Kürt Kadın Hareketi’nin teorik ve pratik öyküsünü ele aldığımız söyleşi serimizin ikinci konuğu Mekiye Ormancı:
Kürdistan’da ilk kez bir kadın kültür kurumu açtık. Erkek egemen aklın baskıcı yaklaşımları nedeniyle kadınlar, kendi üretimlerini iradeleriyle ve zihinsel kodlarıyla gerçekleştiremiyor. Bu nedenle, özgün ‘xwebûn’ olma kültürünü açığa çıkaramıyor
Kibriye Evren
Kürdistan’da kadın mücadelesinin öncüsü olan TJA, kültürel çeşitliliği güçlendirmeyi ve kadınların çok yönlü gelişimini desteklemeyi amaçlıyor. Kültürel çalışmalar, TJA’nın temel taşlarından biri olarak, kadınların sanattan siyasete her alanda kendilerini ifade edebilmeleri için yeni zeminler oluşturuyor. TJA’lı kadınlar, erkek egemen zihniyete karşı durarak, özgün kadın kültür kurumları açıyor ve bu sayede kendi seslerini bulma mücadelesi veriyor.
Kadın Sanat ve Edebiyat Derneği (KASED) üyesi ve TJA aktivisti Mekiye Ormancı ile TJA kimliği ile kültür-sanat ve edebiyat çalışmalarını, örgütlenme modelini, kadınların potansiyelini nasıl açığa çıkardığını ve deneyimlerini konuştuk.
- Kürdistan’da kültür çalışmaları yürüten TJA, kadın mücadelesinin dayandığı kültürü açığa çıkarmayı ve bu kültürle yeni yaşamın nasıl örgütlenebileceğini merkezine alıyor. Bu bağlamda, kültür çalışmaları yürüten bir TJA’lı olmak bunun duygusu, düşüncesi sizin için ne anlama geliyor?
Ortadoğu’da kadın mücadelesi, kökleri neolitik devrime kadar uzanan zengin bir geçmişe sahiptir. Biz de, Neolitik devrimin ana tanrıçalarının miraslarını, söylemlerini, sanatlarını ve emeklerini 21. yüzyıla taşıyarak, Demokratik Moderniteyi yaratma çabasındayız. Bu süreçte, kadının öncülüğünde, erkek aklının kodlarıyla mücadele ederek kendimizi yeniden var etme zaman dilimindeyiz. Kadınların kültür ve sanat çalışmaları, bu mücadelenin önemli bir parçasıdır. Kültür ve sanat çalışmalarını kadın perspektifinden ele aldığımızda, kadınların tarihten günümüze kadar bu çalışmaların taşıyıcısı olduğunu görmekteyiz. Neolitik döneme veya tarım köy devrimine baktığımızda, bu devrime öncülük edenin kadın olduğunu açıkça görebiliriz. Bu devrim, kültür, sanat, emek, sistem ve ahlak açısından toplumu bir araya getiren ve gerçekten devrim yaratan bir öncülüğü ifade etmektedir.
Ancak, erkek aklının müdahalesiyle zaman içinde, erkek egemen kültür, kadını hem kültürel çalışmalardan uzaklaştırmış hem de yaşam alanlarını daraltarak onu silikleştirmiştir. Kadın, yalnızca belirli bir hizmet odaklı köleleştirme anlayışıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle, kültür çalışmaları dediğimizde, Kürt kadınları olarak son yarım asırdır Ortadoğu’da ciddi bir mücadele veriyoruz. Ortadoğu’daki erkek egemen aklın saldırıları karşısında, kadınlar kendilerini yeniden oluşturma ve mücadelelerini büyütme konusunda felsefeleri ve pratikleriyle öncülük ediyor. Bu heyecan ve coşku, Ortadoğu genelinde hissediliyor. Rojava devrimi, Neolitik devrimin 21. yüzyıldaki yansıması olarak kendini gösteriyor. Tarihin “şimdi” olduğu felsefesinden hareketle, Neolitik devrimin Ortadoğu’ya geçişini ve Kürt Kadın Hareketi’nin 21. yüzyılda Rojava’da pratikleşen kadın öncülüğündeki felsefesini görebiliyoruz.
