doğru yaşamdır. Yanlış tarih doğru yaşanmaz, diyor Sayın Öcalan. Tarihi bir dönemeçte miyiz? Evet. Hem dünyada hem de Ortadoğu’da kendini adeta dayatan yeni bir dünya düzeni kaçınılmaz olarak orta yerde duruyor. Her ülke, halk, topluluk kendi sistemini gözden geçiriyor. İki olgunun büyük çatışmasını teknoloji sayesinde canlı bir şekilde izliyoruz. Bir yanda despot, tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci bir grubun ırkçı politikaları küresel boyutta yayılırken, bir yandan da liberalizm sarmalından kurtulamayan temel ilkelerinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan, toplumun gerçek sorunlarından habersiz olan sosyal demokratlar var. Bu gidişat toplumdaki umutsuzluğu daha da derinleştiriyor. Dolayısıyla elinde toplum için demokratik, özgürlükçü bir planı, projesi, paradigması olan kesimler doğal olarak en çok konuşulanlar oluyor. Ortadoğu’nun en kadim halklarından olan Kürt ve Filistin halkı hala kendi topraklarında özgürce yaşayabilmenin mücadelesini veriyor. Kürt sorunu son yüzyılda Ortadoğu’nun sınırlarını aşmış, evrensel bir boyuta ulaşmış durumda. Bu soruna en kapsamlı ve doğru perspektifle yaklaşan lider önderliğimiz Sayın Öcalan’dır. Bu realiteyi hem Kürt halkı hem de TC Devleti çok iyi biliyor. Bu nedenle de Kürt sorununun en doğru muhatabının Sayın Öcalan olduğunu ve çözümün de ancak onunla olabileceğini gören devlet yetkilileri, uluslararası arenada sıkıştıkça soluğu önderliğimizin yanında alıyorlar. Biz de yıllarca ısrarla doğru muhatap Sayın Öcalan dedik. Zira Kürt sorununa ömrünü vakfetmiş, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir paradigmanın mimarı olan Sayın Öcalan, 26 yıldır ağır tecrit koşullarına rağmen pes etmeden çalışmış ve çözüm için bir muhatap aramıştır. Türk devlet yetkilileri de 2015’te sonlandırılan çözüm sürecinde kendisinin öngörü ve geniş perspektifine yakından şahit oldular. Halkıyla, örgütüyle bu kadar bütünleşmiş bir liderle süreç yürütmek, kendilerinin lehinedir.
- Komplonun üzerinden 26 yıl geçti tecrit sürüyor. 26 yılda sizce umulan neydi, gerçekleşen ne oldu?
İki yüz yıl önce Kürdistan’ın harita üzerinde cetvelle bölünmesinde bizzat bulunan anlaşmalara kendi adını veren ve dört ayrı devlet sınırları içinde kalan Kürt halkının en kısa yoldan nasıl asimile edileceği formülünü de bu devletlere verenler ile 1996 yılında da Sayın Öcalan’ı bir komployla Türkiye’ye teslim eden aynı uluslararası güçlerdir.
Bu güçleri en iyi tanımlayan, çözümleyen Sayın Öcalan’ın kendisidir. Hiç kuşku yok ki bu konudaki muratları; “Başı al, gövde dağılır” tezi idi. Ancak uluslararası hukuku da yok sayıp ayaklar altına alan bu komployu, ağır tecrit koşullarına rağmen boşa çıkaran yine Sayın Öcalan’ın kendisi olmuştur. Uluslararası despot güçlerin yanıldıkları en temel konu özgürlük hareketini kişilerden ve silahlardan ibaret sanmalarıdır. Oysa Başkan Apo yeni bir paradigma yaratmıştı. Kendisi olmasa da bu sistem işlerdi. Bu paradigma doğal toplumda, Mezopotamya bölgesinde kadınlar tarafından geliştirilen tezlerin, erk zihniyet tarafından çalınıp binlerce yıl sonra Batı’da antiteze dönüştürülen uygarlık yaratmalarının tümünün sentezi denilebilecek yeni bir yaşamın paradigmasıdır. Bu, bütün halkların, inançların bir arada özgürce yaşayabileceği demokratik bir toplumun inşasıdır. Kadının iradesinin yok sayıldığı hiçbir sistemin başarılı olmadığı tarihsel deneyimlerde görülmüştür. “Kadın özgür olmadan toplum özgür olamaz” diyen Başkan Apo, bu paradigma ile kadın devriminin de temellerini oluşturdu. Uluslararası komplocuların hesaba katmadığı daha birçok olgu bu paradigma ile boşa çıktı. 26 yılda Başkan Apo bu tezlerini yeni evrensel, çağdaş, demokratik boyutlara ulaştırdı. Amaçları hasıl olmayan güçler ise bükemedikleri eli tutmak zorunda kalmış gibi görünüyor.
