Eski futbolcu ve önceki dönem HDP PM üyesi de olan Barış Karabıyık’la futbolu konuştuk: Ortada bir temizlik varsa ben temizleyenlerin ellerine bakarım. Elleri kirli birinin bir yeri temizleme iddiası bana saçma gelir çünkü. Ben yıllardır futbolun içinden gelen bir TFF başkanı görmedim. Tartışmasız pırıl pırıl bir isme de şahit olmadım
M. Ender Öndeş
Son günlerde futbol dünyasında olanlar herkesin ilgisini çekiyor. İktidara yakınlığıyla bilenen Türkiye Futbol Federasyonu önce birçok hakemin ‘bahis’ oynadığı açıklamasını yaptı. Daha sonra ‘bahis’ oynayan hakemlerin isimlerini tek tek açıkladı. Daha sonra da iş büyüdü ve futbolcular ve kulüp yöneticilerinin de aralarında olduğu daha geniş bir listeden söz edildi ve bu arada bazı gözaltılar yapıldı. Bu olanlar, ilk bakışta bir tür ‘Temiz Eller’ operasyonu gibi görünüyor ama kamuoyunun çoğunluğu her zaman olduğu gibi göstermelik iş yapıldığını, büyük paraların döndüğü futbol endüstrisinde bir ‘temizlik’ yapılamayacağını düşünüyor. Eski profesyonel futbolcu ve önceki dönemlerde HDP Parti Meclisi üyesi de olan Barış Karabıyık’la bütün olup bitenleri konuştuk.
- Bahis skandalı işi son günlerde gözaltı ve tutuklamalara kadar ulaşmış görünüyor ve her şey çok şatafatlı yapılıyor. Oysa sorun yeni değil. Hatırlarsan 2006’daki Fatih Tekke/Gökdeniz Karadeniz vakasında işler ev ve araba kurşunlamalara kadar gitmişti. “FETÖ”ye yıkılan ‘şike’ davaları da ayrı konu tabii. Peki, neden şimdi bir operasyon var? Kronik olan sorun neden şimdi akıllara geldi?
Bu soruya birçok farklı bakış açısıyla cevap vermek gerekir. Mesela Federasyon ve iktidarın kamuoyuna gösterdiği yön, “futbolda bir temiz eller operasyonu.” Futbolla ilgisi olmayanların ve elbette iktidar trollerinin de gördüğü, görmek ve göstermek istediği de tam olarak bu yöndür. Sadece taraftar olarak ilgilenenler ise daha çok “bahis olaylarının etkilemiş olabileceği maçlar üzerinden taraftarı oldukları takımlar için bir mağduriyet doğar mı ve bu mağduriyet üzerinden takımları lehine bir prim elde edebilirler mi?” sorusunun cevaplarıyla ilgileniyorlar. Şu anda aktif olarak profesyonel futbol hayatının içinde olan futbolcu, teknik ekip, hakem, yorumcu, yönetici vs. olarak görev yapanlardan “bahisle hiç ilgilenmeyenler işine bakarken bahisle bir şekilde ilgilenmiş olanlar ise soruşturmanın kendilerine kadar uzanıp uzanmayacağı endişesiyle pozisyon almaya” çalışıyorlar.
Benim baktığım yere gelecek olursak; ben bu yaşananları kesinlikle “bir temiz eller operasyonu “olarak görmüyorum. Açıkçası masum bir operasyon olarak da görmüyorum. Öyle görmemek için de bazı sebeplerim var. Cumhuriyet Baş Savcılığının yayımladığı basın açıklamasının ilk paragrafında “TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun hakemler hakkındaki ‘371 hakemin bahis hesabının bulunduğu, 1522sin aktif olarak bahis yaptığı…” açıklamasını “ihbar olarak” kabul ettiklerini ve bunun üzerine bir soruşturma başlattıklarını söylüyor.
