Kürt Kadın Hareketi’nin teorik ve pratik öyküsünü ele aldığımız söyleşi serimizin beşinci ve son konuğu Ayşe Ergün:
Kürtçe’de ‘jin’ kelimesi hem yaşamı hem de doğayı ifade eder. İçinde yaşadığımız alan, jin’dir; yani yaşam alanıdır. Bu kelimenin bağlamında bile, kadın ve ekolojinin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu, göbekten bağlı olduklarını söyleyebiliriz
Kibriye Evren
Tevgera Jinên Azad (TJA) sadece bir ideolojik hareket değil, aynı zamanda derin bir sosyal farkındalık hareketi. TJA, kadınların doğayla olan ilişkisini yeniden tanımlarken, kapitalist ve ataerkil sistemlerin yarattığı baskılara karşı durma cesaretini öğretiyor. Kürtçe’de “jin” kelimesinin hem yaşamı hem de doğayı ifade etmesi, kadın ve ekolojinin ayrılmaz bir bütün olduğunu gösteriyor.
TJA, kadınların toplumsal ekoloji inşasına dahil edilmesini ve her kadının özgürlük ve ekolojik adalet mücadelesine katılmasını, hem bireysel hem de toplumsal dönüşüm için kritik öneme sahip olduğunu savunur. TJA’lı olmak, bu dönüşümün parçası olmak ve kadın ile doğa arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamak anlamına geliyor.
Van Ekoloji Derneği (Van EKO-DER) Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Ergün ile TJA perspektifinden kadın ve ekoloji ilişkisini konuştuk.
- Kürdistan’da ekoloji mücadelesi yürüten yani hem kadın özgürlüğüne hem de ekolojik yaşama dair iddiası olan bir kadınsınız. TJA’lı olmak, bunun duygusu, düşüncesi sizin için hangi anlama geliyor?
Ekoloji ve kadın konusunu derinlemesine ele almak gerekiyor. Bu iki kavramı birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız. Doğayla uyum içinde olan kadın, kapitalist sistemin yarattığı erkek egemen yapı ve ataerkil sistemin etkileri altında boğulduğunu, kaybolduğunu fark ettiğimde şaşkınlık yaşadım. Kendimi özgür bir birey olarak tanımlıyordum, fakat aslında o kadar da özgür değilmişim.
TJA ile tanıştıktan ve ekolojik çözümlemeler yaptıktan sonra, özgürlük tanımım değişti. Kadının ve doğanın tanımı da değişti bende. Tarihsel süreçte bu konuları incelediğimde, kadının ne kadar düşürüldüğünü, kadın bakış açısıyla ataerkil bakış açısının ne denli farklı olduğunu ve bu iki perspektifin ne kadar farklı yerlerde durduğunu daha iyi anladım. TJA, aslında bir farkındalıktır; sosyal bir farkındalıktır. İdeolojik ve sosyal ya da kültürel anlamda kendinizi ifade ettiğinizde, aslında “TJA’lıyım” diyebiliyorsunuz.
Ben de bu noktada, bir TJA’lı kadın olarak ve aynı zamanda ekolojik çalışmalar yapan bir kadın olarak, o farkındalığımı hissedebiliyorum. Bu çok derin bir mevzu. Yani, çok küçük çalışmalarla ortaya çıkacak bir şey değil. Bilimsel, toplumsal çalışmaların yapıldığı bir perspektiften bakıldığında, konuların ne kadar derinleştiği ve çözümlemelerde ne kadar fazla alana sirayet ettiği daha net görülüyor.
- Ekoloji mücadelesi, demokrasi ve kadın özgürlük mücadelesi kadar belirgin olamadı. Neden böyle bir mücadeleye ihtiyaç var? Ekoloji ve kadın özgürlüğünü birbirine göbekten bağlayan nedir?