- En son sizin başlattığınız açlık grevleri sonrasında tecrit bir nevi delinmişti. Sonra yeniden tecrit derinleşti. Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla nasıl bir süreç işliyor ne görüyorsunuz?
Başkan Apo 1999 yılında uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirildiğinde, Kürt halkı dünyanın her yerinde ayağa kalktı ve ateşten bir iradeyle “güneşimizi karartamazsınız” diyerek eyleme başladı. Bu eylemler 26 yıl boyunca hiç eksilmeden devam etti. Anayasa’da, hukukta, ahlakta, vicdanda asla yeri olmayan mutlak tecridin ortadan kaldırılması için zindanlarda birçok kez açlık grevi ve benzeri eylemler yapıldı. 2018’de Amed zindanında başlayan ve dalga dalga Kürt halkının yaşadığı coğrafyaya ulaşan bu eylemin öncüleri zindanlardan fedai ruhlarıyla katılan Aytenler, Zülküfler olmuştur. 7 arkadaşımızın zindanlardan, iki arkadaşımızın da Avrupa’dan en değerli varlığı olan canlarını ortaya koyup bu hukuksuz tecridin ortadan kalkmasını talep etmeleri, TC için telafisi imkansız tarihi bir çürümüşlüğe karşı bir direniştir. Bu arkadaşlarımız sadece ve sadece yasalarda, ceza infaz sisteminde bulunan ve bütün hükümlü tutuklulara uygulanan aile, avukat, arkadaş vesaire, mektup, telefon gibi hakların Sayın Öcalan ve yanında bulunan üç arkadaşa da uygulanması için eylemler gerçekleştirdiler. Onlar Kürt halkının direniş tarihine altın harflerle isimlerini yazdırdılar. Bu 26 yıllık İmralı ada hapishanesinin özel hukuku muhakkak sorgulanacaktır ki, bugün orada uygulananın tecrit olduğunun en yetkili ağızlardan itiraf edilmesi bunu gösteriyor. Devlete kendi yasalarınızı uygulayın diye binlerce insan 200 günlük açlık grevinde kalıyorsa, kahramanca bedenini ortaya koyuyorsa, muktedirlerin durup düşünmesi gerekir. Artık bütün Kürtler şunu iyi biliyor; 26 yıllık tecridin 23 yılında iktidar olan AKP, istediği zaman adaya gidişi sağlar. Aksi durumda çeşitli bahanelerle bunu engeller. Şimdi yine AKP-MHP ittifakının Başkan Apo’nun düşüncelerine ihtiyaç duyduğunu ve bu temelde bir adım attığını görebiliyoruz. Bu diyaloğun devam etmesi sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarının yararına olacaktır. Başkan Apo, “eğer Kürt sorunu çeşitli vesilelerle çözülmezse bu ülkede darbe mekaniği devreye girer; yoksulluk, yolsuzluk ve hukuksuzluklar her alanda çoğalarak devam eder” değerlendirmesinde bulunmuştur. Son 50 yıla baktığımızda bu tespitin ne kadar gerçekçi olduğunu çok net görebiliyoruz.
- Abdullah Öcalan İmralı da olduğundan itibaren sürekli barış dedi. Siz de bir Kürt kadını ve siyasetçisi olarak uzun yıllardır barış için mücadele ediyorsunuz. Öcalan’ın barış süreçlerinde rolünün önemini nasıl okumak gerekiyor?