Bir bahis bayisinde kupon üzerinden oynadığınız oyunda size ait kişisel bilgiler bulunmaz. Kuponun kazanması halinde kuponu kim götürürse o kişi kimliğini ibra eder ve ödemeyi alır. Bahis yapan kişinin kimliğinin bilinir olmasının bir tek yolu vardır o da elektronik bahis sistemiyle bahis yapılmış olması. Yani yasal(!) bir bahis sitesine kişinin açık kimlik bilgileriyle üye olması ve telefonuna gelecek olan kod ile de bu üyeliği bizzat kendisinin onaylaması gerekir. Bahis sitesine ise sadece bahis sitesi üyesiyle bire bir aynı kişiye ait banka hesabı üzerinden para aktarılabilir. Yani siz kendi adınıza bir bahis sitesine üye olup başka birinin hesabından siteye para aktaramazsınız. Sizin adınıza bir bahis hesabı açılmış olsa bile sizin banka hesabınızdan para aktararak bahis yapabilirler. Bahis sitelerinde sizin TC numarası bilginizden adresinize ve hesap numaralarınıza kadar birçok bilgi yer alır ve bu bilgiler normal şartlarda kanunen koruma altındadır.
İbrahim Hacıosmanoğlu’nun yaptığı açıklamalarda “bir hakem 18 binin üzerinde bahis yaparken bir hakem de sadece bir tek bahis oynamış” gibi ayrıntılı bilgiler vermiştir. Eğer Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlatmış ve bu bilgileri TFF ile paylaşmış olsaydı bunun “bir temiz eller operasyonu” da olma durumu olabilirdi ama ortada “kişisel verileri koruma” gibi bir kanun dururken ve bir soruşturma olmaksızın bir TFF başkanı hangi yetkiyle sadece bahis sitelerinin veritabanında bulunacak bu ayrıntılı bilgilere ulaşmış olabilir? Ortada bir mahkeme kararı olmaksızın bu bahis siteleri bu bilgileri TFF ile paylaşabilir mi? Burada danışıklı bir dövüş olduğuna dair bende kuvvetli bir kanaat var. Korkarım iktidar her yere el attığı gibi çok büyük paraların döndüğü Türkiye liglerine de el atarak hakem kadrolarında da kadrolaşmaya gidiyor. Çünkü bu alan iktidar sonrası da parasal büyüklük açısından son derece kullanışlı bir alan. Sebep göstermeden liglerden uzaklaştıramayacakları hakemleri ve çok daha fazlasını bu operasyonla saf dışı bırakırken hakemlik müessesesini de kendi kadroları haline getireceklerini düşünüyorum. Bu olaya sadece bahisçilerin temizlenmesi olarak bakacak olursak adama sorarlar; “Bir hakem 18 bin adet bahis yaparken siz TFF ve savcılar olarak neredeydiniz?”
- ‘Yasal’ ve ‘kaçak’ diye adlandırılan iki tür var biliyorsun. Teknik olarak soruyorum. Herhangi bir hakem ya da futbolcunun her iki türde de oynamasının bir engeli var mıydı ki? Yani bu sistemi yasal olarak kurup sonuçlarından şikâyet etmek tuhaf değil mi?
“Futbolcular, teknik direktörler, yardımcı antrenörler, kaleci antrenörleri, kulüp yöneticileri ve çalışanları, hakemler, gözlemciler, temsilciler, TFF çalışanları, menajerler ve futbolcu temsilcileri vb. Kendileri bahis oynayamayacağı gibi dolaylı olarak bunların arkadaşları, eşleri, kardeşleri, anne ve babaları vs. de oynayamaz.” Bahsin “yasal” veya “kaçak” olması kapitalizmin uydurduğu bir tanım biçimidir. Yasal denen şey, etik olmayanın devlet adına vergilendirilmiş ve hakları satılabilmiş olanıdır. Yani yasallığın etikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Devletler vergilendirebildikleri ve bahis haklarını satabildikleri bahis sistemine “yasal” bunu yapamadıklarına ise “kaçak bahis” diyorlar. Yani bizim için yasal olan bir bahis merkezi başka bir ülke için “kaçak bahis” oluyor. Tabi ki meselenin klasik iktidar anlayışı açısından başka bir yönü de var. Memlekette kumar oynamak yasak ama bahis, spor toto, at yarışı, bilgisayar destekli şans oyunları ve piyango gayet serbest. İktidar, bahisi “yasal” ve “kaçak” olarak adlandırdığı gibi kumarı da “şans oyunu” ve “kumar” olarak ikiye ayırıyor. Vergilendirebildiklerini ve ihale yoluyla istediğine verebildiklerini “şans oyunu”; kazançları kişilerde kalan ve kazanç üzerinde etkili olamadıklarına ise “kumar” diyorlar. Yani olaya hiçbir şekilde “etik” açıdan bakmıyorlar. Eğer akçe varsa her şey mübah, akçe yoksa her şey günah.
