Ülkede birbirini kimileyin destekleyen bazen de dışlayan güncel gelişmelerin, bölgedeki kaos, faşizmin hız ve yoğunluk kazanan devletleşme süreci, Kürtlerin silahlı ya da politik iradeleşme arayışları ve yoksullaşmanın halkta yarattığı öfkenin birbirleriyle itiş kakış halinde birlikte var oldukları bir dönemin ürettiği gerilimler olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Böyle bir bakış bize ayrıntılarda boğulmayan bütünlüklü ve sürekli hareket halinde bir bakış sağlar.
Artık kalıcılaşıp bir “yeni normal” konumuna yerleşen kaotik ortamda yaşamaya devam ediyoruz.
Kaotik ortam, bir yandan Öcalan’ın açıklanması beklenen yeni önerileri üzerinden zayıf ve kısmi de olsa bir “gevşeme”, ama diğer yandan iktidarın hızlandırdığı faşizmin kurumsallaşması süreci ve artık “hiçbir şeye aldırmam vurur geçerim” aşamasına sıçrayan pervasız saldırılarıyla “daha da sertleşip yoğunlaşma” seçeneği arasında geziniyor.
Vurguladığımız “gevşeme” ya da “daha da sertleşme” uçlarından ziyade “melez” bir durumun oluşacağını anlamalıyız. Sorun şu ki, uzun bir müddet herhangi bir stabiliteye sahip olamayacak o “melez” konum hangi uca yakın olacak?
Yani beklenti çıtasını en azından şimdilik bir “normalleşme” ya da “faşizm” noktasına koymamak, “melez” bir konum olasılığına hazır olmak gerekiyor. O “melezliğin”, şimdi hangi uca yakın olursa olsun, sonrasında nereye doğru hareket edeceğini ise içindeki mücadele belirleyecek.
Yoğunlaşacağımız yer, işte tam da bu mücadele olmalıdır. Hızla yüzleşerek zorlanacağımız yeni ve eskisinden daha karmaşık bir mücadele dönemine hazırlanmalıyız. Üstelik erken sonuç almak bir yana neredeyse hiç bitmeyecek uzun soluklu bir mücadeleye!
Evet, çok açık ki, egemenlerin ellerinde muazzam imkanlar var, hatta yüzeysel bir bakış sonucun şimdiden belli olduğunu ve sürecin geleceğinin egemenlerin istediği gibi yapılaşacağını iddia edecektir. Ama, içinde olduğumuz kaotik ortamın sadece yüzeyini değil de bütününü ve o bütünlüğün içinde hareket halinde olan gerilimleri görebilen derinlikli bir bakış, başka olasılıkların da kendisini egemen kılabileceğini görecektir.
Yükselme eğiliminde olan işçi hareketi, yeni bir yol ayrımıyla yüzleşip pek de alışık olmadığı olası yeni yolunda her an yeni keşiflerle kendini başka bir düzlemde yetkinleştirmeye yazgılı Kürt Halk Hareketi, sermaye birikiminin daha yüksek hızı uğruna ülkenin yıkılan doğasını savunan doğa savunucuları, inşa edilen mezhepçi faşizmin kurbanı olmaya aday farklı inançlardan, özellikle de Alevi inancından yurttaşlarımız, aynı faşist yükselişin sürekli aşağılayarak erkek saldırganlığının kurbanı konumuna sürüklediği kadınların sürüp gelen protestoları, yaşamlarının en güzel çağını faşizmin ırkçı-mezhepçi ve özgürlük düşmanı karanlığının içinde boğularak yaşamaya mahkum edilen gençlerin özgürlük arayışları….
İşte, başlıcalarını öne çıkarttığımız ama esasında toplumsal yaşamın daha birçok alanında farklı biçimlerde kendisini gösteren halk direnişleri, içinde sarsıldığımız kaotik dönemin yeni aşamasını halkın lehine bir çözüm yönünde zorlayan ve daha fazlasıyla zorlama potansiyeli taşıyan toplumsal dinamikler!
Öcalan’ın açıklaması
Öcalan’ın heyet tarafından okunacağı tahmin edilen açıklaması tam da önümüzdeki dönemin yapısına uygun ve zaten kendisi de taşıdığı ağırlıkla dönemin yapısını belirleyici güçlerden birisi!
Peki, ne olacak?
Genel bakış, açıklama sonrasında öyle ya da böyle bir sonuca ulaşılacağı ve bu sonucun da demokratik gelişme ya da koyulaşıp devletleşen faşizm olacağı yönünde ve tartışmalar bu görüşlerin farklı nüansları arasında yaşanıyor.
İki kez hayır! İlkin, hayır bir sonuca ulaşılmayacak; ve ikinci hayır, demokrasi ya da faşizm yapısında bir durum da gerçekleşmeyecek!
Evet, içinde olduğumuz kaotik ortamın evrilip gideceği yer henüz ufukta bile gözükmüyor ve biz yarından sonra da kendisini yenileyerek sürüp gidecek kaotik ortamda kalmaya devam edeceğiz. Ve, hem faşizm hem de halkçı-demokratik gelişmeler aynı anda güç kazanacaklar! İkisinin birlikte yaşanacağı karmaşık bir döneme hazırlanalım! İki ayrı güç alanının yerelde ve bölgede aynı anda var olacağı bir uzun dönem yaşamaya yazgılıyız.