Başkan Apo’nun barış ve çözüm çabaları İmralı Adası’nda başlamadı. Son 50 yılı bütünlüklü okuyanlar rahatlıkla bu çabanın 90’lardan bu yana hep var olduğunu göreceklerdir. Tarih biliminin bize sağladığı kolaylıklardan biri geçmişin ışığında bugünü öğrenmek, aynı zamanda bugünün ışığında geçmişi anlamaktır. Zira tarih bir süreklilik barındırır. Kesintili veya parçalı değildir. Başkan Apo tam da böyle bir tarih içerisinde geçmişle bugünü sentezleyerek en doğru dersleri çıkardı ve bu doğrultuda “her yerdeki çatışma ve savaşların nihai hedefi kalıcı, onurlu bir barışa ulaşmaktır,” diyerek muhatap arayışına girdi. Sayın Özal’dan Erbakan’a, Gül’den Erdoğan’a bu arayışını hep devam ettirdi. Ancak bu muhataplardan kiminin şaibeli ölümü, kiminin cesaretsizliği, kiminin de taktiksel yaklaşımı bu arayışı bu çabayı sürekli sekteye uğrattı. Başkan Apo, en son 2018’de tecridin son bulması için cezaevlerinde başlayan grevlerin sonrası yapılan görüşmelerde “devletten aklı selim bir muhatap çıkarsa karşıma, bu sorunu bir haftada çözerim, artık bu gençlerin ölümlerini durdurmalıyız” demişti. Ancak devleti yönetenler iktidarlarını önceledikleri için bu çabaları görmezden geldiler. Başkan Apo’nun bu açıklamasından sonra yaklaşık 4 yıl kesintisiz tecrit devam etti. Eğer devlet yine Arap Baharı dönemindeki gibi zaman kazanmaya dönük bir çaba içindeyse bu Türkiye halklarına büyük bir maliyet getirecektir. Hem can kayıplarına hem de trilyonlarca lira kayba sebep olan bu sorunun çözümsüzlüğü, Türkiye’de yaşanan çoklu krizleri daha da derinleştirir. Bu realiteyi ne kadar doğru ele alıyorlar bilinmez ama bugünlerde geçmişte söylemekten ısrarla imtina ettikleri barış söylemini sıkça kullandıklarını görüyoruz. Bu da hiç kuşkusuz Başkan Apo’nun ısrarlı çabasının sonucudur. Barışta herkes kazanır. Kürt, Türk kadim kardeşliği gibi sözleri iktidar cenahından duymayalı uzun süre olmuş…
- Pervin Buldan’ın sizi cezaevinde ziyaret ederek, İmralı görüşmeleri hakkında bilgilendirdiğini biliyoruz. İmralı’dan neler aktarıldı? Abdullah Öcalan’ın size mesajı ne oldu? Ne hissettiniz?
Kürt halkının yaşlısı, genci, kadını erkeği mücadele sahalarında bir gün Başkan Apo’yu görme veya selamlama, selamını alma umuduyla dolup taşar. Başta onu görmeden yıldızlaşan tüm arkadaşların anısı önünde saygıyla, minnetle eğildiğimi belirtmek isterim. Başkan Apo’yu görmek en çok da onların hakkıydı. Ben de bir Kürt kadını olarak onun öğretisiyle kendimin farkına vardım. Nesne değil, özne olduğumun bilincine vardım. Özgüven kazanarak başta eril sistem olmak üzere kadınlara dayatılan bütün olgularla mücadele etmeyi öğrendim. Özgürlük hareketini tanıma olanağına sahip olduğum için şanslı olduğumu biliyorum. Ama Kürt halk önderinden selam almak benim moral düzeyimi zirveye ulaştırdı. Bu selama layık olmanın kolay olmadığına, insana ekstra sorumluluk yüklendiğinin tabii ki farkındayım ve ben de gereğini yerine getirmek için elimden gelenin fazlasını yapacağım. Başkan Apo’nun şahsımda selam ve mesajını bütün kadınlara ilettiğinin farkındayım. Bugün dünya başkentlerinde Jin Jiyan Azadi sesleri yükseliyorsa, bu Başkan Apo’nun kadın kurtuluş perspektifi sayesindedir.
- Yeni süreç tartışmalarının cezaevine yansıması nasıl oldu? Cezaevi koşulları ve kıt kanaat imkanlarda katkınız nasıl olacak?