Bu bağlamda, Ortadoğu coğrafyasında tek tipleşmeyi ve renksizleşmeyi reddeden bir yaşam anlayışı var. Kadın mücadelesi, 21. yüzyılda kendi sistemiyle yeni bir çağa öncülük ediyor. Bu coşku ve moral, toplumun ve kadınların büyük bir kısmına yansımıştır.
- TJA’nın Demokratik Ulusa ve konfederal örgütlenme modeline dayanan yapısı belki de en çok kültürel çeşitliliği görme ve güçlendirme temelinde yürüttüğü çalışmalarda somutlaşıyor. TJA kimliği bu çalışmalarda nerede konumlanıyor? Kültür alanında yürütülen çalışmalar ile TJA’nın diğer çalışmaları arasındaki ilişkiler hangi yöntemlerle kuruluyor?
Ortadoğu, farklılıkları içinde barındıran bir coğrafyadır. Bu bölgede Türkmenlerden Kürtlere, Araplardan Çerkezlere, Süryanilere, Ermenilere ve Êzidîlere kadar birçok farklı ırk ve din bulunmaktadır. Bu noktada, demokratik konfederalizm, 100 yıllık tek tipleştirici ulus devlet formatına alternatif olabilir. Çalışmalarımız sırasında, farklı kadınlarla ortaklaşma zeminleri oluşturarak ilerliyoruz. Örgütlenme kültürü ve diğer çalışmalarla, farklılıkların demokratik ilkeler çerçevesinde nasıl bir arada yaşayabileceğini tartışarak ilerliyoruz. Amacımız kendimizi dayatmak değil, bu renkli coğrafyayı kadının öncülüğünde yeniden cennete çevirmek için mücadele etmektir. Ancak, 5000-6000 yıllık erkek egemen zihniyetle ve kültürle mücadele etmenin zorlukları da var. Kadınlar, alternatifleri gördüklerinde ve bunları pratiğe döktüklerinde, bu zorlukları aşma konusunda daha rahat hissediyorlar.
Biz, birlikte nasılı ve neyi oluşturacağımızı tartışarak ilerliyoruz; kendimizi merkeze koymuyoruz. Her halkın, her kadının ve her çocuğun kendine özgü yaşam biçimleri ve var olma koşulları vardır. Bu renkliliği ortadan kaldırmadan, nasıl öğrenebileceğimiz üzerine tartışıyoruz. Bugüne kadar yaptığımız tüm çalışmalarda, Êzidîlerden Süryanilere, Ermenilere kadar bu coğrafyanın kadınlarıyla ortak zeminler yaratarak ilerledik. En son Kürt Kadın Festivalleri düzenledik; bu festivallerde yalnızca Kürt kadınlarını değil, Ermeni, Arap ve Süryani kadınlarını da dahil ettik.
Bu etkinlikler, kadınların tek tipleştirici zihniyete ve erkek egemen akla karşı kendilerini nasıl yeniden oluşturacaklarına dair bir zaman yaratmıştır. Böylece, yalnızlaşan kadınlar bir araya gelerek güçlenmiş ve bu sistemi bertaraf etme pratiğini ortaya koymuşlardır. Ancak, sistemin bu renkliliğe karşı tekleştirme yöntemleri ve şiddetle bastırma yaklaşımları da zorluklar yaratmaktadır. Bu nedenle, farklı kadınlarla ortaklaşarak mücadelemizi büyütmek için ciddi çalışmalar yürütüyoruz.
Kürdistan’da ilk kez bir kadın kültür kurumu açtık. Bu ihtiyaç neden doğdu? Uzun zamandır genel çalışmalar yürütüyorduk; ancak kadınlar bu genel çalışmalar içinde kendi varoluşlarını, zihinsel ve pratik olarak oluşturamıyorlardı. Erkek egemen aklın baskıcı yaklaşımları nedeniyle kadınlar, kendi üretimlerini iradeleriyle ve zihinsel kodlarıyla gerçekleştiremiyor. Bu nedenle, özgün “xwebûn” olma kültürünü açığa çıkaramıyor.
