Tüm gezegende yaşayanların barış içinde, özgür ve eşit şekilde yarına dair umutlarını örselemeden yaşaması arzu edilendir. Arzu edilenin gerçekleşmesi elbette farklı olanlara yönelik düşünce ve eylem tarzımıza da bağlıdır.
Benzer düşünce ve inançta olmayanların dünyasına onların gözüyle bakılamadığı sürece bu dünyayı hem kendimize ve hem de başkalarına zindan etmeyi seçmişiz demektir.
Kurtuluşun tek başına mümkün olmadığını iddia ediyor ve buna gerçekten inanıyorsak, bir an için gözlerimizi kapatıp yaz sıcağında ter döken, yıllarını aynı makinelerin başında, tarlada, inşaatta tüketen işçileri düşünelim…
Fabrikanın kapısında, inşaatın iskelesinde, marketin kasasında ya da madenin karanlığında…
Her vardiyası, her mesaisi sadece günlük ekmeği için değildir. İçinde hep bir umut taşır: “Emeklilik planı, geleceğe dair bir güvence, belki de barınma ihtiyacı için son bir çare”
İşte bu hayalin adıdır kıdem tazminatı…
Bir başka deyişle: İşçinin alın terinin ertelenmiş karşılığı, yarınlara sakladığı güvencesidir.
Ama yıllardır bu hakkın etrafında ince ince bir ağ örülüyor. Her kalkınma planında, her programda farklı bir isimle gündeme geldi: “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi.” Adı güzel, süslü. Kulağa “ikinci emekli maaşı” gibi geliyor. Ama perdeyi kaldırdığınızda gördüğünüz manzara bambaşka. Bu sistem, işçiye ikinci maaş değil, olsa olsa “emeklilik harçlığı” vaat ediyor. Esasında ise bu tam olarak kıdem tazminatına çökme planıdır. Çünkü prim oranı düşük, getirisi belirsiz, piyasanın insafına bırakılmış.
Sorulması gereken can alıcı soru şu: TES’in kaynağı nereden sağlanacak? İşveren “Ben ödemem” diyor. Devlet bütçeden daha fazla vermek istemiyor. Geriye tek bir kaynak kalıyor: İşçinin kıdem tazminatı.
Eğer kıdem tazminatı TES’in içine gömülürse, işçinin yıllar sonra alacağı toplu para buhar olup gidecek. Emekli olduğunda cebine girecek parayla bir ev hayali kuramayacak. Zaten maaşla alamadığı evi, kıdem tazminatıyla da hayal edemeyecek. Bir işçi için bu, sadece bir hak kaybı değil; bir ömür boyu kurduğu hayalinin, umudunun elinden alınmasıdır. Bu sadece işçiyi mi ilgilendiriyor? Hayır. Kıdem tazminatına çökme planının gerçekleşmesi halinde bu sadece işçinin geleceğine, ekmeğine vurulan bir darbe olmayacak, toplumun tümüne vurulan bir darbe olacaktır. Alınacak kıdem tazminatı ev demek, araba demek ya da çarşı pazar alışveriş demek, yapılacak harcamada devletin vergi alması demek, avukatın dava açması demektir. Atanan hâkim, kalem personeli demektir. Bu nedenle TES yalnızca işçinin değil, bir bütün olarak emek dünyasının başında sallanan Demokles’in kılıcıdır.
Bugün TES’i “ikinci emekli maaşı” diye pazarlayanlar aslında işçiyi Dimyat’a pirinç almaya gönderip evdeki bulguru da alma projesidir. Oysa kıdem tazminatı sadece bir para değil, bir iş güvencesidir. İşçinin patron karşısındaki son kalesidir. Bu kale düşerse, işçi işten atıldığında sırtını dayayacak hiçbir şey bulamayacaktır.
Ve işte romanın dramatik anı burada başlıyor: Eğer işçiler ve toplumun diğer kesimleri sessiz kalırsa, bu hak elimizden alınacak. Eğer sendikalar, avukatlar, barolar, toplum topyekûn sahip çıkmazsa, kıdem tazminatı bir sabah uyandığımızda sadece geçmişte kalmış bir hatıra olacak.
Ama bu hikâyenin sonunu değiştirmek bizim elimizde. Çünkü kıdem tazminatı yalnızca bir hak değil, bir ömrün alın teriyle yazılmış destanıdır.
Kıdem tazminatı, işçinin umududur, geleceğidir, yarınıdır. Kıdem tazminatı esnafın evine ekmek götürmesi, avukatın açacağı davasıdır. Bu nedenle bu sadece işçinin değil, hepimizin sorunu olmalıdır. TES adıyla kurulmak istenen tuzağa düşmeden mücadele etmek kaçınılmazdır. Bir madenci kardeşimizin dediği gibi “ekmek kavgası bu, can kavgası bu”