Bu gerçekten kaçmanın hiçbir çocuğa faydası yok!
Türkiye’de nefret iklimi, zaman zaman farklı grupları hedef alarak kendini yeniden üretiyor. Bu kez, nefretin nesnesi çocuklar oldu. Evet, çocuklar… Hani o herkesin “geleceğimiz” dediği çocuklar…
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre, Nisan ayının başından bu yana en az dört çocuk, çalıştırıldıkları işlerde hayatını kaybetti. Bunlardan ikisi yalnızca 14 yaşındaydı:
Abdurrahman Özkul, 14 yaşındaydı. Niğde Bor Karma OSB’deki plastik geri dönüşüm tesisinde çalışırken, kolunu makineye kaptırdı. Omuz hizasından kopan kolu nedeniyle yaşamını yitirdi.
Yusuf Mısri, 14 yaşında, Suriyeliydi. Konya Beyşehir’de sondaj kuyusu açılırken, sondaj makinesinin borusu yerinden çıkıp yüzüne çarptı ve hayatını kaybetti.
Mehmet Özarslan, 17 yaşındaydı. Kayseri Sarıoğlan’da bir kum ocağında iş makinesinin bakımını yaparken Kızılırmak Nehri’ne düştü. Cansız bedenine 26 saat sonra ulaşıldı.
Yakup Taşar, 17 yaşındaydı. Antalya Gazipaşa’da çalıştığı işyerinde intihar ederek yaşamına son verdi. Bir süre önce çalışmak için Şırnak Merkez Toptepe Köyü’nden gelmişti.
Bu çocuklar, Türkiye’de—mülteciler, stajyerler, çıraklar da dahil— yaklaşık iki milyon çocukla birlikte günde 12 saate varan sürelerle, çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Üstelik çoğu zaman emeklerinin karşılığını alamıyor, şiddete uğruyor ve güvencesiz koşullarda yaşıyorlar. Tüm bu çocuklar için bu sömürü düzeni sorgulanmazken, aynı koşulların bir sonucu olan suç fillerine karışan çocuklara karşı nefret dili gittikçe sertleşiyor.
Birkaç gündür yoğunlaşan nefret iklimi bu kez, 2024 yılında, 15 yaşındaki Ahmet Mattia Minguzzi’nin akranları tarafından öldürülmesiyle ilgili yaşandı. Bu çok can yakıcı olay, Ahmet Mattia’nin ölümü nasıl engellenirdi sorusunu sormak, fail konumundaki çocukların nasıl bu kadar şiddetle buluşabildiğini tartışmak yerine müebbete varan cezalandırıcı söylemlerle bir kere daha gölgelendi, olaya ilişkin hakikat görünmez oldu.
Oysa Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke. Ve bu sözleşmenin yaklaşımına göre; eğer bir çocuk suça karışmışsa, bu durum o çocuğun öncesinde ciddi hak ihlallerine maruz kaldığının göstergesidir. Çocuk hakları savunucularının da sıkça vurguladığı gibi “suça karışan çocuk” bir sonuçtur, bir başlangıç değil. Dolayısıyla BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta kamu idaresi olmak üzere hepimizi “Bu çocuk neden suça karıştı? Hangi koşullar onu bu noktaya getirdi?” sorularını sormakla yükümlü kılar.
Eğer bu soruları sormazsak, bu yaklaşımdan uzaklaşırsak toplumsal barışın, eşitliğin ve adaletin zeminini yitiririz. Ve kendimizi, belki de hiç istemeden, çıkışı olmayan bir nefret ortamını yaratırken buluruz.
Türkiye’de çocukların ve ergenlerin içinde bulunduğu sıkışmışlığı hepimiz hissetmiyor muyuz? FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin yıllık Çocuğun Yaşam Hakkı Raporları bunu açıkça gösteriyor. Akran zorbalığına bağlı ölümler ve intiharlar artıyor. Okullarda çocukların, ebeveynlerin ve öğretmenlerin dile getirdiği, hızla yaygınlaşan bir akran şiddeti var. Bu şiddet, çocukların da bizim de içinde bulunduğumuz psikososyal baskının bir yansıması değil mi sizce?