“Devrimcilik mekâna hapsedilmez, bir mekanla sınırlandırılamaz” diyor Başkan Apo. Kürt ve Kürdistan mücadelesinde zindanlar hep olageldi. Bu zindanların adı İran’da Evin, Suriye’de Sednaya, Türkiye’de Diyarbakır oldu. Ama ortak payda her ülkede işkence, ölüm, her türden haksızlık, hukuksuzluk oldu. Yaşananlar tam anlamıyla bir irade savaşıydı. Zalimlerin amacı tutsak devrimcilerin yüzünde küçücük de olsa bir pişmanlık beklentisi görebilmekti. Ama amaçlarına asla ulaşamadılar. Hayriler, Kemaller, Mazlumlar, Saralar, Semalar, Zülküfler, Aytenler… Katıksız direnişleriyle zindanlardaki karanlığı aydınlattılar. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde zindanlar hala Kürtlerle, muhaliflerle dolu. Kürt politik tutsakların zindan direnişleri de devam ediyor. Son 26 yılda Başkan Apo’nun da dahil olduğu bu alanlarda politik, entelektüel, kültürel birçok alanda muazzam birikimler ortaya çıktı. Devletin Başkan Apo ile başlattığı görüşme trafiği politik tutsaklar tarafından da çok büyük bir heyecan ve kaygıyla karşılandı. Heyecanlıyız çünkü uzun bir aradan sonra başkandan haber aldık. İyi ve sağlıklı olduğunu öğrendik. Kaygılıyız çünkü devlet bugüne kadarki gerçekleşen temaslarda samimi ve güven veren bir şekilde değil, teknik ve taktiksel biçimde yaklaştı. Dolayısıyla bizler de halkımız gibi temkinli bir iyimserlik içindeyiz. Başkan Apo’ya güvenimiz sonsuz. En büyük güvencemiz de dünyayı her açıdan doğru okuyabilen, akışkan bir düşünce yapısıyla, Ortadoğu ve bütün insanlık için önemli yoğunlaşma ve öngörülere sahip Başkan Apo’dur. Biz onun iğne ucu kadar dahi çözüm ve barış umudu varsa onu değerlendireceğini biliyoruz. Aksi takdirde zindanlarda, alanlarda direnişimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Biz Kürt tutsaklar bu sürecin Kürt ve Türk halkının ortak coğrafyada eşit ve özgür yaşayabileceği kalıcı bir çözüme evirilmesi için elimizden geleni yapmaya hazırız.
- Abdullah Öcalan’ın sadece Kürt meselesi değil özellikle Ortadoğu barışına katkısı ve paradigması nasıl karşılık buluyor? Ortadoğu’da süreç onun çözüm önerileri üzerinden mi gelişecek? Ya da tersi durumda ne olabilir?
Ortadoğu’nun en bilinen yönü, çok kimlikli, kültürlü, inançlı yapısıdır. Yüzyıllar önce teknik imkanlar bu kadar gelişkin ve elverişli olmadığı halde, halklar başta ticaret olmak üzere birçok alanda uyum içinde yaşaya bilmişlerdir. İnsan doğal olarak soruyor. Peki ne oldu da bilimin, sanatın, felsefenin kısacası bütün ilklerin doğuş kaynağı olan ana tanrıçalar diyarında bu denli bir geri kalmışlık, tutuculuk, dincilik, tekçilik ve benzeri şeyler yaşanıyor. Bu konuları çalışan, Ortadoğu’nun kök hücresine giren tespitler yaparak, halklar lehine çözüm üreten tek insan Başkan Apo’dur dersek yanlış olmaz. Bunu yazdığı savunmalarda da net olarak görebiliriz. Kuşkusuz tarihçiler, bilim insanları, filozoflar da bu konuya eğilmişlerdir. Ama çoğunun bazen bilinçli, bazen farkında olmadan gerçekleri çarptırdıklarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Başkan Apo Ortadoğu’nun içinde köklü bir şekilde yerleşmiş olan oryantalizmi çözümleyip teşhir etmiştir. Demokratik ulus, özgür eş yaşam gibi perspektifler bu çözümlemeler neticesinde gün ışığına çıkabilmiştir. Başkan Apo üzerindeki tecridin önemli sebeplerinden biri de ortaya koyduğu paradigmanın dallanıp budaklanmasını engelleme niyetlerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu paradigma sadece Kürt halkı için lokal bir çözüm değil, Ortadoğu halkları için genel bir çözüm perspektifi sunuyor. Ulus devletler dahil tüm sistemin kendini revize etme ihtiyacı duyduğu bu süreçte, Ortadoğu’yu tarihin başlangıcında olduğu gibi demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşama döndürme gayretidir Başkan Apo’nun hedefi bu. mümkündür. Bunu tüm imkansızlık ve saldırılara rağmen Rojava’da görüyoruz. Bu sistemin hayat bulması engellenirse kriz, kaos, savaş maalesef ki devam edecek. Bizler tabi ki bu kaostan, kısır döngüden çıkış olduğunu her koşulda anlatmaya devam edeceğiz.
