İktidarın Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin toplumsallaşmasının önüne geçtiğini belirten DEM Parti’li Tayip Temel, iktidarın CHP’yi masadan kaldırmaya çalıştığını ve bu durumun da sürecin toplumsallaşmasını engellediğini söyledi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Emek Partisi (EMEP), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) “Demokrasi ve Barış İçin Buluşuyoruz, Mücadelenin Olanaklarını Konuşuyoruz” başlığıyla düzenlediği çalıştay ikinci gününde devam ediyor. Ankara Makine Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen çalıştayın oturumunda, “Temsil ve demokrasi krizinin aşıldığı yeni bir demokrasi ve mücadelenin olanakları” başlığı tartışıldı. Oturumda söz alan CHP Milletvekilli Okan Onur Konuralp, Meclis’te muhalif siyasi partilerin bazı kanun tekliflerinde ortaklaştığını ve bu durumun önemli olduğunu, daha önce benzer durumların az yaşadığını söyledi. Konuralp, “Birbirini dinlemeyen siyasi partiler bir araya gelip konuşuyor. Yine süreç nedeniyle bir araya gelen siyasi partileri de bunlara örnek verebiliriz. Asgari müştereklerde buluşarak bir araya gelmeyiz. Türkiye çok zor durumdan geçiyor; ama bizi umutlandıran bir süreçten de geçiyoruz. 20’nci Yüzyıl’da bir soruna dair bir süreç var. Ama aynı zamanda CHP’ye yönelik gayri hukuki bir saldırı da var. Birlikte direniyoruz. Bu saldırıya karşı bize destek veren dostlarımızı da tanıyoruz. Bu bir yönüyle çok daha iyi” ifadelerini kullandı.
‘Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmamız lazım’
Zor dönemlerde muhalif kesimlerin bir arada durması ve birlikte mücadele etmesi gerektiğini dile getiren Okan Onur Konuralp, “Bu zamana kadar birbirimize çok dokunmadık. Sözlerimiz birbirine çok ulaşmadı. Geldiğimizde nokta, 2019’da İstanbul’da bir başarı kazanılmış ise doğan birlikten doğdu. Herkesin sesinin, sözünün çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Demokrat olduğunu düşünen herkesin birlikteliğinden, yeni bir Türkiye ve geleceğini inşa etmek gerekiyor. Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmanın hepimize iyi geleceğini bilmemiz gerekiyor” diye konuştu.
‘Hepimize iyi gelecek’
Okan Onur Konuralp, “Çok sert bir vadiden geçiyoruz; ama birlikte olursak çok güzel bir ovaya inebiliriz. Birbirimizi geçmişten beri dinlediğimiz için çözebiliriz. Devam eden barış sürecinin de toplumun büyük bir kesiminin içine de sinmesi ve çözülmesi durumda hepimizi mutlu edeceğine inanıyorum. Sürece dair güven az, iktidar bu konuda geri duruyor. Bu güveni artırmamız lazım. Barış için mücadele edebilmek önemlidir. Zor olan barışını kurmaktır. Biz hepimiz bu barışı inşa etmeye bazen İbrahim’in karıncası gibi katkı vermeye çalışmamız lazım. Umarım bu barış menzile ulaştığı zaman hepimize iyi gelecek” diye belirtti.
‘Tabuları yıkan Öcalan liderliğidir’
Daha sonra söz alan DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, çalıştayda yer alan siyasi parti, sivil toplum örgütlerinin çeşitliliğine dikkat çekerek, bu durumun kendi başına çok önemli olduğunu söyledi. Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne değinen Tayip Temel, “Biliyorsunuz sürecin aktörü, esas yürütücüsü en azından Kürtler, Kürt siyasi hareketi açısından Abdullah Öcalan’dır” dedi.