FİSA ÇHM Raporuna göre; 2024 yılında, yalnızca akran şiddeti nedeniyle en az 13 çocuk yaşamını yitirdi. Ölümle sonuçlanmayan, ancak hayatları derinden etkileyen vakalar ise sayısız. Unutmamalıyız: Bir çocuk başka bir çocuğa şiddet uyguluyorsa, muhtemelen kendisi de bir yerlerde şiddete ya da ihmale maruz kalmıştır. Ve evet, suçla buluşan, suça karışan çocuklar yalnızca akranlarına karşı eylemde bulunmuyor. Ancak resmi verilere göre, 2010 yılında 83.393 olan “kanunla ihtilafa düşen çocuk” sayısı, 2024’te 178.834’e yükselmiş durumda. Bu artışın kendisi, çocukların nasıl bir çıkmaz içinde olduğunu anlatıyor mu?
Ahmet Minguzzi’nin ölümü hepimizi derinden sarstı ve üzdü. Sonrasında mezarına yapılan saldırılar da öyle… Ancak en azından çocuğun en yakınlarının dışındakiler- bizler, sadece duyduğumuz acı ve öfkeyi cezalandırıcı politikaları büyütmek için değil bir daha hiçbir çocuk benzer şekilde yaşamını kaybetmesin, hiç ebeveyn benzer bir acıyı yaşamasın diye, gerçeklerle yüzleşmek, şiddeti önlenmek için kullanmalıyız. Aksi halde şu anda bile yetersiz olan çocuk adalet sistemini, müebbet hapis cezalarla genişletmeyi önererek, bu çocukları toplumdan dışlayarak hiçbir yere varamayız. Çünkü kapatılan, yalnızlaştırılan çocuk daha fazla suça yönelir, bununla ilgili yüzlerce araştırma var. Bu durum bizim barış içerisinde bir toplum olma şansını tamamen elimizden alır.
2024 yılında en az 53 çocuk da intihar nedeniyle yaşamını kaybetti. Gençlik intiharları da hepimiz için ciddi bir uyarı niteliğinde. Bu intiharlar, çocukların ya kendilerine ya da çevrelerine uyguladıkları şiddetin bir yansıması çünkü. Şiddetin yaşamın her alanında bu kadar meşru hale geldiği, çetelerin ve mafyatik yapıların bu kadar görünür olduğu bir toplumda çocukların tüm bunlardan etkilenmemesini bekleyemeyiz. Çok açık: Çocukları koruyamıyoruz.
Ahmet Mattia Minguzzi’nin ölümü, tıpkı diğer çocuk ölümleri gibi, önlenebilirdi. Ve bu sorumluluk, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre devlete aittir. Devletler, çocukların suçla ve suç örgütleriyle bağ kurmaması için önleyici sosyal politikaları hayata geçirmekle yükümlüdür. Ama ne yazık ki, derinleşen eşitsizlik, adaletsizlik, umutsuzluk ve ekonomik çıkışsızlık, çocukları ya çalışırken de sokakta yürürken de, okul ya da evdeyken de tehlikeye açık hale getiriyor, ya da onları “tehlike” olarak gösteren bir zemin yaratıyor.
Son söz: Çocuk hakları savunucuları, çocukların işledikleri fiillerin sorumluluğunun olmadığını söylemiyor. Aksine, Ahmet Mattia Minguzzi’nin ölümüyle yaşanan büyük acının farkındalar. Ama asıl mesele, o noktaya nasıl gelindiği. Bu ölüm nasıl önlenebilirdi? Eğer başka çocuklar aynı şekilde yaşamını kaybetmesin istiyorsak, neden bazı çocukların şiddete yöneldiğini, kimler tarafından etkilendiklerini, nasıl yalnızlaştıklarını görmek zorundayız. Çözüm, cezalandırıcı değil; mağduru da adalet duygusuyla buluşturacak onarıcı adalet anlayışını benimsemekte. Ve sadece bildiklerimizle değil, henüz öğrenemediklerimizle de yüzleşmekte.
Yoksulluk, ayrımcılık, eşitsizlik ve dışlanma, çeteleri ortaya çıkartan ekonomik sistem; bu çocukları doğrudan etkiliyor. Bu gerçeklerden kaçarak hiçbir yere varamayız.