- Esas derdinin Louis Althusser ve Nicos Poulantzas ile olduğu söylenebilecek olan Wood, bu ekole karşı kendince ‘sınıftan kaçış’ metaforuyla yanıt vermiş bir yazar. Ancak ötesi değil
- Her icraatıyla kapitalist üretim-tüketim-mübadele ilişkilerini yerle bir eden Rojava Devrimi’yle birlikte bu fikirlerin hayata geçiriliyor olması Öcalan’ın devrimci atılımının salt diskur düzeyinde kalmadığının en büyük göstergesi
Harun Çınar
Abdullah Öcalan’ın önce 27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, ardından Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu ile yaptığı atılım hem pratik hem de teorik sahayı muazzam ölçüde hareketlendirdi. Bir taraftan ülke ve Ortadoğu siyaseti Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin yeni hamleye göre rekompoze olurken bir taraftan da sosyalist, Marksist sol da uzun zamandır içerisinde bulunduğu tartışma ataletini yayınlanan çeşitli makaleler, yazılar, bildirilerle atmaya başladı. Solun esaslı teorik meseleleri yeniden gündemleşerek hakiki bir tartışma zemininin oluşması için olanak doğdu. Pek çok makale, yazı, bildiri yayınlandı. Özellikle bazı makaleler, yazılar barındırdığı fikri tartışma potansiyeli nedeniyle üzerinde durulmayı gerektiriyor.
Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz günlerde iki yazı ile topa giren Evrensel Gazetesi yazarı Hakkı Özdal oldu. Özdal’ın, 6-7 Aralık’ta İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’na Öcalan’ın gönderdiği “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden Kazanalım” başlıklı mesajdan hareketle aynı gazetede sırasıyla “Öcalan’ın Mesajı: ‘Sosyalizmden Kaçış’” ve “Reel Sosyalizmden Yeni Sosyalizm’e” başlıklı yazıları yayınlandı. Özdal’a göre Öcalan’ın argüman ve yaklaşımları “yeni” değildi, demodeydi, bunlar çoktan aşılmıştı, hatta sözü edilen hususlar sol içi ya da sosyalizme dair bir tartışma değildi ve hatta olmamalıydı. Bu iddialara yanıt vermek gerekiyor.
Marksist tekfircilik
Bilindiği üzere tekfircilik, esasen radikal selefi İslami akımlarla birlikte anılan bir mesele. Buna göre kendileri dışındaki her akım, her görüş İslam dışıdır hatta kafirdir. Asıl, esas, gerçek, katıksız, saf olan kendileridir. Her ne kadar söz konusu düşünce dünyasına özgülense de tekfirciliğin siyaset yelpazesinin neredeyse tümüne yayıldığından söz etmek mümkün. Sosyalist-Marksist ekoller de bu yaklaşımdan payını fazlasıyla almıştır. Dahası Marksist tekfircilik, güçlü bir damar olarak her daim varlığını sürdürmüştür. “Asıl Marksizm’i kimin temsil ettiği”, “gerçek sosyalistin kim olduğu”, “kimlerin Marksizm dışı olduğu” dünyada ve Türkiye’de sosyalist hareketlerin üzerinde sıklıkla tepindiği bir husus olagelmiştir.
Ne yazık ki Özdal’ın durumu da bu çerçeveye tam oturuyor. Elindeki kendinden menkul doğru-yanlış cetveliyle, Merkez Bankası’nın tedavül yetkisine benzer bir biçimde kendince “yeni sol” olarak tariflediği bir çuvala hoşuna gitmeyen ne varsa Marksizm dışı olarak etiket vurup yürürlükten kaldırıldığının kararını veriyor. Ulus Devlet Sosyalizmi’ne karşı Demokratik Toplum Sosyalizmi fikrini tekfir edip sol ve sosyalizm dışı olarak ilan etme cüretini gösteriyor! Kantarın topuzunu kaçırarak “Öcalan’ın ‘eleştirileri’ de sol içi ya da sosyalizme dair bir tartışma için zemin değildir. Olmamalıdır” diyecek tuhaf bir noktaya savruluyor.