Abdullah Öcalan’ın çatışmaları 1993’ten beri bitirmeye çalıştığına değinen Tayip Temel, “Bu bir toplum, ülke açısından durumu anlamak açısından önemli bir husus. İmkan bulsa 32 yıl önce savaş ve çatışmayı bitirmeyi isteyen bir Öcalan gerçeğinden söz ediyoruz. Peki, neden sürdü? Neden 32 yıl fazladan sürdü? Elbette birçok sebebi var. Barış liderliğini yapmak, tabuları yıkmak ile mümkün. Yerleşik ve alışılagelmiş tabuları yıkmadan barış öncülüğü, liderliği yapılamaz. Bir mücadelede yenme ve yenilme denklemi içinde bir yol kat etmediğinizde toplum çürüme tehlikesi yaşar. Artık orada ortaya çıkması gereken mesele; yerleşik olan ve o süreçlerin büyük tahribata yol açan tabuları yıkmak ile işe başlamak olmalıdır. Tabuları yıkmanın liderliğini, bu gün Öcalan yapıyor. Tabuları nasıl yıkıyor? Yeri geliyor hiçbir yerleşik tabuya teslim olmuyor. Sürece şair birçok yanlış ve yanılgılı tespit olduğu için bunları söyleme gereği duyuyorum. Devrimci olmak da devrimci önderliğinin de karakteri tabuları yıkmaktır” şeklinde konuştu.
‘Süreç muhalefete muazzam imkanlar sunuyor’
Sürecin bir anlamda alışkanlıklara ve tabulara müdahale süreci olarak gördüğünü belirten Tayip Temel şöyle devam etti:
“Bu süreç iktidara can suyu taşıyan bir süreç değil. Böyle bir yaklaşım çok yanılgılı bir yaklaşım olur. Öcalan 27 Şubat’tan beri her iki tarafın ön yargı ve yerleşik algılarının aşılması için ne kadar büyük bir mücadele yürüttüğünü DEM Parti olarak biliyoruz. Demokratik bir toplumun inşası için Kürt siyasi hareketi mücadele yöntemi değiştiriyor. Bu mücadeleyi terk etmek anlamına gelmiyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerine bu süreç muazzam bir imkan sunuyor. Birbirimize karşı oluşan tabulara karşı da çok büyük imkanlar da sunuyor.”
İktidar neden toplumsallaşmasını istemiyor?
İktidarın Kürt siyasi hareketini ve muhalefetleri her zaman tasfiye etmek istediğini ifade eden Tayip Temel sözlerini şöyle sürdürdü:
“Her zaman ister. Bunu hep ister. Her yerde bu böyledir. Devlet dediğimiz şey kendisine karşı olan demokrasi güçlerini, muhalefet olabilir hiç karşı tarafından olan birinin güçlenmesini ister mi? Zaten karşı tarafı güçlendirmeyi istemesi iktidarın karakterine ters, bu tahammüllü de değil. Ayrıca AKP sürecin toplumsallaşmasına niye karşı? AKP neden Abdullah Öcalan başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin kendini topluma anlatmak kanalını kapatmasında niçin ısrarcı? Neden süreci tüm topluma kapatıyor? Israrla neden CHP’yi masadan kaldırmaya çalışıyor? Sol sosyalistlerin güven duymalarının önüne geçmek istiyor? Bir sebebi var; çünkü bu süreç toplumsallaşırsa iktidarın istediği bir şey değil. Bu yüzden önüne geçmek istiyor. Bu süreç beni besler, beni büyütür ve toplum üstünde bir hegemonya kurmama neden olur diyemiyor. Bu süreç esas olarak dinamikleri toplumu işaret ediyor. Toplumsal güçlerin hareket etmesine işaret ediyor. Demokrasi güçlerinin birlikte bir zemini yakalamasını ön görüyor.”
