İhtiyacımız olan; öncelikle kapsayıcı, ötekileştirmeyen bir dil, geniş politik eksenler ile beslenmiş yaşama uygun ve yaşam ile birlikte dönüşen bir teori ve dünyanın bütün baskı, zorba ve çirkinliklerine rağmen çoşkulu, neşeli bir katılım
Ercan Jan Aktaş
“Neşeli militanlığın ilkesi, politikamızın özgürleştirici olması, yaşamlarımızı olumlu, bizi büyüten, bize neşe veren bir yolla değiştirmesidir, aksi durumda politikamızda yanlış giden bir şeyler var demektir.” (1)Nick Montgomery, Carla Bergman
Yeni bir YOL’da olduğumuz kesin, bu hem devlet açısında hem de PKK açısında böyle. Abdullah Öcalan her zaman ezber bozan bir önderlik oldu. Toplumsal özgürlük mücadelelerinin finalinde çatıştığın/savaştığın ile bir masaya oturmak çözüme önemli bir adım atmaktır. Devlet yenemediği PKK ile masaya oturdu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hafızasında bir toplumsal meseleyi çözmek için o sorunun muhatabı ile masaya oturma geleneği yoktur. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin hafızasında hiçbir toplumsal meseleyi çözme pratiği de yok. İlk kez böylesi bir yola girdi. Devlet bu sürece mevcut Ortadoğu’daki gelişmeleri gözeterek ‘iç cephenin tahkimi’ üzerinden oturdu. Ancak Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi ise bu masada halklarımıza eşitlik ve özgürlük temelinde bir toplumsal sözleşme ile barışı ve özgürlüğü inşa etmek istiyor.
Bu yeni YOL’u inşa etmek için zamanın dili ve mücadele araçları üzerinden bir kez daha oturup konuşmanın, dilimize, eylemlerimize, pratiklerimize bakmanın zamanı geldi. Bir dolu ‘acaba’lar ve ‘ama’lar ile endişeli bir haldeyiz. Sürekli bir hata arayışı ve yetersizliklerin hatırlatılması, daha ne olduğu ve neyi içerdiğini bilmeden yeni bir fikri yerle bir etmeye yönelik düşmanca tavırlar, eleştirinin doğal bir tepkiye dönüşmesi, her şeyin acil ama anlamsız olduğu duygusu içindeyiz.
“Dil varlığın evidir” der Heidegger. Kendine ve dahili olduğun sosyal, politik yapıya dair her şey dil ile başlar, toplumsal meseleleri çözme iddiası işin içine girdiğinde ise teoriye dönüşür. Judith Butler ise; “Söylem yalnızca dünyayı temsil etmez, onu biçimlendirir,” (2) ifadesi ile sözün dönüştürücülüğüne işaret eder.
Teori salt doktrinler yığını değil, aynı zamanda ortaklıkları keşfeden, açık-uçlu sorular soran, hayatın akışına ve ihtyaçlarına göre kendisini sürekli yenileyen bir şey de olabilir. İnsanların sezdiği, hissettiği şeyleri de olumlayıp detaylandırabilir. Teori takdir edebilir ve ilham verebilir; harekete geçirebilir, ancak son hali verilmiş, ucu kapalı doktriner bir yığın değildir.
Bugün için bizlerin ihtiyaç duyuduğumuz teori, sahip olduğumuz güce dışardan yön vermek, dışardan değerlendirmeler yapmak yerine, mücadelenin ve ortak gücü artırma sürecinin bir parçası olmalıdır. Eleştirel ama aynı zamanda olumlayıcı bir teoridir yaşam ile birlikte dönüştürücü olan. Olumlayıcı teori, salt toplumsal hareketlerin sınırlarına veya eksikliklerine işaret etmek ve ne yapılması gerektiğini ilan etmek yerine, dikkatini, muazzam bir dönüştürücü potansiyel taşıyan köşelere ve uçlara yöneltir. Sara Ahmed’e göre ise neşe; duygulanımsal bir yönelmedir; normları ihlal edenlerin hissettiği özgürleştirici bir sapmadır. (3)
İçine kapandığımız söz ve eylemsel pratiklerimizde başımızı biraz ötelere kaldırdığımızda, dönüştürücü potansiyeli olan şeylerin her zaman mevcut ve gelişim halinde olduğunu göreceğiz. Bu sadece bir şeylerin başka türlü olabileceği değil, zaten başka türlü oldukları anlamına gelir. Ve burada mesele, oluşum halindeki bu değişim süreçleriyle nasıl uyum sağlayacağımız, onlarla nasıl ilgileneceğimiz, anları nasıl harekete geçireceğimiz, onlarla nasıl ilişkileneceğimiz ve onları nasıl savunacağımızdır. Farklılığa, karmaşıklığa ve detaya düşman. Ya da kendini en karmaşık ve en detaylı şey olarak sunup, kendi dışındakileri basit ve aptal görmeye dair Donna Haraway: “Kimlikleri sabitlemek, yaşamın zenginliği karşısında düşünsel tembelliğe yol açar. Hibritlik bir düşünme biçimidir,” belirlemesinde bulunur. (4)
Teorinin dönüştürücü gücü: Doktrinden ortak deneyime
Kendi yaşam ve eylemsel pratiklerimizde gördük, radikal hareketlerin ve radikal mücadele alanlarının çoğunda, dönüştürücü potansiyelleri tüketen bir şeyler var. Bu alanlara aşina olanların hissettiği bir şey, zaman zaman kendi aramızda konuşuruz da bunlara dair. Pek çoğumuz onun bir parçası oldu, yayılmasına katkıda bulundu ve ondan zarar gördü.