- Bir sporcu olarak soruyorum: İnsanın sahaya çıkıp futbol oynaması ve aynı zamanda o maçın sonucu üzerine bahis oynaması, geçtim siteleri filan, bir arkadaşıyla bahse tutuşması bile etik olarak sıkıntılı değil mi? Yani yasal ya da kaçak, spora parasal bahsin girmesi zaten hukukun ötesinde ahlaksızlık değil mi?
İmarda çalışan bir belediye personelinin imara açılacak bir arsa bilgisini dışarı çıkarıp birilerine arsayı ucuza kapatarak çok para kazandırması nasıl etik dışı bir davranışsa bir futbolcu veya herhangi bir futbol emekçisinin de bahis oynaması veya içerden dışarıya bilgi sızdırarak bahis oynayacaklara bilgi aktarması o derece etik dışıdır. Her meslekte olduğu gibi futbol mesleğinin içinde de çürükler olacaktır ancak şu kadarını söyleyeyim futbolcu düzeyinde bahis yoluyla şike yapan oyuncu sayısının toplam oyuncu sayısına oranı birçok meslekteki çürüklerin yanında yok denecek kadar azdır. İsteseler yapabilirler mi? Evet, birçok şekilde yapabilirler. Futbolcuların karıştığı şike olayları daha çok ligin şampiyonunu veya küme düşecek takımlarını belirlemede aldıkları rollerle olur. Eğer büyük paralar dönüyorsa ya büyük bir siyasi güç veya mafyatik kişilikler devreye girmiştir. Hatta bazı kulüpler var ki para aklamadan bahis olaylarına kadar birçok konuda kamuoyunda çok bilinen kişiler tarafından yönetilir.
Bir diğer sorun ise kulüplerin popülizm uğruna çok büyük vaatlerle ve maliyetlerle transfer yapmaları ve sezon içinde bu transferlerin altından kalkamayınca çeşitli yollara başvurmalarıdır. Veya böyle durumlarda yasadışı gelirler elde etmeyi amaçlayan gurupların hedefi haline gelmektedirler.
- Ancak, mesele bahisten de öte sanki. Özellikle Süper Lig’de dudak uçuklatan paralar dönüyor. Bir yerde bu kadar muazzam para dönüyorsa, o sektörü yönetenlerin de, koydukları parayı garantiye almak için ‘saha dışında kazanma yöntemleri’ bulması şaşırtıcı mıdır?
Ben uzun yıllardır yarışmacı futboldan uzak durdum. Bu yıllar boyunca 90’larda Diyarbakırspor forması giymiş bir futbolcu ve farklı bir coğrafyadan gelen biri olarak sadece Amedspor’un kimliğine dair yapılan saldırılarda tepkiler geliştiren bir aktivist olarak yer aldım. Amedspor’un 2. ligden 1. lige şampiyon olarak çıktığı sezon dahil 3 sezondur özellikle Amedspor menfaatleri özelinde yarışmacı futbolla da ilgileniyorum. Hatta YouTube’da “barışın dili” adında bir kanalım var ve 4 aydır orada birçok konuyu işliyorum.
Yarışmacı futbolla ilgilendiğimde gördüm ki olay benim düşündüğümden de büyük. Alt liglerde bile dönen para normal bir insanın tasavvur edebileceği paralar değil. Kaldı ki bir de süper ligi düşünün. Hal böyle olunca bu büyük paralardan nemalanmak isteyecek kişiliklerin ortaya çıkması -hele de bizimki gibi bir ülkede- hiç sürpriz olmuyor. Hatta bu kişilikler o yasal(!) görüntülerinin arkasında çok büyük organizasyonlar oluşturabiliyorlar.
Türkiye’de birkaç tane üreten kulüp varken yüzlerce de tüketen kulüp var. En merkezi bir 3. lig kulübünden tutun en ücra yerdeki kulübe kadar kendi kulübüne aidiyet duygusuyla bağlı yerel oyuncular yetiştirmek yerine hazır olanı tercih ediyorlar. Hazır olanın menajeri, scouting ekibi, menajerin menajeri, aracısı derken maliyeti de arttıkça artıyor. Bu maliyetler altında ezilen kulüpler de kendi kaynaklarını oluşturamayınca bu maliyetlerin altından kalkmak için ya farklı yollara başvuruyorlar ya da isim vermeyelim ama şu anda bile ligde gördüğünüz bazı köklü takımlar gibi yöneticileri tarafından yok olmaya mahkum ediliyorlar.