‘İktidar CHP’yi masadan kaldırmak istiyor’
Tayip Temel, CHP’ye yönelik operasyonlara da işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu süreç, bu operasyonlarla CHP’yi masadan kaldırma ve bu faturayı CHP’ye muhalefete kesme sürecidir. Toplumsallaşmasının önüne geçmenin başka nedeni daha var. Süreç, toplumsallaşırsa geri dönüşü çok kolay değil. Toplumca beslenen bir perspektif sonrası iktidarın masayı istediği zaman devirebileceği bir olanağı elinden de almış oluyorsunuz. Bu rejimin karakterini benimsemeler için bu süreç bir mücadele sürecidir. Kürt siyasi hareketi, liderliği ne istiyor? Gerçekten toplumun, Kürtler başta olmak üzere toplumsal muhalefetin silah, çatışma zeminini terk ettiği, varlığını, örgütlülük zemini özgürce kullanabileceği bir zemin istiyor. Bu sürece sahip çıkmak Türkiye demokrasisine sahip çıkmaktır. Bu sürece sahip çıkmak ölümü, savaşa karşı çıkmaktır. Bu sürece sahip çıkmak barışa sahip çıkmaktır.”
‘Hesaplaşmalıyız’
SMF adına söz alan Mahir Gürz, kapitalizmin de devrimci yapıların da bir kriz içinde olduğunu, bunun kabul edilip çözümler üretilmesi gerektiğini söyledi. Sosyalistlerin de birbirini ötelediğini, bu durumun kutuplaştırmalara yol açtığına işaret eden Mahir Gürz şunları dile getirdi:
“Ezilenlerin birliğini savunmak zorundayız. Perspektifi buradan kurmadığımız için niyetlerden bağımsız bir şekilde toplumsal mücadele dinamiklerini parçalayan, bölen veya böylesi bir zeminin oluşmasını biz de besliyoruz. Bunlarla da hesaplaşmalıyız. Bizler özneyiz, özne, nesne, amaç ve araç bizde çorbaya döndü. Alak bulak oldu. Yaşadığımız bu tarihsel kesitte ideolojik, teorik anlamda yaşadığımız kriz halinin, gerilemenin de bir sonucudur.”
‘Birlikte cevap olmak lazım’
Hedefi berraklaştırmak ve o hedefe ulaşabilmek, güncelin içerisinden nelerin yapılabileceğine odaklanmak için birlikte cevap oluşturmak gerektiğini belirten TÖP Adına konuşan Juliana Gözeli, ülke tarihinin en derin siyasal ve toplumsal krizinin yaşandığını belirtti. Juliana Gözeli konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu kriz sadece yaşadığımız şeylerin ağırlığından değil ya da iktidarın yapamadığı zorlandıklarından da değil. Aslında Gramsci’nin söylediği gibi eski olan devam edemiyor. Ama yeni olan da doğamıyor. İşte bu doğumu engellemeye çalışıyor iktidarlar. Sadece Erdoğan değil, bireysel tercihlerin belirlediği bir pozisyonda değiliz. Bir ideolojik sapma da değil; çünkü kapitalizm kriz içerisinde ve bu krizi çözebilmek için halkı daha da düşkünleştirmek, talanı daha da arttırmak gerekiyor. İşte biz bu sürecin içerisindeyiz.”
Eksikliklerimiz var
Çalıştayın ikinci gününde konuşan Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, bu önemli çalıştayın sonuçlarını hayata geçirecek zamanın yakın olduğuniu belirtti. Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Bu Türkiye’nin 2. yüzyılının nasıl bir Türkiye olacağını belirleyecek bir hat. Bu konuda zaaflarımız var, zayıflıklarımız var. Ben 2013-15 dönemi cezaevindeydim ama gelişmeler çok hızlı olduğu için böyle televizyon ekranlarından izliyordum. Biz 2013-15’de yakaladığımız toplumsallığı, ki onu da yetersiz buluyorduk o dönem açısından. Bugün niye yakalayamadığımızı, niye bu meselenin toplumsallaşmadığını tartışmak durumundayız. En başta tartışması gereken ve sorumlu olan yer bu salondur” dedi.
Bu tabloyu değiştirmek zorundayız
Süreci güven ve barış talebi noktasında anketlere bakıldığında büyük bir fark olduğunu belirten Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Bu sürecin barışla sonuçlanmasına dönük talep yüzde 80 belki daha üstü. Ama AKP iktidarına güven yüzde 20 diye sürekli pompalanan bir bilgi var. Buna haksız diyebilir miyiz? Diyemeyiz.