Kapitalist sistemin ve erk zihniyetinin, kadının zihninde, bedeninde ve ruhunda ne kadar etkili olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. TJA, aslında bu durumu sistematik bir şekilde açığa çıkaran bir ideolojidir. Kürtçe’de “jin” kelimesi hem yaşamı hem de doğayı ifade eder. İçinde yaşadığımız alan, jin’dir; yani yaşam alanıdır. Bu kelimenin bağlamında bile, kadın ve ekolojinin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu, göbekten bağlı olduklarını söyleyebiliriz.
Yaşam döngüsünde bazı unsurlar, örneğin ağaç, su, ay, yılan ve toprak gibi unsurlar dişil olarak nitelendirilmektedir. Bu unsurlar, doğanın dişil yönünü temsil eden semboller olarak karşımıza çıkmaktadır. Paleotik çağda spiral şekillerin, suyun ya da ayın döngüsünün kadın döngüsüyle benzerlik gösterdiğini görüyoruz. Kadının döngüsü, doğum, duygusal zeka ve akışkan enerji gibi unsurlar ile doğa iç içe olup, aslında doğanın bir yansımasıdır. Doğal toplum sürecinde kadın kimliğine baktığımızda, toprakla bütünleşmesini derinlemesine inceleyebiliriz. Bulunan tabletlerdeki bazı tanrıça figürleri, bu konuyu açığa çıkarıyor. Örneğin, Anadolu’daki Kibele, Yunan’daki Gaia ya da Uzak Doğu’daki Yin Yang gibi figürler, kadın figürlerini sembolize ediyor. Bu figürler, kadın ve doğa arasındaki ilişkiyi vurguluyor; örneğin, tanrıçaların bir elinde buğday tanesi taşıdığı veya ayı tuttuğu figürler, kadınların doğayla iç içe olduğunu gösteriyor.
Kürdistan’da doğal yaşam alanlarına baktığımızda, kadın ve doğa ilişkisi çok çarpıcı. Örneğin, “Punk” bitkisi, kadın hastalıklarına iyi geldiği söylenen şifalı bir bitkidir. Ayrıca, ayva çekirdeğinin yüze iyi geldiği bilinir. Eskiden kadınlar, saçlarını taradıktan sonra çıkan saçları atmaz, toprağa gömerdi; çünkü saçın canlı olduğuna inanırlardı. Kadınlar, hastalıklarıyla bu şekilde ilişki kurarak doğayla olan bağlarını sürdürdüler. Maalesef erkek egemen sistemin yarattığı kadın figürü, kadınları köleleştiriyor ve doğayı nesne olarak görüyor. Bu durum, doğa ve kadın sömürüsünün paralel olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlar ne zaman sömürüldüyse, doğa da aynı şekilde sömürüldü.
- Bulunduğumuz konumları belirleyen biraz da ekoloji hareketlerin ne söyledikleri ve yaptıklarıdır. Öyleyse şunu soralım, sizi de TJA içinde tutması bağlamında diğer ekoloji hareketleri ne diyor, TJA ekolojik yaşam iddiasını neye dayandırıyor, nüanslar neler?
Diğer toplumlar, kadını ve doğayı nasıl görüyor? Bu konuya biraz derinlemesine bakmak gerekiyor. Örneğin, Hinduizm ile ekofeminizm arasında bir bağ olduğunu görebiliyoruz. Hinduizm’de dikkat çeken bir olay, Çiko hareketidir. Bu hareket, 50 yaşında bir kadın öncülüğünde, 27 kadının katılımıyla gerçekleşiyor. Büyük bir sel felaketi sonrasında orayı ormansızlaştırmaya çalışıyorlar. Kadınlar ağaçlara sarılarak onları savunuyor. Orada bulunan müteahhitler şöyle diyor: “Siz aslında bu ağaçların ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz. Bu ağaçlar reçine, ilaç, kereste ve döviz demektir.” Ancak, kadınların cevabı oldukça etkileyicidir. “Biz de bu ağaçların ne anlama geldiğini biliyoruz,” diyorlar. “Bu ağaçlar temiz hava, yaşam, toprak ve kök demektir.” Burada, kapitalist sistemin ve kadın özgürlükçü bakış açısının ne kadar farklı olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.
