Türk Devleti’nin yetkilileri, “terörsüz Türkiye” lafını çok sevmişler ve sürekli kullanarak topluma ezberletmeye çalışıyorlar. Tabii “terör” derken devletin uyguladığı çok yönlü ve gerçek terörden değil, Kürt halkının ulusal demokratik mücadelesinden söz ettikleri açıktır.
Öte yanda “terörsüz Türkiye” diyerek güya D. Bahçeli’nin başlattığını ileri sürdükleri süreç, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın yıllardan beri gerçekleştirmek istediği ve “barış ve demokratik toplum çağrısı” başlığıyla güncellediği bir paradigmanın yansıması olduğu biliniyor.
Türk devleti en önce, Rojava dahil bütün Kürt örgütlülüklerine, pazarlıksız, amasız-fakatsız olduğunu iddia ettikleri, bir teslimiyet ve yok etme operasyonunu dayatmıştır. Bunun için kurduğu dille barışın toplumda umut yaratmasının ve toplumsallaşmasının önünü kesmek istemiştir. Aynı anda, barış ve demokratik toplum çağrısına uyarak ateşkes ilan eden Kürt özgürlük hareketine yönelik her türlü yasak kimyasal silahın kullanıldığı saldırıları yoğunlaştırmış, süreci provoke etmeye çalışmıştır.
Bütün bu saldırı, provokasyon ve manipülasyonlar, Kürt Halk Önderi Öcalan’a sonsuz güvenen Kürt örgütlülüğünün dirayetli, ferasetli ve kararlı direnişiyle püskürtülmüş ve barış ve demokratik toplum çağrısının gerektirdiği gelişmelerin pratikleştirilmesi sağlanmıştır. Üstelik Kürtler, örgütlü olmanın avantajıyla, Türk devletinin oyunlarını boşa çıkartmış, teslim alma, zayıflatma, bölme, karşı karşıya getirme tuzağına düşmemişlerdir.
Kısa süre içinde PKK, diğer Kürt dinamikleri, demokrasi güçleri, muhalefetin ana gövdesi, uluslararası güçler, barış ve demokratik toplum projesini güçlü biçimde desteklemişler, böylece barışın ve demokratik toplumun gerçekleşmesinin siyasal ve sosyal bütün koşulları oluşmuştur.
Ancak amaç henüz hasıl olmamış, barış ve demokratik toplum projesi, ağır çekim moduna alınmıştır.
Çünkü devletin niyeti bozuk, ayak sürtmektedir. Devlet, Sayın Öcalan’ın barış ve demokratik toplum projesini kullanarak Kürt halkının siyasal iradesini kırmak, Kürtleri bölmek ve Kürt halkına yönelik soykırım sürecini tamamlamanın koşullarını oluşturmak ve yayılmacı politikalarını daha rahat uygulayabilmek, yani bu projeyi, kendi politik hesaplarına uyarlamak istemektedir. Sürecin gelişmelere bağlı olarak şekillendirilmesinin, duraksamalarla, saldırı ve manipülasyonlarla sürdürülmesinin nedeni budur. Üstelik uygulanan bu politika devlet içindeki bir kliğin, bir cuntanın değil, devletin ilgili bütün kurum ve kadrolarının içinde yer aldığı, stratejik bir devlet politikasıdır.
Sürecin yavaşlatıldığı bu arada Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında örnek alınan ve önerilen federasyon modeliyle sosyal ve siyasal inisiyatif sahibi olmuş; statüsünü güçlendirmiş ve uluslararası güçler tarafından daha yaygın ve etkili olarak kabul görmüştür.
Tek başına büyük ve tarihi öneme sahip olan bu kazanım, Türk devletinin Rojava’ya yönelik hesaplarının çökmesine yol açmıştır. Bunun üzerine Türk devleti, Kürt halkının barışa ve demokratik topluma yönelik umutlarını zayıflatmayı amaçlayarak, bir kez daha provokatörlük yapmış, barış ve demokratik toplum çağrısına yönelik süreci duraklattırmıştır.
Kürt halkının direnişi, CHP’ye yönelik saldırıların yarattığı gerilim, buna karşı ortaya çıkan kitlesel hareketlilikler, devletin bu duraklatmasını sürdürülemez hale getirmiştir. Bunun üzerine Erdoğan’ın görüşmesiyle süreç yeniden canlandırılmış, “terörsüz Türkiye” sözü tekrar duyulmaya başlamıştır.
Ancak altı aylık süreç boyunca barıştan ve demokrasiden hiç söz edilmemiştir. Bu durum “terörsüz Türkiye” iddiasına dair haklı kuşkular yaratmıştır. Mesela “terörsüz Türkiye’ye” Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne, demokratik siyasete, son dönemde yoğunlaşan demokratik kitle eylemlerine yönelik hız kesmeyen saldırılarla mı ulaşılacak? Hiçbir hukuksal kuralın uygulanmadığı yargı sistemiyle mi “terörsüz Türkiye” gerçekleşecek? “Terörsüz Türkiye’de” Alevilere ve kadınlara yapılan ayrımcılık devam edecek mi?
Türk devletinin uygulamalarına bakılırsa, Kürtler, Aleviler, bütün ezilenler ve demokrasi güçleri, demokratik hak ve özgürlüklerden vazgeçmeyi, asimile olmayı, soykırıma tabii tutulmayı ve kimliksiz topluluklar olarak yaşamayı “terörsüz Türkiye”nin bedeli olarak kabul edeceklerdir. Özetle devlet, “terörsüz Türkiye” diye halkların ve inançların özgür olmadığı, barışın ve demokrasinin gerçekleşmediği bir Türkiye tasarlamaktadır.
Demokratik siyasetin ve özgür basının Türk devletinin “terörsüz Türkiye” diyerek yaptığı bu büyük manipülasyonu teşhir etmeye özel önem vermesinin nedeni budur.
İşin aslı şu ki barış ve demokratik toplum, birilerinin lütfu veya inayetiyle değil, başta Kürt halkı olmak üzere Alevilerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin meşru ve demokratik mücadelesiyle kazanılacaktır. Bunca kazanımdan, tecrübeden, örgütlülükten ve imkândan sonra hiçbir güç, Kürtleri çok mümkün ve yakın olan barışı gerçekleştirmekten ve ulusal demokratik haklarını kazanmaktan alıkoyamayacaktır.