Türkiye politik ekonomisi, 2015 yılında başlatılan çatışma ve otoriterleşme süreciyle içerisine girdiği girdaptan çıkmanın yolunu 22 Ekim’de Bahçeli’nin dile getirdiği ama 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın çağrısıyla çerçevesi, rotası ve ruhunu belirlediği bir süreç üzerinden bulmuştu. Fakat bugünlerde söz konusu çıkış yollarının, yani kalbe kan pompalayan damarların tıkatıldığına tanık oluyoruz.
İktidar, siyaset ve ekonomi üzerinde etkileri negatif olan cerrahi müdahalelerde bulunuyor. Bu müdahalelerle sadece Barış ve Demokratik Toplum süreci değil, siyasetin ve ekonominin kalbini besleyen tüm damarlar tıkanmak üzeredir.
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin başlangıcı 27 Şubat’ta yapılan çağrıydı. Bu çağrının çerçevesi bir yandan tarihsel muhasebe bir yandan reel-politik bir muhakemeydi. Muhasebe ve muhakemeden çıkan sonuç demokratik uzlaşı ve demokratikleşme üzerine kuruluydu. Dolayısıyla çağrının gereklilikleri de Türkiye’yi girdaptan kurtaracak şifreleri veriyordu. Fakat iktidar, aradan geçen bir buçuk ayda çağrının gerekliliklerini yerine getirmedi. Bilakis yapay tartışmalarla, açılan papatya fallarıyla, çözümsüzlük dönemine dair dilde ısrarla bugünkü tıkanmanın yollarını döşedi.
Öte yandan hem 2015’te devreye konan politikaların yarattığı girdaptan kurtulmak hem de Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın özünü oluşturan değeri, yani demokrasiyi hâkim kılmak gerekirken iktidar bu defa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve ilçe belediye başkanlarının aralarında bulunduğu çok sayıda kişiye yargı operasyonu başlattı. Kısaca 19 Mart Olayı olarak adlandıracağımız bu süreç, Türkiye siyaseti ve ekonomisini ciddi şekilde tıkadı ve hatta girdaba geri döndürme ihtimalleri ortaya çıkardı.
27 Şubat Çağrısı’nın gerekliliklerinin yerine getirilmemesi ve 19 Mart olayı üst üste binince ilk olarak Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin tıkanma eğilimine girdiği görülüyor. Öncelikle bu sürecin özü ve ruhu demokratikleşme iken, hem demokratik gelişme anlamında tek bir adım atılmaması hem de üstüne 19 Mart olayının gerçekleşmesi ciddi bir gerilim ortaya çıkardı. Buna göre sürecin özüne karşı hamle sayılabilecek 19 Mart Olayı zaten iktidara karşı güvensiz olduğu için sürece mesafeli olan ama barışın gereklilikleri konusunda şüphesi olmayan milyonlarca insanı daha çekimser ve hatta negatif pozisyonlara doğru itti. Dolayısıyla bu süreç barış ve demokrasi üzerine kuruluydu ve kırk beş günde ileriye doğru değil, geriye gidiş yaşatılarak tıkanma eğilimi güçlendirildi.
Söz konusu tıkanmanın en çok etkilendiği alanlardan biri Avrupa’yla ilişkiler oldu. Trump’ın Rusya, AB ve NATO üçgeninde, önceki dönem yönetimlerinden farklı pozisyon alışı, Türkiye’nin Avrupa’yla yakınlaşmasına fırsat yaratmıştı. Bu durumun Türkiye lehine olabilecek ciddi ekonomik ve siyasal boyutları vardı. Fakat hem Asrın Çağrısı’yla ilgili adım atılmaması hem de 19 Mart Olayı bu fırsat kapısını berhava etme yönünde bir durumu ortaya çıkardı.
Yine son dönemde yaşananlar ve atılmayan adımlar, zaten büyük bir kriz içerisindeki Türkiye ekonomisine muazzam maliyetlere neden olarak buhrana davetiye çıkardı. 40 milyar dolar rezervin erimesi, borsanın 2 trilyon TL zarar etmesi, öngörülebilirliğe dair ihtimalin bile ortadan kalkması, risk primlerinin yükselerek borçlanma maliyetlerini arttırması, belirsizliklerin artmasından kaynaklı finansal erişim sorunu ve istikrarsızlığın daha fazla derinleşmesi gibi çok sayıda sonuç ortaya çıktı. Zaten kalbinden hasarlı olan ekonomi, buhranı iyice hissetmeye başladı.
Bu arada Erdoğan’ın henüz süreçle ilgili ortalarda görünmediği dönemlerde yaptığı bir açıklamada Bahçeli’nin -mealen- “ekonomiyi iyileştir, Kürtlerle ilgili sorunu çöz ve tekrar başkan ol” mesajındaki odakların hepsi dağıldı. Ekonomi kötüleşti. Kürt sorunuyla ilgili iktidar yürütme erki olarak tek bir adım bile henüz atmadı.
Peki çıkılmak istenen girdabı daha büyük ve korkunç şekilde geri getirme ihtimali olan bu halden nasıl kurtulunur?
Artık Türkiye palyatif çözümlerle, geçici pansumanlarla sorunlarını çözme eşiğini aştı. Öncelikle siyasal rejimin demokratikleştirilmesi, yönetim sisteminin yataylaştırılması gerekiyor.
Kürt sorununun diyaloga dayalı çözümü için ne gerekiyorsa hızla yapılması Türkiye’nin yakın-orta-uzun vadeli geleceğinin en hayati meselesidir. Barışı mevzuata, sessizliğe, fikirsizliğe sevk etmek bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Temelde “Kürtlerle barış, Türkiye’ye demokrasi” şeklinde ifade edebileceğimiz süreci başarıya götürecek ilk ve en temel meselelerden biri 27 Şubat Çağrısı’nın gösterdiği yoldan ilerlemektir. Hem demokrasiyi kurtarmanın hem de Kürtlerle barışı sağlamanın kaçınılmaz zamanındayız. Bunun yolu da Demokratik Anayasa’yı yazmaya başlamakla olur.
Türkiye’de artık sadece Kürt ulusal kimliğine indirgenmiş, onla çevrelenmiş bir demokratikleşme meselesi kurtuluş reçetesi olamaz. Geneli kapsayan, hukuki güvenlik, iktisadi eşitlik ve adaleti temeline alan bir reçeteye ihtiyaç var.