Hindu felsefesinde, toprak bir ana olarak görülmektedir. “Ben oğluyum” anlayışıyla toprak, yaşamın kaynağı olarak değer bulur. Benzer şekilde, Kızılderili mistisizmlerinde de toprak, annelikle özdeşleştirilir. Bazı kabilelerde kahinler, “Toprak sizin annenizdir. Onu tarım için yaralamazsınız,” der. Bu, doğaya ve kadına duyulan saygının bir ifadesidir. Doğaya zarar vermek yasaklanmıştır; bu da büyük bir manevi derinlik taşır. Bu yaklaşım, hem doğanın hem de kadının korunması gerektiği fikrini güçlendirir.
Günümüzde eko-feminizm, erkek egemen zihniyetin yarattığı bağışık insan paradigmasına karşı çıkmaktadır. Eko-feminizm, canlıların farklı olduğunu kabul ederken, insanı diğer canlılardan farklılaştırarak kökünde kadını da “öteki” olarak gördüğünü belirtir. Bu bağlamda, ekoloji ile kadın paradigmasının ayrılmaz bir bütün olduğunu vurgulamak gerekir. Ekoloji, eko-feminizmi geliştiren temel unsurlardan biridir ve bu sistematik yapı, TJA ile daha belirgin hale gelir. TJA, ekolojik mücadelenin toplumsal cinsiyet boyutunu ele alarak derin bir analiz sunar. Bu bağlamda, ekolojik adalet ve kadın özgürlüğü, kadın ve doğa ilişkisi, alternatif yaşam modelleri gibi konuları tartışır. TJA’nın özgün yapısı, bu başlıkları sistematik bir şekilde ele alması açısından önemlidir. Ekoloji ve feminizm, kapitalizmin karşısında duracak güçtedir. Kapitalizmin tıkanması ve neoliberalizmin doğuşu, bu paradigmaların gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Doğa üzerindeki insan tahakkümünün ve kadın üzerindeki erkek tahakkümünün ortadan kalkması, toplumsal özgürlüğü sağlayacaktır. Ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmalar, demokratik örgütlenme ile bir araya gelerek birbirini tamamlar. Her kadının toplumsal ekoloji inşasına dahil edilmesi önemlidir. Ekolojik toplum inşası, sadece insanın doğayla uyumu değil, aynı zamanda kadın ve doğanın uyumunun daha belirgin hale geldiği bir sistem olarak görülebilir. TJA ve ekoloji, kapitalizme ve ataerkil sisteme karşı olmak demektir.
- TJA bileşeni kadınlar ekoloji mücadelesinin özneleri olarak ikili kimlikle mücadele ediyorlar. Haliyle böylesi görevler, “diğer” erkeklerle olduğu kadar “yoldaşınız” olan erkeklerle de çetin bir mücadele gerektiriyor. TJA’nın perspektifi, yöntemleri sizin deneyiminizde nasıl şekilleniyor?
