“Egemen güçler için, düşünce ve zihinde toplumu teslim almak kadar, toplumu tarihten koparmak da stratejik bir teslim alma yöntemidir. Tarihten ve tarih bilincinden kopmuş toplumları ve bireyleri yönetmek ve sömürmek çok daha kolaydır. Çünkü insanın gerçek özü tarihte gizlidir. Bunun unutulması, o günlere yeniden dönme umudunun da yok edilmesi anlamına gelir.”*
Bu tarihsel hakikatten hareketle Dersim Katliamının da bir komünal inanç olan Rêya Heq Kürt Alevi inancına karşı yapılmış olduğunu kabul etmek gerekir. Cumhuriyet modernitesinin tesisinde, Osmanlı’dan devralınan mirasın bir parçası olan Dersim raporlarına baktığımızda, Dersim’in etno-dinsel arındırma ve Türk-İslamlaştırma açısından bir pilot bölge olarak ele alındığını görüyoruz. Söz konusu olan Rêya Heq Kürt Alevi süreği olduğunda, imparatorluklar ile Cumhuriyet modernitesi arasında keskin bir kopuşun yaşanmadığı açıkça görülmektedir. “Devlette devamlılık esastır” söylemi, imparatorluklardan günümüze kadar Dersim üzerinde uygulanmıştır.
Bugün Dersim, bir uçtan diğer uca maden şirketleri tarafından işgal edilmiş, stratejik noktalarında barajlarla kuşatılmış durumdadır. Bu coğrafya, suyu, havası ve toprağıyla birlikte adeta yeniden bir soykırım eşiğine getirilmiştir. Bu anlayış, 1875 yılında Erzurum Müşiri Sami Paşa tarafından gündeme getirilen, “akarsular üzerine blok havuzlar yapılarak Dersim’in kontrol altına alınması” önerisinin günümüzdeki yansımasıdır. Yani, en az iki asırdır Dersim’e dönük etno-dinsel arındırma ve Türk-İslamlaştırma politikası farklı araçlarla devam etmektedir. Konuyla ilgili Fevzi Çakmak’ın 1935 yılında hazırlamış olduğu raporda şöyle denilmektedir: “Evvela koloni gibi dikkate alınması gereken Dersim meselesinin çözümü için Türk camiası içinde Kürtlük eritilmelidir. Öz Türk hukukuna tabi kılınmalıdır. Alevilikten faydalanarak Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalıştıklarını” yazmaktadır. Bu raporda net olarak Kürtlük ve Aleviliğin yok edilmesi resmi ağızlarca dile getirilmiştir.
1980 darbesinden sonra Dersim Valisi Kenan Güven’in, “Gerçek Türk sizsiniz! Sizler Ahmet Yesevi’nin soyundansınız, gerçek Müslüman sizsiniz!” sözleri, asker kökenli olan, laik ve cumhuriyetçi olduğunu söyleyen bir yönetici tarafından dile getirilmişti. Cami ve mescitlerde bu dönemde inşa edildi. Günümüzde ise, Dersim’deki mülki amirler cemevlerini gezerek Türk-İslam Aleviliğini inşa etmeye çalışırken, aynı zamanda Kenan Güven döneminde yapılan ve uzun süredir atıl durumda olan cami ve mescitleri yeniden aktif hâle getirmektedir. Bu durum, Dersim toplumunun tarihinden ve tarih bilincinden koparılmak istendiğini, yeni bir konseptle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Kenan Güven döneminde resmi eğitimden geçen birçok kişi, bugün bu kurumlarda, cemevlerinde ve mescitlerde görev yapmaktadır. “Yol sürülmedikçe, cem susar. Pir unutulunca, yol taşlaşır. Yol taşlarından, cami dikilir”
Tarihinden ve toplumundan kopmuş, kadim inancının değerlerini içselleştirmemiş ya da onu “gerici” olarak görmüş; liberal, pozitivist bir mantıkla inancına yaklaşmış bir ortamda boşluk ve anlamsızlık doğar. Böyle bir ortamda amaçsızlık ve yaşamın hiçleşmesi kaçınılmaz olur. Eğer bugün Dersim’de en kutsal mekânlarda cinayetler işleniyorsa, merkezde gençler birbirini bıçaklıyorsa, kapitalist-modernist anlayışın sahte özgürlükçü yapısı kendine alan bulabiliyorsa, bunun nedeni işte bu boşluktur.
Eğer Dersim’de gençler uyuşturucu kullanıyor, yabancılaşma her alanda artıyorsa, bunun nedeni hakikatten uzak yaşam biçimleridir.
Seyit Rıza’ya “dert” olan neydi? Onun baş edemediği yalan ve hilelerin günümüze devreden karşılığı nedir? Dünden bugüne Dersim’de yaşatılan yalanı ve hileyi bilince çıkarabildik mi? Hardê dewrêş Jar û Diyar, Kirmancîye’nin kıblegâhı olan bu topraklar bunları hak ediyor mu? Bu topraklarda yaşayan, kendini var eden kişiler ve kurumlar, yaratılan değerlere karşı dar u didar olabiliyorlar mı?
Yaşananlar, tek kelimeyle Tunceli’nin Dersim’e yönelik yeni bir toplumsal kırım konseptidir. Devletçi uygarlık sisteminin, rıza toplumuna, Aryanik topluma ve demokratik topluma karşı uyguladığı yaptırımların güncel biçimidir. Dersim, demokratik toplumun rızasız topluma karşı direnen son kalesidir.
15 Kasım 1937′ yi anmak ne anlama gelmelidir? Oğullarıyla birlikte asılan babaların tarihi Kürtlerin bir kaderi midir? “Varsın Buğday meydanı bize Kerbelâ olsun” söylemini nasıl değerlendirmeliyiz?
1851 yılında Hakkâri Şemdinan’da doğan, Müslümanlığın Şafii süreğini yaşayan Seyit Abdülkadir, Şeyh Sait’e destek verdiği gerekçesiyle 27 Mayıs 1925’te Amed Ulu Cami Meydanı’nda oğlu Seyyit Mehmet’in ardından idam edildi. Onun son sözleri, bugün de yankılanıyor:
“Yakıp yıkmakta büyük şöhretiniz vardır, burayı da Kerbelâ’ya çevirdiniz.” Aynı durumu Elazığ Buğday meydanında 16 yaşındaki Resik Hüseyin babasının gözleri önünde asılırken Seyyit Rıza’ya yaşatılır. Seyyit Rıza: ” bizim alnımızda kara leke yok. Başını dik tut ciğeram. Varsın buğday Meydanı, bugün bize Kerbelâ olsun” der.
Zaman sahipsiz, mekân rızasız, mazlum çaresiz değildir.
*Abdullah Öcalan








