Kapitalist sistemin öğrettiği gibi değil, susturulamamış hakikati dile geldiği gibi anlayarak kavramak, yeniden yorumlamak sağlam bir başlangıç olabilir. Modernite adı altında kutsal değerlerimizi çalan, bizi karanlıklara sürükleyen bu sisteme mecbur değiliz. Bu sistem mutlak ve ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir
Afşin Aybar
Demokratik toplum, toplumun kendisi kadar geniş ve derinlikli bir konudur. Bu konuda söylenecek ve tartışılacak çok söz olduğuna inanıyoruz. Çünkü Önder APO bize Demokratik Toplum Manifestosu ile özgürlüğün renkli dünyasının anahtarını ve aradığımız her şeyi içinde bulabileceğimiz büyük bir bilinç hazinesi sunmuştur.
Demokratik Toplum Manifestosuna baktığımızda ilk dikkatimizi çeken Önder APO’nun tarihte ilk insanın, ilk toplumsallaşmanın yarattığı maddi ve manevi değerler bütünü olan kavramları bugün yeniden bir tanıma kavuşturması ve topluma ait olanını topluma kazandırmasıdır. Ahlak, politika, özgürlük, adalet, eşitlik gibi daha da sıralayabileceğimiz kavramlar toplumların yarattıkları kutsal değerlerdir. Diyebiliriz ki, kavramlar ilk toplumsal örgütlemenin doğal yaşam tarzında gizlidir. Bu nedenle toplumsallaşmanın gelişmesi ile oluşan yaşam tarzı, bu kavramlar üzerinden gelişmiş ve toplumsal çıkarların esas alındığı bir yaşam tarzına dönüşmüştür. İşte Demokratik topluma kaynaklık eden değerlerin özü de Önder APO’nun çerçevesini çizdiği gibi bu komünal değerlerdir. Özgürlük, eşitlik, hoşgörü, ötekini tanıma, farklılıklarla birlikte yaşama ve başkasının varlığına düşünsel-kültürel yaşamına saygı gösterme, ilkeleri komünal değerlerdir.
Günümüze baktığımızda ise uygarlığın son halkası olan Kapitalist sistem toplumlarda en fazla bu kavramlarda çarpıtma, saptırma, farklı anlamlar yükleme ve muğlaklaştırma yaratarak sonuç almak istemektedir. Muğlaklaştırılan doğrular üzerinden kendi sistemini kurmuş ve bundan dolayı da toplumsal sorunların gelişmesine ve derinleşmesine neden olmuştur, olmaktadır. Bu noktada bireylerin ve toplumların doğrularını yıkarak tarihinden kopuk yeni bir toplum yapısı yaratmayı hedeflemiştir. Bunu da çaldıkları maddi ve manevi emeklerin meşru zeminini duyguda ve düşüncede de yaratmak için liberalizmi bir düşünce tarzı olarak tüm dünyada yaymışlardır. Bu nedenle yürüttüğü savaş o kadar kirli bir savaştır ki insanı çürümeye bırakarak, insanlaşmadan sapıp anlamsız ve amaçsız bir yaşama mahkûm etmiştir.
Bu çerçeveden bakınca, bu süreci toplumun tarihteki en derin anlamsız ve amaçsız kaldığı dönem olarak yorumlayabiliriz. Çünkü amacı ve hedefi olmayanın kendi gerçeğinden uzaklaşması kaçınılmaz olduğu gibi umut besleyeceği bir şeyi de kalmamakta, umutsuzluğu yaratarak gelecekle olan bağı koparılmaya çalışılmaktadır. Doğruyla yanlışı, amaçla aracı, gerçekle yanılsamayı birbirine karıştırarak bu yarıkta çırpınan insan artık kendisine yabancılaşmayı yaşamaktadır.
Bu nedenle insanlık giderek yok oluşla karşı karşıya gelmiştir. Önder APO’nun ifade ettiği gibi bu sistem, aslında insanlık açısından yoldan çıkmadır, bir sapmadır. Her şey bu sapma kavramında gizlidir diyebiliriz. Çünkü sapma; doğal olanın yitimi, iç diyalektiğin, bütünlüğün bozulması, farklılığın aynılaştırmaya dönüşmesi, çeşitliliğin yok edilmesi, böylece özgürleşme zeminlerinin de kurutulmasıdır.
Bu sapma üzerinden birçok kavramın doğuşu ve farklı kültürün ortaya çıkacağı bir sürece evirilmiştir. Yaşam yerine ölüm, paylaşım yerine bireycilik, ele geçirme, gasp etme, iktidar, devlet vb. kavramlar oluşur. Görüyoruz ki toplumsal doğanın yarattığı ahlaki ve politik değerler değil, toplumsal doğanın aleyhine gelişen iktidarcı-devletçi kültürün yarattığı değersizlikler olmuştur. Bundan dolayı ahlaki-politik toplum değerlerine yönelik yürüttüğü saldırıyı kapitalist sistem döneminde zirveye çıkararak toplumu çözmeyi amaçlamaktadır.
İktidarcı ve devletçi yapıların yoğunca anlam bozumuna uğrattığı, özünü boşalttığı ve çarpıklaştırmasının açtığı sonuç görülmediği müddetçe hiçbir değişimin bir toplumsal özgürlük niteliği taşıması mümkün değildir. Çünkü insanlık tarihi hiçbir döneminde günümüzdeki kadar ciddi ve büyük tehlikelerle karşı karşıya gelmemiştir. Kapitalist sistemde toplum ve birey deyim yerindeyse yok olmanın eşiğine getirilmiştir. Yaşamın her an ve anında yaşanan krizdir, kaostur. Bunun yarattığı sonuç ise üst düzeyde toplumsal ve kültürel yıkımla insanlığın tükenmesidir.
Bunun için Önder APO çarpıtılan birçok kavramı gerçek özüne kavuşturmuş ve demokratik topluma göre yeni anlamlar yüklemiştir. Bu anlamda neyi nasıl ele aldığını, nasıl yorumladığını ve anlamlandırdığını kuramsal ve kavramsal olarak ortaya koymuştur. Bize düşen görev ise derinlikli kavramsal çerçeveyi anlamak anlamlandırmaktır. Bu anlamda anahtar kavram anlamaktır. Bunun için iki temel görevimiz olmaktadır. Birincisi; Önder APO’nun paradigmasını derinlikli kavramak ve anlamak, ikicisi ise; inşa etmektir. Yani inşa ile topluma ait olmayan kavramları ortadan kaldırarak Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Toplum paradigması temelinde toplumu yeniden kendi kavramlarına kavuşturabiliriz.
Kapitalist sistemin öğrettiği gibi değil, susturulamamış hakikati dile geldiği gibi anlayarak kavramak, yeniden yorumlamak sağlam bir başlangıç olabilir. Modernite adı altında kutsal değerlerimizi çalan, bizi karanlıklara sürükleyen bu sisteme mecbur değiliz. Bu sistem mutlak ve ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir. Bunun için yapmamız gereken tek şey Önder APO’nun çözüm alternatifi olarak koyduğu Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Paradigma ile kavramları yeni bir bakış açısıyla yorumlayıp ele alarak, demokratik kriterleri yaşamın her alanında geliştirmektir.