Çünkü sadece bu son çöktürme planının hayata geçirdiği zaman dilimi değil, ondan önceki dönemlerde de her birimizin hafızasında Türkiye’deki iktidarla ve AKP iktidarıyla ilgili bilgiler, olgular hepsi mevcut. Yaşadık, deneyimledik. Ama şöyle bir yanılgıya götürüyorum. Bu yüzde 20’lik oran bizm toplumsallaşma ve sessizlik halimizle müzakere yürüttüğümüz, devlet aklı, iktidarın kendisi için bir avantaja dönüşüyor. Bunu değiştirmek durumundayız” diye belirtti.
Bir eylemsel güç birliğine ihtiyaç var
Kaygıların anlaşılır olduğunu belirten Çiğdem Kılıçgün Uçar, buna karşı herkesten beklentileri olduğunu ifade ederek, “Bu meselenin toplumsallaşması konusunda beraber yürüdüklerimizdir. Ama sürekli devletten beklentiyle sınırlandırmak, devletin yapmadıkları üzerinden bu süreci anlatma çabası ya da bu sözün kendisi baştan bu meselenin nihayet bir çözümle sonuçlanamayacağının azıcık da olsa kabulü anlamına geliyor. Bu denklemi değiştirmek durumundayız. Bizim tarihimiz, tecrübemiz, deneyimlerimiz inanılmaz derecede yol göstereci. Bir karışıklık olduğunu düşünmüyorum. Bu süreçte sosyalist hareketin görevi ayrı, ulusal hareketin görevi ayrı, kadın hareketin görevi ayrı gibi tanımlamaların bu süreci karşılayacak güçte olmadığını düşünenler de tam tersine bir blok mu, bir ittifak mı, bir birliktelik mi mevcut olanı aşan bir güç birliğine ihtiyaç var. Bir eylemsel güç birliğine. Bu, bizi politik tartışmadan azade tutmaz. Ama açık sözlülükle farklılıkla götürmek lazım” ifadelerini kullandı.
Bir bileşenimiz bu konuyu tartıştı mı?
Hiçbir siyasi partinin bugünkü tartışma başlığına değinmediğini eleştiren Çiğdem Kılıçgün Uçar sözlerin şöyle devam etti: “Mesela, herhangi bir bileşen yapımız, ittifak güçleri bu süreç başladığından beri yaşanılanları kendi toplumsal alanıyla tartışmış mıdır? Bir yol haritası çıkarmış mıdır? Yine bileşen partilerimiz, yol arkadaşlarımız, birçok eş başkanımızın ana dili Kurmancı ya da Dımilki’dir. Ama hiçbirini konuşurken görmeyiz.
Bu meselede bile niye bu konuda yalnızız? Niye kamusal alanda bileşenlerimiz de bildiği ana dilini işletmiyor? Bir alışkanlık bir kabule dönüşmüş. Kürt demokratik siyaseti ya da Kürt özgürlük hareketi konuşur diğerleri konuşmaz. Yok konuşalım, çok küçük bir şey olarak gözükür ama çok bağlayıcıdır, çok belirleyicidir. Marx’ın bir sözü var. Bir ideolojinin, bir teorinin bir maddi güce dönüşebilmesi için kitlelerle buluşması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın ürettiği paradigma dört parça Kürdistan’da bir maddi güce ulaştı, dönüştü. Ve o maddi güç 40 yıldır Türkiye’yi demokrasiye zorluyor. 40 yıldır devletin bugün tartıştığımız Türkiye ulus devletinin yoğunlaşan ulus devlet karakterini kazandıran şeyin ne olduğu sorusunu sorsam en azından kendi cevabım Kürdistan politikaları olur.
Her şey Kürdistan’da uygulandı
Bugün bütün Türkiye hattında tartıştığımız antidemokratik uygulamaların ilk uygulandığı yer, ilk hayata geçirildiği yerin kendisinin Kürdistan olması ve oradan Türkiyelileşmesi bir tesadüf değil. Biz bugün sadece CHP üzerinden tartışmayalım. Evet, Tayyip Erdoğan bahsetti.