Reel sosyalizm deneyimleri, sistem karşıtı hareketlerin mücadele ruhunu ve sınırlarını da belirleyerek insanlığın toplumsal mücadele tarihinde sevaplarıyla günahlarıyla büyük bir miras bırakmıştı. Ancak kabul etmek gerekir ki bu süreçte reel sosyalizm deneyimlerinin de etkisiyle genel olarak sosyalizm basit bir ulusal kalkınma reçetesi muamelesi gördü. Sosyalizmin toplumun ve siyasal olanın radikal demokratik dönüşüm projesi olduğu yaklaşımı ıskalandı. Ekonomizm belasının teorik ve pratik olarak Marksizm’i esir alması, altyapı üstyapı gibi bayağı mekanik parolalara sıkışmış zihniyetin toplumsal gerçekliğin ontolojisini tekdüzeleştirmesine yol açtı. Bir diğer deyişle sosyalizm ideali salt ekonomi-politik içerikle pratiğe geçirilirken etik-politik temel göz ardı edildi. Kadın özgürleşmesini, halkların ve kültürlerin varlığının kabulünü, insan-doğa ilişkilerini temel gündemine almayan, merkeziyetçilik, ulus devlet ve iktidar olgusunun bizzat kendisiyle hesaplaşmayan amorf ve hatta sistemin sol kanadı işlevini gören bir “sosyalizm” anlayışı egemenlik kurdu. Dahası sistem karşıtı muhalif devrimci hareketler de bu auranın bir biçimde etkisinde kaldı.
Bizzat Öcalan’ın çözümlemelerinde de yer aldığı gibi bu auranın etkisinde örneğin ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ulus devlet kurma amacıyla eşitlenmişti. Ulus devlete sahip olmak, ulusların kendi kaderini tayin hakkının kullanılmış olmasıyla özdeşleştirilmişti. Bir halkın özgürlüğünün kriteri ulus devlet kurmak olarak belirlenmişti. Ulusal kurtuluş karakteri baskın devrimci hareketlerin tartışmasız hedefi ulus devlet inşasıyla çerçevelendirilmişti. Ulus devlet devrimci, sosyalist mücadelenin şaşmaz ölçeği olarak kabullenilmişti. Ulus Devlet Sosyalizmi anlayışı, ulus devletin tarihsel ve ideolojik olarak kapitalist modernitenin sermaye ve iktidar tekellerinin çıkarları doğrultusunda yapılandırdığı bir yapı olduğu gerçeğini örtbas etmişti.
İşte Öcalan bu realite temelinde özeleştirel bir sahiplenmeyle Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte ağır yenilgi koşullarında dahi 1990’lardan bu yana inadına sosyalizmde ısrar ederek güncelleme ve geliştirme meselesine kafa yoruyor. Son 26 yılı İmralı tecrit sistemi altında geçen teorik yoğunlaşmasını sosyalizmin yeniden inşasına, Marksizm’in geliştirilmesine adıyor. Ataerkiyi, iktidar olgusunu, ekolojiyi, antiekonomizmi, ulus sorununu, ulus devleti, komünal kuruluşu, ekonomi politiğin yanı sıra etik-politiği gündemine almayan bir sosyalizm yorumunun toplumsal gerçekliği tamamıyla kuşatamayacağını ve tek boyutlu kalacağını ifade ediyor. Böylelikle Öcalan bizzat Marksizm ve sosyalizmin tam da merkezinde yer alarak, içerisinden konuşarak, toplumsal tarih çözümlemesinin kapsama alanını genişleterek sosyalizmin yeniden inşasına, yeni bir Enternasyonal’e giden yolu daha da açmanın radikal ve samimi gayretini gösteriyor. Hal böyleyken sermaye ve iktidar tekellerine karşı toplumsal ve siyasal olanın yeniden ezilenler ve emekçiler lehine inşasını merkezine alan bir siyasal projeye -katılırsınız, katılmazsınız o ayrı mesele- “sol içi ve sosyalizme dair değildir” demek en hafif ifadeyle izansızlıktır.