Gerçekliğe doğru bakmak ve gerçeği olduğu gibi yani keyfimize göre eğip bükmeden görmek zorundayız.
Bir “tarihsel momentin” içindeyiz.
Egemenlerle halkın arasında yaşanacak çok yönlü ve uzun sürecek bir mücadeleye, iniş çıkışlarla, yoğunlaşıp gevşemelerle, hızlanıp yavaşlamalarla, ama her zaman gerginliklerle dolu yaşanacak, sonrasındaki uzun on yılları belirleyecek sonuçlar üreterek sürecek ve o süreç içinde yaşanan mücadeleler tarafından belirlenerek geleceğimizi yapılandıracak bir özel döneme hazırlanalım!
İşçiler
İşçi direnişlerinin gittikçe yayılan bir kalıcılık zeminine yerleştiği günlerdeyiz.
İktidarın sadece sermaye birikimine ve vurgunculuğa yol veren emekçilere ise yoksulluğu ve güvencesizliği dayatan politikalarıyla yarattığı yıkımın doğurup beslediği öfke kendisini farklı biçimlere bürünen direniş ve grevlerle dışa vuruyor.
Varlığını bir zamandır hep vurguladığımız ama zaafı olarak da birbirinden kopuk, sırf kısmi kazançları hedefleyen ve siyasete hiç bulaşmayan yapısını vurguladığımız işçi hareketi, metal iş kolunda BMİS öncülüğünde yaşanan ve kazanımla sonuçlanan grevlerle zaaflarını aşma yönünde adımlar attı, atmaya da devam ediyor.
Yeni yıl başta metal iş kolu olmak üzere birçok iş kolunda sözleşme görüşmelerinin ve bağlı olarak emek-sermeye geriliminin yaşanacağı, işçi sınıfının iktidarın ekonomi politikalarını etinde kemiğinde hissederek davranacağı bir yıl olacak.
Özellikle vurgulamalıyız ki, işçi hareketi yapısı gereği iktidarın farklı kimlikler, cinsiyetler, inançlar başta olmak üzere her fırsattan yararlanarak bölmeye çalıştığı halk güçlerinin hepsini ortak ihtiyaçlar uğruna mücadele zemininde kendisinde ortaklaştıran bir yapıya sahiptir. Bu durum, iktidarın en istemediği, en çok korktuğu bir duruştur.
Üstelik, iktidarın bilinçli ekonomi politikalarıyla sürekli daha fazla yoksullaşan işçiler yaşama hakkını koruyabilmek için sürekli mücadele etmeye bizzat iktidar tarafından itiliyorlar. 2025 yılı işçi direnişlerinin daha da artacağı, sonuç alıp en azından asgari yaşam koşullarını sağlayabilme geriliminin en yüksek düzeyde yaşanacağı bir yıl olacaktır.
Nitekim Antep’te iktidarın palazlandırdığı yeni sermaye gruplarının dizginsiz sömürüsüne karşı direnen tekstil işçilerine vali ve belediye başkanı dahil egemenlere ait bütün iktidar organlarının sınırsız saldırısı ve işçilere soluk dahi aldırmama iradesini açıkça göstermeleri, içinde olduğumuz yılın gittikçe daha da açığa çıkacak ortamını hepimize gösteriyor.
Tekstil işçilerinin içinden çıkıp gelen Mehmet Türkmen önderliğindeki BİRTEK-SEN tarafından Başpınar’da yürütülen direniş, Türkmen’in tümüyle sermayenin hizmetindeki güçler tarafından tutuklanmasına ve polisin sürekli güç kullanarak işçileri zorlamasına rağmen sürüyor.
12 Eylül 1980 darbesiyle kesintiye uğrayan ama 1989 Bahar Eylemliliklerinden güç alan ve nihayet 1996’da Ünaldı Sanayi Bölgesi’ndeki direnişle yeniden canlanan işçi hareketi, o zaman 544 işyerinde 20 bin işçinin katılımıyla 30 gün sürmüş ve bölgedeki işçilerin sigorta hakkını kazanmasını sağlamıştı.
İşte, öncesindeki on yıllardan beri sürüp gelen direniş geleneği günümüzde Başpınar’da yaşanan direnişle bir kez daha başını kaldırdı ve özellikle Antep ve Güney bölgesindeki işçiler başta olmak üzere ülkenin bütün bölgelerindeki işçileri etkileyen bir eyleme dönüştü.
Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde 250 bin civarında işçi çalışıyor ve elbette yanı başında yaşanan direniş en çok da oradaki bütün işçileri etkiliyor. Zaten Antep valiliği 15 günlük eylem yasağı koyarak direnişin Başpınar’ın tümüne yayılmasını engellemeye çalışıyor.
Başpınar örneği, önümüzdeki kısa dönemde işçi hareketinde neler yaşanabileceğinin yaşayan örneği olarak önümüzde duruyor.