Egemen paradigmanın geliştirdiği güvensiz, umutsuz, bağımlı, bireyci ve iradesizleştirmeye karşı toplum olarak birbirine güven duyan, dayanışan, sevgi ve saygıyla yaklaşan, sahip çıkan, kolektif ve komünal bir yaklaşım geliştirme ihtiyacı vardır. Yaşanan sorunların çözümü güzel ve iyi olan düşünceyi geliştirmekle olabilir
Afşin Aybar
İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran temel farkın düşünmek ve kendi farkına varmak olduğu bilinir. Düşünce oluşturmak, yaşamı düzenlemek, forma kavuşturmak insan toplumuna aittir. Oluşturduğu düşünce dünyasıyla doğa içerisinde kendine bir yer yapar. Düşündüğünü pratikleştirerek varlığını geliştirir. Bununla beraber düşüncenin gelişmesi, bakış açısının oluşması, düşüncelerin bir sistem haline gelmesi ile yaşam içerisinde farklı yaşam modelleri gelişir. Farklılıklar bir araya gelerek bir bütünlük oluşturur. Bu bütünlük yaşamın akışını güzelleştirir ve yaratıcı kılar.
İnsan kendi farkına vardıkça ve anlam dünyası güçlendikçe yaşam anlaşılır olur. Bu nedenle yaşamın anlamına varmak kendi farkına varan insan ile gerçekleşir. İnsan ise kendi varlığını toplumsallaşarak kimliklendirir ve aidiyeti gelişir. Birey toplum içerisinde kendini oluşturarak toplumu için yaşar ve toplumuyla var olur. Birey ve toplum bu nedenle birbirinden ayrıştırılamaz, bir bütündür. Bunu, insan yaşamının milyonlarca yıldan beri süzülüp gelen öyküsünden anlayabiliyoruz.
Yaşamı yöneten, yönlendiren, biçimlendiren hayata, evrene olan bakış açısıdır. İnsanlar her zaman çevrelerinde ne olup bittiğini anlamak için düşünme ve düşünce gücüyle kavrama çabasında olmuştur. Nihayetinde insanları harekete geçiren onun büyük ve güçlü düşünceleridir.
Toplumu esas alan, toplumsal gelişmeye öncelik tanıyan ve sorunların çözümünü geliştirmeyi hedefleyen düşünceler olduğu gibi devletçi zihniyetin ürünü olan ideolojiler vardır ve ağır etkisinde olduğumuz bu bakış açısıdır. Nedir devletçi zihniyet ve bakış açısı? Toplumun zayıfladığı, her şeyin devletten beklendiği, beslenmeden güvenliğe, eğitimden sağlığa, kültürden spora, adalete kadar her alanda devletten bekleyen ve toplumu âtıl bırakan, alanını daraltan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısının izlerini her an yaşamın içerisinde görüyoruz. Kendisi düşünen değil devletin kendi yerine düşünmesini bekleyen bir şekilde somutlaşıyor. Mevcut durumda insanların umutsuz, çaresiz bir halde olmasının nedeni devletçi zihniyetten kaynağını alır. Politik yitiklik, düşüncenin zayıflamasıyla ortaya çıkar. Ardından gelişecek olan hep egemene, iktidara muhtaç, onun eki olma durumudur. Ek olan çözüm geliştiremez, çözüm üretemez. Çünkü varlığı ona bağlıdır, bağlı olduğu bir düşünceye karşı çıkamaz. Karşı çıkmak için ondan kopması ve yeni bir bakış açısı geliştirmesi gerekir.
Bir toplumun geleceği olan gençlerimizin gelecekten umutsuz olması, eskiyi yaşamamış olmalarına rağmen maziye özlem duymaları devletçi paradigmanın etkisi ile ilgilidir. Hayal dünyasının zayıflaması, geleceğe ilişkin ütopyaların peşinden gidilmemesi ve onun çabasına girilmemesinin nedeni geleceğe karşı duyulan umutsuzluktur. Bu da nihayetinde solgun, yılgın, umutsuz, çaresiz bir neslin oluşmasına neden olmaktadır. Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın ortalama yaşamı birbirine benzer. Mimetik düşüncenin toplumsal tezahürü bu şekilde yansıyor yaşama, ‘herkes nasıl yaşıyorsa sen de öyle yaşa deniliyor’. Bundan dolayı insanlar ömürlerinin sonunda bu dünyada nasıl yaşadığını bilmeden, anlamadan göçüp gidiyor. Nasıl yaşayacağına, ne yapacağına karar verebilenler bu durumu aşabilir. Karar vermek yetmez bunun mücadelesine ve pratiğine de girmek gerekir. O vakit yaşamın bir anlamı olabilir.
İdeoloji, düşüncenin sisteme ve bir disipline kavuşturulmasıdır, siyasi ve toplumsal öğreti oluşturan, düşünceler bütünüdür. İnsanın nasıl yaşayacağının, nasıl bir kişiliğinin olacağının ölçülerini koyar. Ölçülerle yaşamı geliştirir. Ölçüler sayesinde yaşamı geliştirmeyi hedefler. İdeoloji olarak tanımlanmasa da insan yaşamının başlangıcından beri ideolojiler olmuş ve onunla insan varlık bulmuştur. İdeolojisiz insan ve toplum düşünülemez. İdeolojisiz olmak anlamsızlık ve farkında olmadan yaşamaktır, özce anlamsız yaşamdır. Anlamı olmayan bir yaşamın aslında var olmamış olduğunu varsayabiliriz. Sonuçta insan anlamla kendi farkına varan bir varlık. Bu nedenle ideoloji toplumsal yaşamın vazgeçilmezidir.