Liglerde dönen paralar öylesine büyük paralar ki bahis üzerinden büyük vurgunlar hedefleyenleri artık öyle “üç beş kişinin işi” diye tarif etmek imkânsız hale gelmiş. Bu büyük paraların el değiştirmesi için bir başka yol daha var ki belki de bize “cambaza bak” diyerek bahisçi hakemleri gösterirken birileri “siyaset-mafya-futbol insanları” üzerinden kurdukları devasa bir transfer pazarında çok büyük paraları paylaşıyorlar. Son yıllarda öyle tezgahlar kurulmuş ki, siz çok kaliteli bir oyuncuyu bir takıma bedava önerseniz almıyorlar ama bir menajer aynı oyuncuyu arka kapıyı dolandırarak kulübe önerdiğinde bir bakıyorsunuz ki oyuncuyla çok iyi bir ücret karşılığı sözleşme yapmışlar.
İşte bu trafiğin içerisinde önemli siyaset insanları veya onlar adına iş yapan maşalar veya onların makamlarını kullanan evlatlar, kardeşler; teknik direktörler, menajerler, scoting ve elbette birtakım kulüp yöneticileri yer alabiliyor.
- Sürekli İslami referanslara vurgu yapan AKP’nin tuhaf bir huyu var. Örneğin sigara, alkol ve kumardan muazzam vergiler almakta, bütçeyi öyle doğrultmakta ahlaki bir sakınca görmüyor. İnsan son operasyonlarda da şunu düşünmeden edemiyor: İktidar, ‘kaçak’ olduğu için vergi alamadığı bahis şirketlerine yöneliyor da, kendi kurduğu ‘yasal’ bahislerde neden bir sakınca görmüyor? Ahlaksa orada da ahlak değil mi? İktidar ‘temiz oyun’ mu istiyor gerçekten, yoksa kendi parasına mı bakıyor?
Aslında önceki sorularda bu “yasal” ve “kaçak” olayına tam da sizin sorunuzda kastettiğiniz biçimiyle bir açıklama yapmış oldum. Ortada bir temizlik varsa ben önce temizleyenlerin ellerine bakarım. Elleri kirli birinin bir yeri temizleme iddiası bana saçma gelir çünkü. Ben yıllardır futbolun içinden gelen bir TFF başkanı görmedim. Tartışmasız pırıl pırıl bir isme de şahit olmadım. Dahası kendi yönetim kurullarını oluştururken de liyakati esas alan bir TFF yönetimi görmedim. Hatta bu anlayış her geçen dönem bir öncekini aratır derecesinde TFF’ye yerleşti ve artık hakem olmayanların bile MHK’ya geldiği dönemleri görmeye başladık. Muazzam servetlerinin kaynaklarını açıklayamayanların TFF başkanlığı yaptığı kurumdan “temiz eller” değil, olsa olsa “ellerini temizleyenler” çıkar. Mevcut iktidar “kaçak” diye adlandırdıkları sistemden yasal mevzuat gereği vergi almayı başarabilse onlar da yarın “yasal” olarak ilan edilir. Uzun yıllardır devam eden iktidar pratiği bize gösterdi ki, mevcut iktidar akçeli işler gördüğünde dayanamıyor ve o sektöre mutlaka el atıyor. 18 binin üzerinde bahis oynamış bir hakemle yıllardır lig yönetenler bir sabah uyanıyor ve “bahisçi hakemler” diye ilan ediyor. Bahisçi hakemler meselesini sadece etik açıdan değerlendirmek de mümkün değil. Olayın bir de ortaya çıkardığı sonuçlar var. Şimdi bir hakem kendi yönettiği maça bahis oynamışsa ve maç bahisteki kendi seçeneği ile bitmişse ve o maçın sonucunun farklı olması durumunda o sezona ait şampiyonluk veya küme düşen takımların durumları değişecekse tescil edilmiş sezonları geriye dönük nasıl inşa edeceklerine dair hiçbir açıklama yok. İşte bütün bunlar bana bu operasyonun bahisçi hakemleri temizlemek ve ligde yaşanan haksızlıkları gidermek niyetinden çok yeni bir hakem kadrosunu inşa etme çabası olarak görünüyor. Ve bu dizayn etme çabası da bana hiç masum gelmiyor. Hakem kadrosunu bir guruba angaje ederek dizayn etmek demek her sezon ve her ligde sonuçları dizayn etmek demektir.