- İktidar bir yandan barışa yönelmiş gözükürken diğer yandan irade gaspı ve tutuklamalarla şiddet ve savaş politikalarını hayata geçiriyor. Siz de belediye başkanı milletvekili olarak defalarca irade gaspına maruz bırakılmış tutsak edilmiş bir siyasetçi olarak bu çelişkili durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devleti kurulduğu günden bugüne her türlü politikasını Kürdün asimile edilerek Türkleştirilmesi üzerine inşa etmiştir. Cumhuriyet 1921 Anayasası ile kapsayıcı olmaya çalışsa da 1924 Anayasası ile tekçi ve milliyetçi karaktere büründü. Kürtlerin yargılanması her dönemde devam edegelmiştir. İstiklal mahkemelerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, DGM’lerinde en çok da Kürtler yargılamıştır. Dolayısıyla bugün de Kürdistan ile sınırlı kalmayan, Türkiye’nin her yerinde, hatta CHP’nin içinde Kürt avına çıkan bir pratikle karşı karşıyayız. Dikkat edilirse, Ahmet Özer de Sarıgül de tutuklanan meclis üyeleri de Kürt’tür. Bu bir tesadüf değildir. Bilinçli bir yönelimdir. Kürtler dün bölücü, vatan haini olarak tanımlanıyorlardı. Bugün de toplumda terörist olarak formüle ediliyor. Eğer bir halk inkâr edilen dilini, kimliğini, kültürünü, haklarını savunduğu için terörist olarak damgalanıyorsa bizim için hiçbir sakıncası yok, baş göz üstüne. Hem dünya örneklerinde hem de önceki çözüm süreçlerinde bu yaklaşımlara da çokça şahit olduk. Her siyasi irade karşı gücün sergilediği tutumu bilir, tanır. Kürt halkı 17 bin faili meçhule, binlerce köy yakmaya, yüzbinlerce göç etmeye, akıl almaz işkencelere rağmen asla pes etmedi, merhamet dilenmedi. Bugün de belli ki “terörle mücadele” adı altında her türlü hukuksuzluğu yaşamaya devam edeceğiz. Ancak güven olgusu bu şekilde asla tesis edilemez. Umuyor ve diyoruz ki bu tür denenmiş ve sonuç alınamamış yöntemlerden vazgeçilir. Ne kadife eldiven ne demir yumruk… Kadife eldivenle üşüyen çocukları ısıtalım, demir yumrukla da anneleri çocukları hurda toplamaktan kurtaralım.
- Abdullah Öcalan’dan mesaj bekleniyor ama tecrit de devam ediyor. Tecrit barış için bir engel değil mi?
Tecrit, bütün dillerde izolasyon ve insanlıktan uzaklaştırma anlamına gelir. Asla kabul edilemez ve normalleştirilemez. Bu işkence yöntemine karşı çıkmak her insanın temel görevidir. Bu konuda 26 yıldır Kürt halkı ve dostları her koşul altında tepkilerini dile getirdiler. Başkan Apo 26 yıl boyunca koşullarına dair tek bir talepte dahi bulunmadı. Hiçbir zorlayıcı çalışmaları önünde engel görmedi. Kitapları, tezleri ve yol haritalarını İmralı koşullarında oluşturdu. Kendisinin bu konuda bir talebi olacağını düşünmüyorum. Ancak biz politik Kürt tutsaklar olarak bu durumu kabul etmiyoruz. Eğer tüm toplumu ilgilendiren hayati bir konuda müzakere mevzu bahis ise şartların da eşit olması gerekir. En azından şimdilik koşulların iyileştirilmesi ile başlanabilir. Başta avukatları, yerli yabancı heyetlerin, basın yayın kuruluşlarının görüşme yapabilmesi sağlanmalı. Başkanın yaşı ve sağlık durumunu da göz önünde bulundurursak gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bunlar bir talep değil, eğer gerçekleşecekse bir müzakerenin olmazsa olmaz asgari koşulları ve gerekliliğindendir.
