Barış isteniyorsa diliyle konuşulması gerektiğini vurgulayan DEM Parti Basın-Yayın ve Propaganda’dan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Tayip Temel, ‘Şimdi barış ve çözüm ihtimalini konuşurken maalesef bu kez bazı ‘muhalif’ mecralar partimize yönelik tahkir, tahrik ve tahrifata başvuruyor’ diye belirtti
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla başlayan barış süreci devam ederken, süreç karşıtı medya yayınlarında artış yaşanıyor. Ulusalcı ve milliyetçi çevrelerin ardından bazı ‘muhalif’ medya organlarının da benzer bir dil kullanmaya başlaması dikkat çekiyor. DEM Parti Basın-Yayın ve Propaganda’dan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Tayip Temel, süreç ve basının rolü, son günlerde milliyetçi ve ulusalcı kesimlerin yaptığı yayınlara ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
DEM Parti Basın-Yayın ve Propaganda’dan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Tayip Temel, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne yönelik negatif yaklaşan bir kesimin, yaşanan her olayı, her gelişmeyi, söylenen her sözü öfkeyle süreç karşıtlığına hizmet eder hale getirdiğini söyledi. Bunun tarihsel, siyasi ve sosyal psikoloji boyutuna işaret ederek özünde Kürtlerle eşitlenme ihtimaline duyulan rahatsızlığını yattığını vurgulayan Tayip Temel, bunun, çok net bir biçimde sömürgeci bir arzunun tezahürü olduğunun altını çizdi. Tayip Temel, şunları vurguladı: “Süreç başarılı olursa tüm sosyo-ekonomik ve politik imtiyazlarını kaybedeceklerini düşündükleri için var güçleriyle süreç karşıtlığı yapıyorlar. Bu çevrelerin siyasi ve basın alanında yer alan kesimleri, hemen her gün ibadet yaparcasına süreç karşıtlığı yürütüyor.”
Tayip Temel’in verdiği yanıtlar şöyle:
- Basında uzun süredir süreç karşıtı bir yaklaşım var. Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne yönelik negatif yaklaşımları ana hatlarıyla ikiye ayırmak gerekiyor;
- Birinci kategoride eleştirel yaklaşan ve kaygılı olan kesimlerin dile getirdiği bazı haklı itirazlar var. Bu yaklaşımı anlıyoruz ve kaygılara, eleştirilere dair tüm platformlarda tartışmalarımızı sürdürüyoruz.
- kinci yaklaşım ise iyi niyetli değil. Bu kesimler yaşanan her olayı, her gelişmeyi, söylenen her sözü öfkeyle süreç karşıtlığına hizmet eder hale getiriyor.
İkinci kategorideki eleştirilerin tarihsel, siyasi ve sosyal psikoloji boyutu var. Özünde ise Kürtlerle eşitlenme ihtimaline duyulan rahatsızlık yatıyor. Bu, çok net bir biçimde sömürgeci bir arzunun tezahürüdür. Süreç başarılı olursa tüm sosyo-ekonomik ve politik imtiyazlarını kaybedeceklerini düşündükleri için var güçleriyle süreç karşıtlığı yapıyorlar. Bu çevrelerin siyasi ve basın alanında yer alan kesimleri, hemen her gün ibadet yaparcasına süreç karşıtlığı yürütüyor. Bunu yaparken ne barışın etiğine ne de basın etiğine dair tek bir kaygı duyuyorlar.
- Son günlerde partinize yönelik eleştiriler hedef göstermeye dönüştü. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Türkiye, 1 Ekim 2024’ten itibaren son 10 yılda görmediği ölçekte çarpıcı, büyük ve sarsıcı siyasi olaylar yaşadı. Herkeste bir afallama hali, anlamlandırma çabası var. Bu durumun sosyo-psikolojisini anlıyoruz fakat bu toz duman içinde önünü görmeyip sırf barış gelmesin diye -mecazi olarak- sağa sola yumruk sallayanların temel hedefi DEM Parti oluyor. Neden? Çünkü DEM Parti, 1 Ekim’den bu yana sürece dair kendi üzerine düşenleri büyük ölçüde yerine getirdi. Süreci geriye götürecek, akamete uğratacak herhangi bir hata yapmadı. Şimdi DEM Parti ile sorunu olanların temel derdi, parti üzerindeki baskıyı artırıp hata yapmasını sağlamak ve sürecin bitişinin günahını üzerine yıkmaktır.
- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “basın özgürlüğü” eleştirisine ne diyorsunuz?
Emin olun, süreçteki eksiklerimize, hatalarımıza, yapmamız gerekip de yapamadıklarımıza dair o kadar çok farklı çevreyle görüşüyoruz ki. Bu görüşmelerin her birini raporluyor, kendi politikalarımızı sürekli gözden geçiriyoruz. Bunun yanı sıra kamusal alanda yapılan eleştirileri de tasnif ediyoruz. Haklı eleştirileri başımızın üstüne koyuyoruz. Bahsettiğiniz isim dahil, herhangi bir insanın bize basın özgürlüğü hususunda gerçekten vereceği bir nasihat veya tavsiye olamaz. Biz yıllardır ana akımın sansürüne maruz kalmış, yandaş medyanın her türlü hakaretini işitmiş ve okumuş bir parti olarak basın özgürlüğünün ne anlama geldiğini çok iyi biliriz. Tüm bunlara rağmen aleni hakaret veya yalan olmadıkça tek bir basın mensubu veya mecrasına yönelik açıklamamız bile yoktur.
- Ana akım medyada uzun yıllardır süren ambargo kısmen kırıldı ama eleştiriler yoğun. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Bu durumda bir esneme var ama kırıldı, diyemeyiz. Partimize sadece basın ambargosu yok; aynı zamanda yıllardır istikrarlı şekilde süren bir basın karalama kampanyası da vardı. Bu kampanya kısmen el değiştirdi. Süreç başlayınca bu defa muhalefette olduğunu iddia eden basın mecraları gün aşırı partimize hakaret etmeye, yalan-yanlış haberler üretmeye başladı. Kaldı ki, kısmen vekillerimiz ve temsilcilerimiz televizyon kanallarına çağrılmaya başlandı ama programlar bir tartışma platformu formatından çok, bir yargılama seansı şeklinde yürütülmek isteniyor.
- Bazı mecralarda partinizin temsil edilmemesine rağmen hedef haline getirilmenizi neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle bu yaklaşımın etnik ayrımcılıktan bağımsız bir durum olmadığını düşünüyoruz. Buradaki ayrımcılığın ucu, kimi zaman faşist söyleme kadar gidiyor. Kürtlere karşı yüz yıldır örgütlenen, alttan alta büyütülen ırkçılığın, Kürt sorununun demokratik çözümü her gündeme geldiğinde histerik bir şekilde saldırı pozisyonuna geçmesinin nedenlerini çok iyi biliyoruz.
En genel anlamda, aslında sadece DEM Parti’li olduğumuz için değil; Kürt olduğumuz, kadınların eşitliğini, halkların haklarını, emekçinin alın terini, demokratik bir yaşamı savunduğumuz için de öfkeyle bize saldırılar gerçekleştirildiğinin farkındayız.
Çatışma döneminde iktidara yakın medya, partimizin her sözüne yönelik tahkir, tahrik ve tahrifat uyguluyordu ve halen belli ölçüde devam ediyor. Şimdi barış ve çözüm ihtimalini konuşurken maalesef bu kez bazı muhalif mecralar partimize yönelik tahkir, tahrik ve tahrifata başvuruyor. Çok ilginç değil mi? Çatışmalı dönemlerde partimize alan açan bazı muhalif mecralar, ne zaman ki çözüm ve müzakere arayışları arttı, bir perdelemeye başvurdu. Şimdi bunu nasıl izah edeceğiz?
- Savaşın diliyle barış inşa edilebilir mi?
Savaşın diliyle barışı inşa etmek mümkün değildir. Barış dilde başlar. Kanı, ölümü, barut kokusunu kutsayan kavramlarla barışı gerçekleştiremezsiniz. Barışı hiç istemeyenlerin tutumu zaten bellidir. Her sözü “bu süreci nasıl baltalarım” etrafında düşünen, manipüle eden, kara propaganda yapan yaklaşımlar, barışı hiç istemediklerini her fırsatta gösterirler.
- Medyada topyekun bir süreç karşıtlığı mı var?