Bu süreç ilerlerken yürütülen bütün antidemokratik politikaların devletin ve iktidarın bir karakteri olarak ama Kürtlerle kurduğu ilişkinin bugün bu devlete karakteri kazandıran ana yapı olduğunu söylemek lazım. Peki o Kürdistan’da ne oldu? 40 yıldır laboratuvar haline getirmeye çalışılan Kürdistan’da bence demokrasinin en güçlü sesi, demokrasinin en güçlü pratiği, demokrasinin en güçlü mücadelesi yürütüldü. Bileşenlerle, ittifaklarla, demokrasi güçleriyle birlikte. İşte biz bu yeni dönemi adını koyamadığımız yeni dönemi buradan tartışmak durumundayız.
93’ten beri aranan bir barış var
40 yıldır Türkiye’ye Maddi güç haline dönüşmüş olan bu yeni paradigma 40 yıldır Türkiye’ye demokrasiyi zorluyor. Bu paradigma, sosyalist bir paradigma. Bu paradigma antikapitalist bir paradigma. Ama Kürt Ulusal Hareketi’yle sosyalist hareket ayrımını yapıyoruz. Bence artık bu saatten sonra buna çok düşmemek gerekiyor. Eksikliğimiz ifade edilebilir. Ama mücadele hattında bile ayrımları tanımlarken bu kadar net keskin ayrımları korumak genel mücadele anlamında bize bir fayda sağlayacağını düşünmeyenlerdeniz. Rosa Luxemburg diyor ya sosyalizm ya barbarlık. Sayın Öcalan bunu daha ileriye götürüyor: Ya sosyalizm ya da yaşadığımız dünyanın sonu diye ifade ediyor. Türkiye’yi yeni dönemde bu tartışma ya da müzakerede yeni dönem masasına getiren şeyin Orta Doğu’daki jeopolitik değişiklikler olduğu bir doğru. Ama anlatımda şöyle bir ifade de kullanıldı. Onu düzeltmek gerekiyor en azından Kürt demokratik siyaseti adına. 93 yılından beri aranan bir barış, aranan bir muhataplık var. Bugün bir şekilde yakalanmış. Bu süreci omuzlarken Kürt hareketinin omuzuna aldığı yükler ile iktidarın omuzuna aldığı yüklerin aynı olmadığını biliyoruz.
Komün herkesin siyasette olmasıdır
Masada kimin güçlendirilmesi gerekiyor? Bu sürecin sonucu sadece Kürtlerin nezdinde gerçekleşebilecek bir barış değil. Bu ülkede özlemini duyduğumuz, sürekli ağzımıza pelesenk ettiğimiz yerel demokrasiden dediğimiz şeyin hayata geçmesi. Mesela Kürt hareketinin yeni bir tartışması var. Dün olumsuz bir ifadeyle karşılandı ama komün meselesi bizim toplumsal, tarihsel olarak bu dünya üzerinde yaşarken sorunlarımızı çözmek adına kurduğumuz bize ait olan devlet dışı bir organizasyon ve insanlığa ait bir şey. Bunu yeniden hayata geçirebilmenin yol yöntemi ile tartışıyoruz Sayın Öcalan’ belirttiği komün içeriğini biz dolduracağız. Özü şudur; Bu ülkede yaşayan insanların siyasette, ekonomide, politikada, kültürde, sosyal bütün iş de özne olmasıdır. Bakın siyasi partiler devletli mekanizmalardır, ernekler devletli mekanizmalardır. Niye böyle söylüyorum? Devletin sınırları içerisinde siz hareket edersiniz. Onun yasası belirleyicidir. Siz o karakteri bürünmemek için o mekanizma içerisinde mücadele yürütürsünüz ama her hâlükârda o devletlidir. Komün aynı zamanda buna müdahaledir. Çünkü komün en yerelden döner. En yerelde bütün bireyin, yurttaşın, vatandaşın ne derseniz deyin aktif siyasete katılmasının yönetim birimi dediğimiz politikanın, siyasetin, siyasi partinin aktif unsuru olmasıdır.