Geçmişten bugüne, genlerimize kadar işlemiş bir erkeklik var. Ancak sadece erkeklerden bahsetmek yeterli değil; zihinlerimize kodlanmış veya yüklenmiş bazı kadın misyonları da var. Öncelikle, bu kadın kimliklerinden kurtulmamız gerekiyor. Doğal toplumun bize sunduğu güzelliklerle özümüzü yeniden bulmalıyız. Aksi takdirde, bu durumu idrak etmediğimiz sürece bir sonraki adımı atmakta zorlanıyoruz. “Acaba doğal topluma mı geri döneceğiz?” sorusu karşımıza çıkıyor. Bunu derinleştirerek sistemleştiren TJA ne diyor? İlk olarak, kadının kendisini tanıması ve doğayla olan uyumunu yeniden keşfetmesi gerektiğini vurguluyor. Kadınların şifacı kimliği, kapitalist sistemde “cadı” olarak damgalanıyor. Aylık döngüleri hastalık olarak, doğurganlıkları ise bir “üreme makinesi” olarak görülüyor. Bu kimliklerden arınmak, ilk adım olmalı. Bize yüklenen kimlikleri sorgulamak ve bunların karşısında nasıl bir paradigma geliştirdiğimizi değerlendirmek önemli. TJA, tam da bu noktada devreye giriyor. “Sana atfedilen kimliklerden kurtulmalısın,” diyor. TJA’nın örgütlenme yapısı, öncelikle bireyin kendini tanıması üzerine kuruludur. Bu, en temel felsefesidir. Ancak bu noktada araştırmalar yapmak ve gelişim açısından doğru bir yerde durmak önemlidir. Çünkü kafamızı karıştıran pek çok şey var; alışık olduğumuz kavramların ötesinde, yaşantımızın dışındaki bir gerçeklik bize sunuluyor. Özümüze dönmeyi öneriyor; bu da zordur. Değişimin zorluğunu, alanlarda sıkça görebiliyoruz. Kadınların veya erkek yoldaşlarımızın kafası karışabiliyor. “Evden çıkınca ne olacak?” gibi sorular gündeme geliyor. Ancak biz burada evden çıkmaktan değil, kadının her alanda var olması gerektiğinden bahsediyoruz. Toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda, kadınların varlık gösterdiği her yerde ne kadar güzel şeyler yaratabileceğini biliyoruz.
- Ekoloji hareketleri ya da TJA bileşeni olarak, TJA’nın örgütlenme modeli ile kadında açığa çıkarmaya çalıştığı nitelikler arasındaki bağı nasıl ifade edersiniz? Peki, bu nitelikler nasıl açığa çıkıyor?
Kadının kendini tanıması, kimlik sorununu aşmasının ardından toplumda var olabilmesi için önemlidir. Kendini inşa ederken, hangi alanda iyi hissediyorsa o alana yönelerek daha fazla şey yapabilir. Örneğin, annelerimiz genellikle çok iyi eğitmenlerdir ve hangi şifalı otun neye yarar olduğunu bilirler. Bu bilgi, onların hafızasında vardır ve bunu açığa çıkarmak gerekir.
Kadınlar çoğu zaman seslerini çıkaramıyor. “Söylersem ayıplanır mıyım?” veya “Bu bilgiyle küçümsenir miyim?” gibi kaygılar taşıyorlar. Oysa özgüveni yeniden yaratmaya çalışıyoruz. Yaratmaya çalıştığımız kadın profili, kendine güvenen, nerede olduğunu bilen ve bu alanda siyasallaşan, toplumsallaşan, eğitimde ve kültürde kendini var eden bir kadındır.
Aslında bu kadın profili zaten vardır; biz yeniden bir şey inşa etmiyoruz. Sadece ne olması gerektiğini açığa çıkarmalıyız. TJA’nın sunduğu perspektif de bu yöndedir. Toplumsal ekolojide kadının yeri, rolü ve doğayla olan ilişkisinin iyileştirilmesi, kadın özgürlüğünde doğa özgürlüğünün yeniden oluşması gibi konular üzerinde duruyor. Ayrıca, toplumsal adalette kadının yeri ve yeni yaşam alanlarının, üçüncü bir yol olarak, yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. TJA, benim duygularıma, düşüncelerime ve ruhuma yeniden hayat veren bir yapı.
- Tüm bunları birlikte düşündüğünüzde şu cümleyi nasıl tamamlardınız?
TJA’lıyım çünkü…
TJA’lıyım çünkü kendimi yeniden var etme imkanı buluyorum.