- Yukarıdakiler daha medyatik ve daha göz önünde tabii ama alt liglerde durum nasıl? Yüzlerce takım var. Oralarda nasıl gidiyor işler? Tümden mi bozuk yani sistem? Toplum çürürken spor temiz kalabiliyor mu?
Her ligin kendine göre daha dar ekonomiyle yönetilen kulübü mutlaka vardır. Süper ligde Bir Başakşehir’in bütçesiyle Karagümrükspor’un bütçesinin birbirinden çok farklı olabileceği gibi 1. ligde Amedspor ile Adana Demirspor’un bütçesi de birbirinden çok farklıdır. Yani her lig kendi içerisinde dezavantajlı kulüpler barındırır. Bazı kulüplerin bir tek oyuncusunun maliyeti aynı ligdeki bir başka takımın tüm bütçesine bedel olabilir. Alt liglerde bu makas aralığı çok daha fazla olabilir. Özellikle 3. lig gibi birkaç takımın dışında bütün takımların kendi yağında kavrulduğu liglerde manipülasyon yapmak daha da kolaylaşabilir. Sonuçta 3. lig veya süper lig fark etmeksizin harcanan zaman ve efor birbirinden çok farklı olmasa da ortada dönen para miktarı biri deveyse diğeri kulak kadardır.
Amerika’da hakimlere maaş olarak boş çek verildiğini duydum. Hakimler çeke ihtiyacı olanı yazsınlar ki parasal zafiyetler üzerinden adaletten sapmasınlar istenmiş. Hakimler de çek boş diye kafalarına göre yazmıyorlar elbette. Makul olanı yazmışlar ve bir sistemi
oturtmuşlar. Gelir adaletsizliğinin olduğu her yerde yozlaşma olabilir. Olmamalı ama realite bize olabileceğini ve hatta olacağını gösteriyor. Yani ortada bahis varsa, kumar varsa, şans oyunu(!) varsa ve varlığından çokça söz ettiriyorsa o ülke ya çok fakirdir ya da gelir adaletli olarak dağılmıyordur.
- Çok değinilmiyor ama Türkiye liglerinde ırkçılık da almış başını gidiyor. Kürt takımlarının her deplasman maçı savaşa dönüyor. Konu para olunca gözü dönen TFF ve iktidar, oralara hiç bakmıyor? Oysa sporun etiğini bozan iki şeyden biri paraysa, diğeri de ırkçılık. Öyle değil mi?
İşte en can alıcı konulardan birisi bu ırkçılık. Bu konuda belki bahisten bile çok daha fazla söylenecek sözümüz var. Hele bir de benim gibi Türk olup Kürt’ten yana tavır alınca bir yerde Kürt’ün Türkü, başka bir yerde Türk’ün Kürt’ü oluyorsunuz ve sonuçta mutlaka her düzeyde bir ırkçılık deneyimi yaşıyorsunuz. Ben 1993/1994 ve 1994/1995 sezonlarının tamamında ve 1995/1996 sezonunun ilk bir kaç ayında Diyarbakırspor forması giydim. O dönemler Diyarbakırspor’da ben ve iki arkadaş hariç bütün futbolcular bölge çocuklarından oluştuğu gibi tamamı yurtsever futbolculardı. Tabi ben o zamanlar yurtseverlik kavramından da bihaber ulusalcı bir ailenin ulusalcı bir evladı olarak Diyarbakıspor’daydım. Biliyorum sizlere çok uçuk gelecek ama değil Sakarya’da veya Bursa’da, biz Diyarbakırspor olarak o yıllarda Van’da, Muş’da bile ırkçı saldırılara maruz kalıyorduk. Basın yok, canlı yayın yok, sosyal medya yok… İnternet yok ve analog cep telefonlarının olduğu dönem. Kim ne yapsa yanına kar kalıyordu. Van’da, Muş’ta ırkçılığa uğruyorduk çünkü o zamanki resmi anlayış bunu rakiplerimiz olan kulüplere dayatıyor ve yönetimlerini o anlayışlara teslim ediyordu. Taraftar kitleleri mevcut sistem tarafından finanse ediliyor ve o zamanki Diyarbakırspor şimdiki Amedspor