Demokraside görev almak gerekiyor
Bakın tıkanıklıklarda bütün siyasi partiler olarak rolümüz var. Yerel demokrasiyi dünya literatürü nasıl tartışıyor? Yerel yönetimin güçlendirilmesi ya da yerel demokrasi dediğimiz şeyin kendisinin adı demokratik özerklik olarak adlandırıyor. Ama devlet ve iktidar nezdinde ne ile karşılaştığımızı hep birlikte tatlılık ettik. Kuracağımız doğru literatüre bile izin vermeyen bir sistemle karşı karşıyayız. Bu sistemle aynı zamanda mücadele edilirken beraberinde müzakere edilebileceğinin de gösterilmesi gerekiyor. O zaman bu zamandır. O zaman bu zaman ve bu zamanda en büyük neyi kurmak lazım? İttifak, dayanışma yetmiyor. Bu işin sorumluluğunu alarak, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarafında yer alarak, ülkenin demokrasisinin tarafında görev almak gerekiyor.”
Çalıştayın 6’ncı oturumunda sol, sosyalist parti ve örgütlerin temsilcileri konuştu.
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Merkez Komite üyesi Senem Deniz Kural, “MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin uzattığı ele sosyalistlerin farklı anlamlar yüklediğini” belirterek, şunları ifade etti:
“Çoğu küçümsedi. ‘Birçoğu iktidarı tanıyoruz, iktidardan barış bekleyemeyiz’ dedi. Ayrışmalar var ve bunlar olacak. Bu aynı zamanda bu güne kadar verdiğimiz mücadele hattını görmemek anlamına da geliyor. Kürt hareketi yıllardır onlarca hukuk dışı uygulamalara, kayyımlara, hapishanelere, sürgünlere rağmen kuvvetli bir mücadele verdi. Meclis’e giren bir Kürt hareketi var. Bu meseleye boylu boyunca girmemiz gerekiyor. Sosyalistlerin bu sürece girmesi gerekiyor. Bazı tutarsızlıklar olacak. Hatalar da olacak. Buna açık olmak lazım. Bunları göze almadan, köklü bir sorunun çözümünü ortaya koymak mümkün değil. Bu tarihte de olmamıştır. Şu an geçmişteki süreçlere göre daha ileri bir noktadayız. Öcalan da daha fazla dinleniyor. Bu durumlar olumlu durumlar. Önceki süreçlerden farklı yönleri var.”
Kürt halkının yanındayız
Birleşik Devrimci Partisi Genel Başkanı Elif Torun, süreci desteklediklerini ifade ederek, şöyle konuştu:
“Sayın Öcalan’ın çağrısıyla süreç yeni bir aşamaya geçti. Biz sadece Kürt halkına sadece destek vermiyoruz, Kürt halkının yanındayız. Bunu bir kez daha burada belirtiyoruz. Süreç, işçi sınıfının, kadınların, LGBT+’ların ve toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla sonuca ulaşabilir. Görevimiz faşizmi yenmek ve onu tarihin çöplüğüne göndermektir.”
‘Tıkanıklıktan çıkılmalı’
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Murat Çepni, sorunlara çözümler bulmak için bir araya geldiklerini vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Çalıştayda en çok ihtiyacımız olan şeyin bir araya gelmek olduğu ortaya çıktı. Birlikte bir mücadeleye ihtiyacımız var. Eğer Kürt halkının ve sosyalistlerin mücadelesi olmasaydı bugün bir süreç başlamazdı. Bunu burada görmeliyiz. Neyi nerede kaybettiysek orada aramalıyız. Demokrasi inşa etmedikçe, cumhuriyetin yüzyıllık sorunlarıyla yüzleşmedikçe AKP’ye karşı mücadele edemeyiz. Kürt Özgürlük Hareketi bu tartışmalar içinde yeni bir yol arıyor. Kendi öz gücü ve imkanlarıyla bunu yapıyor. Bu çok anlamlı. Ama Türkiye sosyalistleri bir tıkanıklık içinde. Bu tıkanıklıktan çıkmalı ve birlikte bir mücadele vermeliyiz.