Önemli çalışmalarımızdan biri, Kürdistan’ın şehirlerinde özgün kadın kültür kurumları açmak ve bu kurumlarda kadınları örgütlemektir. Bu sayede kadınlar, kendi fikirleri, zihinleri, el emekleri, sanatları ve sözleriyle, klamları, stranlarıyla, tiyatrosu ve resmiyle kendilerini ifade edebilecekler. Bugüne kadar böyle bir fırsat kadınlara tanınmamıştır. Sistem, kadınlara belirli imkanlar sunsa da, kadın her zaman ikinci planda kalmıştır. Tiyatrodan sinemaya kadar, kadınlar genellikle yardımcı bir rol üstlenmiştir. Biz, kendi mücadelemizle kadın perspektifi ve felsefesiyle kurumlarımızı açarak, sanat, edebiyat, tiyatro ve müzik alanlarında kendimizi oluşturmayı amaçlıyoruz. Bu süreç, kadının bir kültür taşıyıcısı olduğunu yeniden kanıtlamak ve yeni bir kültüre yol açma mücadelesidir.
- TJA bileşeni kadınlar kültür hareketinin özneleri olarak ikili kimlikle mücadele ediyorlar. Haliyle böylesi görevler, “diğer” erkeklerle olduğu kadar “yoldaşınız” olan erkeklerle de çetin bir mücadele gerektiriyor. Bu açıdan TJA’nın perspektifi, yöntemleri sizin deneyiminizde nasıl şekilleniyor?
Toplum, iki cinsiyetten oluşur: kadın ve erkek. Ancak, beş bin yıllık erkek egemen tahakküm ve sömürü altında, köleleşen bir kadın gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu durum, erkek zihniyeti, siyaseti ve kurumlarıyla mücadele etmenin zorluğunu ortaya koyuyor. Kadının özgürleşme mücadelesi, bu bağlamda son derece önemlidir. Toplumun özgürleşmesi, yalnızca bir cinsin değil, her iki cinsin de erkek egemen kodlardan sıyrılarak zihinsel, felsefik ve ideolojik olarak kendilerini yeniden inşa etmeleriyle mümkün olacaktır. Bu nedenle, karşılıklı bir mücadele süreci yürütmekteyiz.
Erkek kültürüyle mücadele ederken, bu değişimin anında gerçekleşmeyeceğinin farkındayız. Mücadele, süreklilik ve kurumsallaşma gerektirir. Yine zihinsel, felsefik ve ideolojik olarak her iki cinsi yeniden ele alıp değiştirip dönüştürmek yani inşa etmek gerekir. Kendimizi özgürleştirdiğimiz kadarıyla erkek arkadaşlarımızı da bu noktada değiştirip dönüştürmek için mücadele halindeyiz. Kültürel çalışma alanlarında kadınların, “xwebûn”* olarak kendi felsefeleriyle sanatlarını ve kültürlerini nasıl oluşturacakları tartışmaları yapıyoruz. Ayrıca, bu sömürü çarkında çocuklar da ciddi şekilde etkilenmektedir. Bu nedenle, kültürel kadın çalışmalarımızda çocukları da dışlamıyoruz. Çocuklara yönelik atölyelerimiz, büyük bir ilgi görmekte ve bu alanda önemli bir etki yaratmaktadır.
Çocukların kendi dilleri ve kültürleriyle buluşmalarını sağlamak, sistemin saldırılarına karşı kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretmek açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu çalışmalar, hem erkekleri değiştirme hem de çocukları koruma hedefi taşımaktadır. TJA’nın yürüttüğü siyasal, ekolojik ve sağlık alanındaki çalışmalarla kültürel çalışmalarımız iç içe geçmiş durumdadır. Bu çalışmalar birbirinden bağımsız ele alınamaz; her biri diğerine değer katmakta ve yeni bir şeyler oluşturma noktasında birbirine dokunmaktadır.
Kültür, toplumun bütününü kapsayan bir kavramdır. Siyasal çalışmalardan, erkeğin şiddet politikasına kadar her alanı içerir. Son yüzyılda devletin Kürt diline ve kültürüne yönelik saldırılarında, Kürt kadınları bu saldırılara karşı önemli bir direniş göstermiştir. Kadınlar, kültürün taşıyıcısı olarak mücadelemizin merkezinde yer almıştır. Ancak, son zamanlarda sistemin saldırılarıyla kadınlarımız oto-asimilasyonla karşı karşıya kalmıştır. Bizim mücadelemiz, bu oto-asimilasyona dur demek ve kadın ile çocuk çalışmalarını güçlendirerek kendi dilimizi ve kültürümüzü yeniden oluşturmak üzerinedir. Bu süreçte, kadın zihniyeti ve felsefesiyle topluma katkıda bulunmayı hedeflemekteyiz.