Toplumsal yaşamın düzenlenmesi, sorunların çözülmesi paradigma ve ideoloji ile gerçekleşir. Her toplumun bakış açısı ve düşünce yapısı birbirinden farklı olduğundan yaklaşımı da farklı olur.
Günümüz krizini göz önüne getirdiğimizde krizden çıkış için çok fazla düşünce geliştirilmekte, bilgi akışı gerçekleşmektedir. İnsan adeta bir bilgisayara dönüştürülerek yayınlanan bütün bilgileri bilmesi gerekiyor gibi bir algı yaratılarak iştah kabartılmakta ve doyumsuzluk geliştirilmekte fakat insanlar gerçek bilgiye erişememektedir. Yürütülen manipülasyonlarla gerçek bilgi muğlaklaştırılmaktadır. Çok fazla bilgi edinilmekle sorunlara çözüm olunamaz. Önemli olan bu bilgiler içerisinden ihtiyaç ve gerekli olanı almak, doğru olanı seçebilme ve uygulama gücünde olmaktır. Bu şekilde mevcut bilgilerin faydası olabilir. Bunun için bilginin ideolojik süzgeçten geçirilmesi ve sorgulanması gerekir.
Mevcut bilgiler çözüm olamıyorsa toplumsal ihtiyaçlar temelinde yeni ve ufuk açıcı düşünceler geliştirmek gerekir. Her zaman aynı pencereden bakmak insanı daraltır, çözüm olasılıklarını zayıflatır. Onun için bazen farklı pencereden bakmak, duvarları yıkmak gerekir. Var olan düşünceler, bilgiler eğer çözüm kabiliyetinde değilse, yeni ve ufuk açıcı düşünceler geliştirmek en doğrusudur. Toplumsal ihtiyaçlar temelinde geliştirilecek düşünceler çatlamış toprakları yeşertecek, can suyu olacak niteliktedir. Toplum kendi faydasına olacak düşüncelere dört elle sarılır ve onu kucaklar. Yeter ki yaşanan sorunlara çözüm üretebilsin. Alternatif oluşturabilsin.
Toplumsal gerçekliği tahrif eden devletçi zihniyetin geliştirdiği dogmatik ve kalıpçı düşüncelerdir. Bu bakış insanı daraltır, gelişimini dumura uğratır. Bu düşünce tarzı iktidarın ve çıkar gruplarının paradigmasıdır ve toplum politikasız bırakılarak topluma bir hakikatmiş gibi dayatılır. Bu düşünce biçiminin sonucunda insanlık şimdi sorunlar içerisinde boğulmakta ve çözüm üretememektedir. Öncelikle bu düşünce biçiminden kurtulmak, sınırlarını aşmak, o çukurdan çıkarak toplumsal gerçeklik temelinde bir bakış açısı geliştirmek gereklidir.
Egemen paradigmanın geliştirdiği güvensiz, umutsuz, bağımlı, bireyci ve iradesizleştirmeye karşı toplum olarak birbirine güven duyan, dayanışan, sevgi ve saygıyla yaklaşan, sahip çıkan, kolektif ve komünal bir yaklaşım geliştirme ihtiyacı vardır. Yaşanan sorunların çözümü bakış açısını değiştirmekle, güzel ve iyi olan düşünceyi geliştirmekle olabilir. İnsanların birbirine ihtiyacı var, toplum olarak dayanışma ve güvene gerek var. Konuşmaya, tartışmaya, birbirini anlamaya, birbirinin sesini duymaya ihtiyaç var. Sadece ben değil, ötekinin ne dediğini duymaya, kulaklarını ona açmaya ihtiyaç var. İnsanların bağırarak konuştuğu fakat kimsenin kimseyi anlamadığı bir ortamda durup dinlemeye, birbirinin sesini duymaya ahenk içinde konuşmaya, diyaloğa ihtiyaç var. Bunun için toplumsal düşünme, toplumsal akıl ile yaklaşım geliştirme ve doğru olanı yapmak gerekiyor.
Toplumun hakikati günümüzde ne kadar tahrif edilmiş olsa da ondan kaçmamak gerekir. Bunun için günümüzün temel sorunları olan demokrasi sorunu, ekolojik yıkım, kadın kırımı gibi küresel sorunlar olduğundan çözümü de oradan başlatmak gerekir. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik, ekolojik, kadın özgürlüğü paradigması ile sorunlara çözüm geliştirilebilir. Kazandıracak, topluma fayda sağlayacak olan düşüncedir. Onun dışında gelişecek olan yaklaşımlar bilelim ki iktidar hırsıyla toplumun heba edilmesidir. Toplum olarak varsak nasıl yaşayacağımıza, ne yapacağımıza kendimiz karar vermeli onun mücadelesi içine girmeliyiz. Geleceğimizi iktidarların insafına, çıkarcı yaklaşımlarına bırakmamalı güzel günleri düşünerek, yaşamı anlamlı kılacak mücadelemizle geleceğimizi inşa etmeliyiz.