Sosyalist Demokrasi Platformu (SODAP) Temsilcisi Sevtap Akdağ ise örgütlenme zeminini yaratmaları gerektiğini ve sürecin kitleler kendini fail olarak gördüğünde başarılı olacağını söyledi.
‘Barış ihtimaline sahip çıkmalıyız’
Oturumun son konuşmasını yapan Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Mertcan Titiz ise barış ihtimaline sahip çıkmaları gerektiğini dile getirerek, “Kürt Özgürlük Hareketi’nin 50 yıllık ortak mücadelesiyle bugün bu ihtimal ortaya çıktı. Eğer bu süreci iktidarın umudu haline getirirsek ve Kürt halkının yanında mücadele etmezsek sosyalistler olarak büyük bir hata yaparız. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla süreç yeni bir aşamaya geçti. Bir araya gelmeli ve mücadele yöntemlerini belirlemeliyiz. Artık birlikte bir mücadele bir ihtiyaçtır” diye belirtti.
Çalıştay’ın son oturumunda ise sendika ve konfederasyonlar konuştu.
Bu oturumda da ilk sözü alan Kamu Emekçileri Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak tüm sendikaların süreçte seyirci değil, aktör olarak hareket etmesi gerektiğini belirterek şöyle konuştu:
“En son Kürdistan Özgürlük Hareketi Yönetimi, Türkiye’deki güçlerini çektiğini bir açıklamayla duyurdu. Ardından süreçte bir tıkanıklık çıktığını ve süreci açmak için bu adımın atıldığını öğrendik. Ama neden her süreç tıkandığında gerillanın adım atması gerekiyor? Neden demokrasi güçleri olarak, sendikalar olarak süreci açmak için biz bir şey yapmıyoruz? Hepimiz süreç tıkandı diyorduk ama bir şey yapmıyorduk. Bu pozisyondan çıkmalıyız ve aktör olarak sürece katılmalıyız.”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) temsilcisi Hilmi Önder Oktay da bu süreçte demokrasi mücadelesinin güçlendirilmesi gerektiğini belirterek, demokrasi mücadelesini her yerde güçlendirdiklerinde sonuca ulaşacaklarını söyledi.
Basın özgürlüğü mücadelesi
Arından söz alan Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş da demokrasi inşası için öncelikle ifade özgürlüğünün kurulması gerektiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Daha önce gazetecilere yönelik öldürme ve tutuklamalar yaşandı. Yüzlerce gazete ve yayın organı kapatıldı. AKP döneminde de gazetecilere yönelik baskı uygulamaları en üst seviyede yürütüldü. Basın özgürlüğü olduğunda verdiğiniz mücadele görülecek. Bunun için basın ve düşünce özgürlüğü mücadelesini birlikte yürütmeliyiz.”
‘Hakan Tosun’un katili kim?’
Sonrasında söz alan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Basın-İş Genel Sekreteri Turgut Dedeoğlu ise tutuklu gazetecilerden bahsederek şöyle konuştu:
“Daha dün mahkeme 8 Kürt gazeteciye verilen cezayı onadı. Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin SİHA’larla öldürüldü. O SİHA’ların sahibi kim, herkes biliyor. Gazetecilerin öldürülmesine karşı açıklama yaptığımızda gazeteciler gözaltına alındı. Bununla da bitmedi, o gün Hakan Tosun öldürüldü. Katil kim? Apê Musa’nın, Hrant Dink’in, Metin Göktepe’nin katili kim? Peki biz ne yapmalıyız? Biz de barış gazeteciliği yapmalıyız. Hepimizin sorumluluğu var, barışı inşa etmek. Barışla gazetecilerin öldürülmesinin önüne geçilir, basın ve düşünce özgürlüğü sağlanır. Gerilla annelerinin, polis ve asker annelerinin ağlamadığı bir ülke yaratabiliriz. Bunun yolu demokratik bir cumhuriyettir. Bu da hepimizin sorumluluğundadır.”
Kaynak: MA