Sistem karşısında kendilerini özgürlükçü olarak ifade eden sosyalist parti, grup ve yapılardan tutalım, birçok sivil toplum inisiyatif, kolektif, plarform içinde bile bizler bunları yaşadık. Bütün bu yapılarda karşıtı olarak kendilerini ifade ettikleri sistemin refleks, dil, tepki ve yaklaşımlarını görmek nedense bizleri pek de şaşırtmadı. Bütün bu yapı ve oluşumlar içinde kurulan dil her zaman ‘bizden’ ve ‘ötekiler’ üzerinde oldu. Bunları hem Türkiye ve hem de son yedi yıldır yaşamakta olduğum Avrupa’da gerek dahili olduğum çalışmalar, hem de kimi yapı ve oluşumları uzaktan gözlemleyerek de gördüm.
Kendi doğrusu/teorisi her zaman dünyayı özgürleştirmek için yeterli oldu. Kendi yayın organı her zaman en bilimsel, en sosyalist, en objektif bilgileri paylaşan oldu. Kimse ‘evet biz buyuz, ancak birlikte tamamız’ gibi bir yaklaşım ve perspektif içinde olmadı. Ne yazdık kı, bu durumlar hala da devam etmektedir. Öyle bir şey ki, kendimizi en hayat dolu hissetmeyi umduğumuz bir yerde sekterliği, kuşkuyu ve endişeyi besleyebiliyoruz bu yapılar içinde. Dikkatlerimizi acımasızca, hem kendimizdeki hem de başkalarındaki kusur ve tutarsızlıklara yöneltiyor. Deneyim ve merakı yerle bir ediyor. Farklılığa, karmaşıklığa ve detaya düşman. Ya da kendini en karmaşık ve en detaylı şey olarak sunup, kendi dışındakileri basit ve aptal görüyor. Böylelikle radikalizm bir ideale dönüşüyor ve herkes bu ideal karşısında yetersiz kalıyor.
İhtiyacımız olan; öncelikle kapsayıcı, ötekileştirmeyen bir dil, geniş politik eksenler ile beslenmiş yaşama uygun ve yaşam ile birlikte dönüşen bir teori ve dünyanın bütün baskı, zorba ve çirkinliklerine rağmen çoşkulu, neşeli bir katılım. Negri ve Hardt bu noktada şunu hatırlatır: “Çoğulluk, farklılıkları yadsımayan ama onları ortak bir yaşam tarzı için kurucu kılan bir politik özelliktir.” Sahip olduğumuz bütün bu birikimler ile yeniden düşünmek, yeniden yeni biçimler üzerinden örgütlenmek içine girdiğimiz yolda bizi güçlü ve neşeli kılacaktır.
Kaynak:
- Toplumsal barışın inşası üzerindeki sohbetlerimizin birisinde ‘Neşeli Militanlık – Toksik Zamanlarda Direnişi Örmek’ /Nick Montgomery, Carla Bergman kitap önerisini yapan Sanem Erdil Kocaman’a teşekkürlerim ile. Bu kitap ile olan tanışma ve tartışmalar bu çalışma dosyasına sebep oldu.
- Butler, Judith. Excitable Speech: A Politics of the Performative. Routledge, 1997.
- Ahmed, Sara. The Cultural Politics of Emotion. Routledge, 2004.
- Donna Haraway, The Companion Species Manifesto: Dogs, People, and Significant Otherness, Prickly Paradigm Press, 2003