- TJA kimliği, kadınların çok yönlü gelişimini hedefliyor. Bu bağlamda, TJA’nın örgütlenme modeli ile kadınlarda açığa çıkarmaya çalıştığı nitelikler arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Bu nitelikler nasıl ortaya çıkıyor?
TJA, kadınların yaratımlarının ve edimlerinin toplumsal yönüyle örgütlendiği bir gerçekliğe sahiptir. Bu nedenle, kadınların meslekleri ve edinimleri toplumla buluştuğunda TJA kimliğini kazanır. TJA, sanattan spora, sağlıktan ekolojiye kadar birçok alanda yaptığı örgütlemelerle toplumsal değişim ve dönüşümü hedefler. Biz de TJA kimliğiyle sanat yaparken, kadının en gerçek ve toplumsal yanlarını açığa çıkararak bu üretimi topluma kazandırmaya çalışıyoruz. Sanatsal ve kültürel alanda açığa çıkan ürünler, eserler aynı zamanda kadın ve toplumda niteliksel bir sıçrama da yaratıyor.
TJA ile ortak kimlikte kendimizi bulmamızın ve var etmemizin en önemli sebeplerinden biri, jineolojik bir bakış açısına sahip olmamızdır. TJA’nın jineolojik bakış açısı, kadınların özünü ve yaratımlarını öne çıkarır. Tarih boyunca kadınların ortak hafızası olan binbir emek ve bedelle ortaya çıkan yaratımların başkalaşmasını veya başkalarına mal edilmesini eleştiren TJA, bu öz olanı geri kazandırmayı amaçlar. Bu yaklaşım, toplumsal olanı yansıtan ve yarar sağlayan bir sanat anlayışını benimsememizi sağlar.
TJA’nın örgütlenme modeli, her meslekten kadının kendini bulabileceği ve mücadele alanını genişletebileceği bir fırsat sunar. Sanat alanında bu model, tarihsel ve güncel bağlamda kalıcı yaratımlar bırakmayı hedefler. TJA’nın geniş sahasında kültür sanat çalışmaları yürütmek, kadın yoldaşlığı ve bilinci oluşturmak bizim için kritik öneme sahiptir. Kadınların yarattığı eserleri sahiplenmek ve daha güçlü adımlar atmak, bu kimlikle ilerlemek için temel bir adımdır.
TJA’nın örgütlenme modeli, sadece güncel bir kimlik edinme aracı değil, aynı zamanda tarihsel bir bağlamda yarına devasa yaratımlar bırakmayı amaçlayan bir yapıdır. Bu model, sanatın yanı sıra tüm örgütlendiği alanlarda geçerlidir ve geniş bir sahaya hitap eder. Biz de bu saha içinde yer edinmeye çalışan birer yolcuyuz; bu düşünceyi hayata geçirmeye çalışan neferleriz. Dolayısıyla kültürel alandaki her gelişim ve niteliksel dönüşüm bizleri de değişim ve dönüşüme zorluyor.
- Tüm konuştuklarımızı düşündüğünüzde su cümleyi nasıl tanımlarsınız. TJA’lıyım çünkü…
Son sorunuza yanıt olarak TJA’lıyım çünkü başka bir dünyanın mümkün olabileceğine inanıyorum ve bu nedenle bir aktivist olarak bu çalışmalarda yer alıyorum.
TJA’lıyım çünkü erkek egemen sistem, kadına yalnızca kırımdan başka bir yaşam alanı bırakmıyor; bu durumdan kaynaklı olarak mücadele ediyorum.
TJA’lıyım çünkü ekolojik, demokratik ve sosyalist bir yaşamın mümkün olduğuna inanıyorum.
TJA’lıyım çünkü artık bir yaşam felsefesi haline gelen “Jin, Jiyan, Azadî” anlayışına sahip olduğum için, kadın, yaşam ve özgürlük olmadan yaşamın değişip dönüşemeyeceğini düşünüyorum.
Sonuç olarak, yeniden bir yaşamın ve dünyanın mümkün olabileceğine olan inancımla TJA’lıyım.
YARIN: DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü HalideTürkoğlu, kadınların örgütsel deneyimini anlatıyor.
* Xwebûn (Kendin olmak)