Bahçeli’nin başlattığı ve DEM Parti heyetinin İmralı’yı ve diğer siyasi partileri ziyaretiyle devam eden süreçte iktidar cenahı, “Terörsüz Türkiye”yi hedeflediklerini sıkça vurguluyor. “Terörsüz Türkiye” hedefine katılmamak mümkün değil elbette. Ancak bu hedefe ulaşabilmek için önce “terör”ü tanımlamak, ardından da “terör” olarak ifade edilen durumun nedenlerini sorgulayarak bu nedenleri ortadan kaldırmak gerekiyor.
Terör ve terörizm, üzerinde hemfikir olunamayan muğlak bir kavram. En genel anlamıyla, “kişiler veya devlet dışı grupların siyasi amaçları doğrultusunda oluşturduğu şiddet kullanma tehdidi veya şiddet eylemleri” olarak tanımlanan terörizmin muğlaklığı, terörü tanımlayan kurumların içinde bulundukları koşullardan, algıladıkları tehditlerden veya siyasi bakış açılarının farklılığından kaynaklanır. Bu bağlamda şiddet kullanma tekeline sahip olan devlet aygıtını elinde bulunduranların, kendisine tehdit olarak gördüğü her ideoloji ya da eylemi “terör” olarak tanımlaması da mümkün hale gelebilir (Grev yapan işçilerin ya da eğitim sistemini eleştiren öğrencilerin terörist kabul edilmesi gibi.).
Rejimlerin ya da devlet içi güç dengelerinin değiştiği koşullarda, terörizm konusundaki muğlaklık daha da artar. Örneğin 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi devlet içindeki güçlü bir yapı bir anda terör örgütü olarak tanımlanabilir veya insan hakları ihlallerine karşı çıkıp barış talebinde bulunanlar terörle ilişkilendirilerek suçlanabilir. Ya da tersine Suriye’de olduğu gibi pek çok ülkenin terörist olarak kabul ettiği cihadist bir oluşum, mevcut rejimi devirmek için oynadığı rol nedeniyle kendisini terörist olarak tanımlayan devletler tarafından terör listesinden çıkarılarak, meşru kabul edilip itibar görebilir.
Genel tanımlamada terörist olarak kabul edilen failin “kişi ya da devlet dışı gruplar” olması gerektiği belirtilmekle beraber bunun kimi istisnaları da vardır. Sahip olduğu şiddet tekelini uluslararası hukuk sınırlarını aşarak kullanan devletler de “devlet terörizmi” kapsamında değerlendirilerek savaş suçları ya da insan hakları ihlalleri nedeniyle uluslararası mahkemelerde yargılanabilirler. Bunun en yakın örneği Gazze’de soykırım gerçekleştiren İsrail devletidir. Öte yandan iktidar sahiplerinin muhaliflerini şiddet uygulayarak baskı altına almak için doğrudan devlet organlarını kullanmak yerine kontrgerilla türü örgütlenmeleri desteklemesi de “devlet destekli terörizm” olarak tanımlanmakta ve yargılamalara konu olabilmektedir.
Terörizme ilişkin tüm bu kavram kargaşası içinde terör tanımlamasının sınırlarını belirleyecek olan, “demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin yasalarda yer bulup bulamaması ve elbette söz konusu yasalar uygulanırken ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinin ne ölçüde geçerli olduğu”dur.
“Terörsüz Türkiye” için öncelikle Türkiye’de terörizmin sınırlarını belirleyecek bu koşulların var olup olmadığına bakmak gerekir. Demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerin teminatı olan basın özgürlüğünün, akademik özgürlüklerin ve örgütlenme hakkının baskı altında olduğu; yasama, yürütme ve yargı erkinin tek elde toplandığı; yargı bağımsızlığının bulunmadığı otoriter bir rejimde muhalif olan her yapı, potansiyel olarak terör örgütü olarak itham edilebilir. Dolayısıyla otoriter rejim aşılıp demokrasi ve özgürlükler tümüyle yaşama geçirilmeden “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşılması mümkün değildir.
Kürt sorununun çözümünde müzakerenin gündemde olduğu bir süreçte “Terörsüz Türkiye”nin hedef olarak ortaya konulması, Kürt sorununun terörle ilişkilendirildiği anlamına gelmektedir. Bu durumda Kürt halkının eşit yurttaşlık çerçevesinde siyasal ve kültürel haklarının tanınması için yürüttüğü mücadelenin neden 40 yıldır sonuçlanamadığı ve onbinlerce cana mal olan bir çatışma sürecine dönüştüğüne bakmak gerekir. Evrensel hukuk kapsamında temel insan hakları norm ve standartları içinde çözülebilecek bir sorunu; birbirine düşmanlaştırdığı halkların büyük bedeller ödemesine neden olan politikaları ve bu politikaların müsebbiplerini sorgulamadan; güvenlikçi bir anlayışta ısrar ederek de yine “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmak mümkün olmayacaktır.
“Terörsüz Türkiye”yi hedefleyenler bu hedeflerinde samimi ise öncelikle otokratik rejimden kurtulmalı ve demokrasinin, özgürlüklerin önü açılmalıdır. Ardından da yıllardır sürdürdürülen halklar arasında kutuplaşma yaratarak, milliyetçilik ve şovenizm üzerinden iktidarı idame ettirme anlayışına son verilmelidir. Ve nihayet Kürt halkının temel insan haklarının gereği olan talepleri karşılanmalı ve barışın toplumsallaşmasına olanak tanınmalıdır! Tüm bunların gerçekleşmesi için çaba harcamadan barıştan, çözümden, terörün son bulmasından söz etmek laf-ı güzaftır!