- İmralı’dan tarihi bir açıklama bekleniyor. Nasıl bir döneme giriyoruz?
Sayın Öcalan’ın yapacağı açıklama, gündelik siyasi polemiklere ekranda her konuda yorum yapan yüzlerin manipülasyonlarına kurban edilemeyecek kadar önemlidir ve hayatidir. Bu açıklamadan sonra hiçbir şey eski tarzda devam edemeyecek, siyasi atmosfere yeni bir bakış açısı gelecek. Bu çağrının tarihi olduğunu belirtiyoruz. Ancak bazı kesimlerin bilinçli bir şekilde bu çağrıyı basit gösterme, itibarsızlaştırma, etkisini azaltma çabaları olduğunu da görüyoruz. Biz Kürt siyasetçileri olarak, “sizi kandırıyorlar. Bunlarla barış olmaz. Siz ömrü bitmiş iktidara can simidi oluyorsunuz,” minvalinde nasihatler duyduk. İronik olan ise bunu dile getirenlerin bu iktidarı defalarca uçurumdan çevirenlerin olmasıdır. Türkiye muhalefeti de Kürtleri AKP ile pazarlık yapmakla suçluyor. Sürekli bir Kürtleri kandırıyorlar klişesi söz konusu. Oysa kandırılan hiçbir zaman Kürtler olmadı. Her seferinde kandırılan Türkiye olmuştur. Eğer bugün Türkiye başta ekonomi olmak üzere birçok krizle baş etmeye çalışıyorsa bu da uluslararası arenada çok defa kandırıldığı içindir. Kürtler ise gasp edilen hakları için her yapı ve yöntemi denemişlerdir. Bu çağrının kıymeti kesilip biçilemez. Bu çağrının kıymetli olduğunu bilmemiz de iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye’nin sorunudur. Kürt sorununu çözmüş tam demokratik bir Türkiye herkese lazımdır.
- Kürt ve demokratik kamuoyu bu aşamada barış için ne yapmalı? Sürece nasıl yaklaşmalı?
Halka birinci elden tüm gelişmeler şeffaf bir şekilde anlatılmalıdır. Ne kadar bilirsen o kadar katılırsın. En kırsal bölgelerden metropollere kadar tüm kesimlere ulaşılmalıdır. Demokratik kamuoyunun rolü son derece önemlidir. Öncelikle yeni bir dil, üslup oluşturulmalıdır. Üstenci, ötekileştirici, kara propagandacı dili terk ederek işe başlanmalı. Bir kesimin Kürt meselesi bittiğinde işsiz kalacağını düşündüğü için radikal tarzda karşı durduğunu görüyoruz. Kendisini muhalif demokrat olarak tanımlayan şahısların “Kürtler niçin silah bıraksın? Ne aldılar ki silah bıraksınlar,” tarzındaki değerlendirmeleri düşündürücüdür. Bizce dezavantajlı durumları avantaja çevirecek olan Kürt kurumlarıdır. Bu süreçte her bir politika mesaisini iki katına çıkarması gerekiyor. “Barış savaştan zordur,” sözü boşuna söylenmemiştir. Bir yüzyıl daha kaybetme lüksümüz yok. O vakit çabalarımızı büyütelim ve adımlarımızı hızlandıralım.
- Sizce sürecin kritik eşiği ne olacak? O eşiği aşmanın koşulları neler?
Bütün dünyada çatışma- çözüm süreçlerinde kritik eşikler vardır. Bu eşikler her ülkenin kendi zemininde ortaya çıkar. Kürt – Türk meselesinde, geçmiş süreçlerde bu eşikler büyük ölçüde aşıldı diyebiliriz. Sıfırdan başlama noktasında değiliz. Ancak her sürecin de nasıl bir konjonktürde geliştiği önemlidir. Bugün rahatlıkla diyebiliriz ki hem dünya hem Ortadoğu’da mevcut konjonktür Kürt sorununun dört parça içerisinde çözümüne, sorunu genel olarak ele alacak koşullara uygundur. Bugün en çok ihtiyaç duyulan, her iki tarafın da karşılıklı yaşadığı güven bunalımını aşmaktır. Bu nedenle de güven verici ve arttırıcı adımlara ihtiyaç var. Bu eşik sınırı hepsinden önemlidir. Kullanılan dilin pozitif anlamda değişimi bir eşiktir. Bu aşılması gereken bir eşik. Karşılıklı bir ateşkes sağlanmalıdır. Cenazelerin geldiği bir ortamda barışı konuşmak zordur. Tabii ki bu önemli bir eşiktir ve zor bir eşiktir. Bunları çoğaltmak mümkün. Ama pratik adımlar söze gerek bırakmadan hayata geçirilmeli. İyi bilinen bisiklet pedalı metaforu duruma en uygunudur. Sürekli çevirirsen ilerlersin, durursan düşersin. Artık hiç kimse düşmesin bu yolda, evlatlarımızı yitiren annelerin canı artık yanmasın istiyoruz.