Topyekun bu şekilde bir gazetecilik yürütüldüğünü söylemek haksızlık olur. Barışı isteyen, demokrasiye hizmet eden güçlü bir gazetecilik anlayışı var. Yılların emeği ve birikimiyle barışın diline sahip çıkan geniş çevreler var. Kürt, Türk, Alevi, Sünni, sosyalist, liberal, demokrat; her kimlik ve fikirden insanların barışı istediğini, süreci sahiplendiğini görüyoruz. Barışı isteyenlerin biraz daha cesur, biraz daha kendilerine güvenen hale gelmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
- İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan’ın sözlerinin çarpıtılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pervin Hanım aslında çok açık bir şeyi ifade ediyor; herkesin dilini barışa kurması gerekliliğini vurguluyor. İktidara yakın medyanın da, muhalif mecraların da artık tehdit dilini bırakıp demokratik çözüm ve barış diline gelmesi gerektiğini belirtiyor. Burada Pervin Hanım’ın söylemini art niyetli şekilde yorumlayarak süreç karşıtlığına malzeme haline getirme arayışını gördük. İnanın, bu arayışlar iyi niyetli değildir. Pervin Hanım yanlış anlaşılacak bir ifade kullanmışsa bunu düzeltecek demokratik olgunluğa sahiptir. Nitekim bu tartışmaya açıklık getirdi ama deyim yerindeyse bunların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
- Sizce barış sürecine nasıl bir gazetecilik anlayışı katkı sunar?
Barış karşıtı olmakla eleştirel olmayı birbirinden ayırmak gerekir. Eleştirel olmak barışa ve demokrasiye hizmet eder. Basın ve gazetecilik elbette eleştirel olmalıdır. İktidarı eleştiren, siyasi partileri eleştiren basın, demokratik yaşamın olmazsa olmazıdır. Bize göre eleştiri, barış imkanını zayıflatmaz; bilakis büyütür. Basın özgürlüğüne en çok inanan partiyiz. Özgür basın geleneğinden gelen biri olarak bugün partimizin Basın-Yayın ve Propaganda’dan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısıyım. Kimliğine ve görüşüne bakmaksızın hangi basın kuruluşu ve gazeteci bir baskıya maruz kalmışsa ilk söz söyleyen biz olduk. Murat Ağırel ile dünya görüşlerimiz fersah fersah uzaklıkta ama gözaltına alındığında ilk olarak partimizin eşbaşkanları tepki gösterdi.
- Peki barış yayıncılığı nasıl olmalıdır?
Dünyada çatışma ve çözüm deneyimlerine baktığımızda barış yayıncılığının toplumsal uzlaşmaya olan katkısını net bir şekilde görüyoruz. Barış yayıncılığı, tarafları kutuplaştıran, öfkeyi körükleyen, düşmanlık dilini besleyen bir gazetecilik anlayışının tam karşısında durur. Barış yayıncılığı demek; haberin dilinde şiddeti normalleştirmemek, çatışmayı tahrik etmemek, çözümsüzlüğü örgütlememek demektir. Barış yayıncılığı, toplumun farklı kesimlerinin sesini adil bir şekilde yansıtır, ortak paydaları güçlendirir, çözüm odaklı bir dil kullanır.
Basın, barışın inşasında kritik bir rol oynar. Sözcükler silah olabildiği gibi köprü de olabilir. Manşetler düşmanlığı pekiştirebileceği gibi, empatiyi de besleyebilir. Toplumun beklentisi açıktır: Barış yayıncılığı yapmak.
Bugün Türkiye’de ihtiyaç duyduğumuz şey, cesaretle gerçekleri anlatan, halkların ortak geleceğine inanç besleyen, barışı sadece bir haber değil, bir değer olarak gören gazeteciliktir. Bu sorumluluk sadece muhalif basına ya da iktidara yakın medyaya ait değil; kamusal alanda söz söyleyen herkesin omuzlarındadır.
Barışı istiyorsak barışın dilini konuşmalıyız. Barışı savunuyorsak barışın etiğine sahip çıkmalıyız. İşte barış yayıncılığı budur; kalemin gücünü, toplumsal barışın inşası için kullanmak.
Kaynak: Yeni Özgür Politika