gibi şeytanlaştırılıyordu. Yani hani şu meşhur şehir efsanesi vardır ya: “Amedspor yoktur, Diyarbakırspor vardır” diye, işte o altı bomboş bir yalan. Ben Diyarbakırspor’da oynuyordum ve beni Amedspor’da oynayan bir futbolcudan çok daha fazla taşladılar. Ben Adana 5 Ocak stadının ortasında devre arasında onlarca polisten dayak yiyen tarihteki belki de tek futbolcuyum. Ve siz bir Kürt takımının formasını giymişseniz kimse size Türk müsünüz diye sormaz. Vurdukça vurur…
Aslında buradan Amedspor’lu oyunculara da bir mesaj vermiş olayım. Hangi ırktan, hangi inançtan, hangi ten renginden olduğunuzun hiçbir önemi yok. Siyasi görüşleriniz kimseyi ilgilendirmeyecek. Kafanıza taşlar yağarken hiç kimse size bunları sormayacak. Kafanıza kar küreği yerken kimse sizi ayırmayacak. Dayağı birlikte yiyeceksiniz. Çünkü ırkçıların gördüğü tek şey giydiğiniz o Amedspor forması olacak. İşte o forma üzerinizdeyken bütün farklılıklarınızı bir kenara bırakın. Madem Amedspor’a gelmişsiniz, o zaman en azından o bitiş düdüğü çalana ve o stattan çıkana kadar tek yürek Amedspor olun.
- “Arsada futbol” solda çok yaygın bir deyimdir, biliyorsun. Peki, tamam, “arsa” devri geçti diyelim ama nasıl düzelir bu iş? Bir anlığına kendini bu işin yönetiminde görsen, ilk iş olarak ve daha sonra neler yapardın mesela?
Ben kendimi tanımlarken, solcu-sağcı, sosyalist-komünist gibi kavramlarla tanımlamam. Ancak sizin tariflemenizle devam edeyim. Ben “solu” futbol branşı özelinde çok ciddi olarak yetersiz buluyorum. Bu yetersizlik bilgi eksikliğinden gelmiyor. Her konuda rasyonel olmayı öğreti haline getiren sol ne yazık ki işi futbola geldiğinde rasyonellikten tamamen uzak çözümlemeler yapıyor. Yılda milyarlarca doların el değiştirdiği ve bir şampiyonlar ligi maçını dünya üzerinde 4 milyar insanın aynı anda izlediğinin tespit edildiği böylesine büyük bir kitlenin
örgütlenebileceği bir alanı sadece sosyalist jargonla “endüstriyel futbola” karşıyız argümanından öteye geçemediler maalesef. Bu konuda HDP ve HDP geleneğinin geldiği partiler de son derece eksik kaldılar. Bütün zorlamalarıma rağmen işte en son 2020 HDP kongresi sonrası oluşan parti meclisinde verdiğim öneriyle Kültür ve Sanat Komisyonuna spor da eklenerek Kültür, sanat ve Spor Komisyonu oldu ama tüm önerilerime rağmen bir spor politikası metni bile yazamadık parti adına. Özellikle Amedspor’un 2. ligde şampiyon olması sonrası da birden bire yarışmacı başarılar daha öne geçti ve bölge çocuklarının değerlendirilmesi ve dünyaya Bölge’den yıldız oyuncular kazandırıp politik kazançlar elde etmek yerine Amedspor daha çok sermaye guruplarının söz sahibi olduğu bir kulüp olma yoluna girdi. Hiçbir sporcu veya futbolcu bugüne kadar hiçbir partiden milletvekili olmadı mesela. Genç futbolcuların politik örnekleri maalesef Saffet Sancaklı, Alpay Özalan, Ünal Karaman, Hakan Şükür Naim Süleymanoğlu, Hamza Yerlikaya ve Kenan Sofuoğlu gibi iktidara yakın olan kişilikler oldu. Mesela ömrünü futbolcuları sendikalılaştırmaya adayan bir Metin Kurt’u hiçbir sol parti görmedi, görmek istemedi. Artık görse de bir anlamı yok çünkü Metin abi artık hayatta değil.