- Barış için muhataplara düşen sorumluluk ve atılması gereken adımlar neler?
Bu denli köklü ve tarihi boyutu olan sorunlarda muhatapların her sözü adeta senet, teminat niteliğindedir. Her bir muhatap bin düşünüp bir konuşmalıdır. Milyonları temsil eden taraflar birbirlerine kem söz etmemeli. Her görüşme, diyalog bir siyasi etik çerçevede gerçekleşmeli. Tutulamayacak olan sözler verilmemeli, verilen sözler de tutulmalı. Muhatapların koşulları eşit olmalı. Her bir muhatap bu sorun çözüldüğü takdirde ismini tarihe altın harflerle yazdıracağının bilinciyle hareket etmeli.
- Kadınlar bu süreçte nasıl bir rol oynamalı somut önerileriniz var mı? Kadınlar barış mücadelesinde nasıl etkili ve görünür olabilir?
Dünyanın her yerinde, her dönemde savaş kararlarını erkekler almıştır ve alır. Ama bu savaşlarda en çok da kadın ve çocuklar ölür. Bu nedenle de kadınlar her koşulda savaşlara karşı net tutum alırlar. Kürt ve Filistin kadınlarının durumu farklıdır. Her iki halkın da son yüzyılda yaşadığı kırım ve katliamlar, kadınların öz savunma temelinde halkını koruma zorunluluğunu geliştirmiştir. Yıllardır verilen direnişte kadınlar adeta destan yazmıştır. Gelinen aşamada barış süreçlerinde yine kadınların barışçıl, kapsayıcı, çoğaltıcı varoluş açısına ihtiyaç vardır. Bu nedenle de Türkiye kadın hareketlerine ve Kürt kadın hareketine çok büyük sorumluluk düşüyor. Kadınlar en hızlı şekilde organize olup Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünde rol oynamalıdır. Bu konuda amasız, fakatsız, önyargısız yan yana durmalı ve geleceğimizi daha aydınlık olabilmesi için sürece dahil olmalıyız. Hepimiz de biliyoruz ki kadın fikrinin, renginin, sevgisinin, hoşgörüsünün, eşitlikçi ve gerçekçi özünün yansıdığı bir çözüm herkesin kabulü olacaktır. En kısa sürede hem yerelden hem uluslararası kesimlerden gruplar, heyetler oluşturulmalı ve İmralı’da Sayın Öcalan’la görüşme için, hem de devlet yetkilileri ile görüşmek için başvurular yapmalı. Kadınlar kendilerini muhatap kılmak için her yol yönteme, basın yayın kuruluşlarına başvurmalı; karşılaşılan engellemeler teşhir edilmeli, radikal bir barış çabası sergilenmelidir.
- Leyla Güven’in derdi nedir?
Ben de bütün kadın yoldaşlar gibi bireysel bir yaşamı tercih etmeyip kolektif, eşit, özgür bir yaşamın peşine düştüm. Bizim baktığımız yerde ailemiz, çocuklarımız, torunlarımız akrabalarımız dışında baktığımız perspektifte halkımız, ülkemiz, topraklarımız, doğamız ve bütün canlılar var. Her katledilen kadın, her aç, açıkta bırakılan çocuk, her sömürülen işçi, her ezilen halk ve ülke bizim derdimizdir. Ülkemizde barış sağlansa dahi kadın mücadelemiz devam edecektir. Zira dünyanın dört bir yanında bir kadın şiddet görse bizim canımız acıyor. Bir kadın gözyaşı dökse bizim yanağımızı ıslanıyor. Bir kadın boğulduğunda bizim sesimiz kısılıyor. Yeryüzü aşkın yüzü olunca, dertlerimiz de bizden ayrılıp güneş ananın ışıklarıyla yok olacaktır.