Cenaze levazımatçıları
Özdal’ın Marksist tekfircilik temelindeki bu itibarsızlaştırma teşebbüsünün bir diğer temel iddiası da bu fikirlerin yeni olmadığı, küçük burjuva entelektüellerinin işi olduğu, aşıldığı ve cenaze törenlerinin çoktan gerçekleştiği yönünde. Özdal’a göre tüm bu tezler “yeni sol diskur”dan başka bir şey değil. Bu diskurun soykütüğü de 1960’larla birlikte Batı’da gelişen Sovyet revizyonizmine karşı arayışlardı. Ancak bu “yeni sol diskur” postmarksizm gibi biçimlerle antimarksizme dönüştü ve 90’lar karşı-devrimciliğinin maymuncuk kavramlarını üretti. Ancak çok şükür ki Ellen Meiksins Wood’un Sınıftan Kaçış: Yeni ‘Hakiki’ Sosyalizm’i de dahil olmak üzere pek çok kitap ve makale bu ‘yeni sol’un cenaze alayını oluşturmuş, kendisini toprağa vermiştir.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki Türkiye’de de çokça okuru bulunan Wood kuşkusuz Marksist literatürde yeri olan bir yazar. Ancak Wood’un, bir kerteriz noktası olarak ele alınıp “Wood zaten bunu söylemişti” diyerek noktayı koyan bir mertebeye yükseltilmesi bir aşırı yükleme halinden başka bir şey değil. Esas derdinin Louis Althusser ve Nicos Poulantzas ile olduğu söylenebilecek olan Wood, bu ekole karşı kendince “sınıftan kaçış” metaforuyla yanıt vermiş bir yazar. Ancak ötesi değil. Kaldı ki Wood sınıf indirgemeci mekanik solun dört elle sarıldığı altyapı ve üstyapı meselesinde hiç de dar sınıfçı, ekonomizmi sahiplenen hattın hoşuna gidecek şeyler söylemiyor. Altyapı üstyapı kavram ikiliğini Marx’ın en passant (geçerken) kullandığını, teoriden uzaklaştırılması gerektiğini haklı olarak savunuyor. Durum bundan ibaretken Wood ve pek çok makale muhayyel bir defin töreniyle söz konusu diskuru mevta haline getirdi diye buyurmak abartıdan başka bir şey değil.
Zaten Öcalan’ın sözünü ettikleri bir diskur değil. Postmarksizmin diliyle “söylem” olarak tarif edilen koordinatlara denk düşmüyor. Bizzat yaşam bulan, pratiğe geçen ve kusura bakmayın ama başarılı olan bir sosyalizmdir. Her icraatıyla kapitalist üretim-tüketim-mübadele ilişkilerini yerle bir eden Rojava Devrimi’yle birlikte bu fikirlerin hayata geçiriliyor olması Öcalan’ın devrimci atılımının salt diskur düzeyinde kalmadığının en büyük göstergesi. Öte yandan Öcalan’ın çizdiği çerçeve ve içini doldurduğu teorik repertuar “yeni sol diskur” olarak tarif edilen çuvala sığmıyor. Öcalan’ın sosyalizmi yeniden inşa arayışı, örneği verilen 1960’ların artçı şoku hiç değil. Öcalan, bu arayışını sürekli bir biçimde sürdürdü. Öyle ki bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi akıntıya karşı kürek çekerek, entelektüel-akademik zeitgeist’a boyun eğmeyerek tam da reel sosyalizm deneyimlerinin bittiği 1990’larda, -Özdal için önemli bir kriter olduğu belli olan- “demode” olarak ilan edildiği bir tarihsel aralıkta, bu arayışını inadına daha da güçlü bir şekilde gerçekleştirdi. Sosyalizmi hiç elden bırakmadı. Mirası doğru temelde sahiplenmenin yollarını aradı. Hareketinin “soğuk savaş” döneminde kurulup da ertesinde varlığını hem de güçlendirerek sürdürmesinin alameti farikası bu dinamik sosyalizm ısrarında gizli.
‘Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır’
Öcalan’ın sosyalizmde ısrar temelinde yürüttüğü yoğunlaşma sürecinin son süreçte billurlaştığı somutluk, kendisinin ifadesiyle Demokratik Toplum Sosyalizmi. Buna göre Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin değili Ulus Devlet Sosyalizmi’dir. Ulus Devlet Sosyalizmi’nin ataerkiyi, iktidar olgusunu, ekolojiyi, antiekonomizmi, ulus sorununu, ulus devleti, komünal kuruluşu, ekonomi politiğin yanı sıra etik-politiği temel gündemine almaması ezilenlerin mücadelesine yanıt olamamıştır. Buna karşılık Demokratik Toplum Sosyalizmi, sözü edilen tüm sorun alanlarına ilişkin sahici çözümler barındırma iddiasındadır. Kısaca anlatalım.
Toplumsal olanın bizzat kendisini antidemokratik bir yerden kurgulayan kapitalist modernite, aynı zamanda toplumsal gerçekliği ekonomi, siyaset, kültür vb. gibi birbiriyle ilişkisiz kompartımanlara bölme projesidir. Demokratik Toplum Sosyalizmi ise toplumsal gerçekliğin ontolojisini bütünsel temelde ele alarak kapitalist modernitenin toplumsal gerçekliği “ekonomi” ve “siyaset” olarak ayrıştırmasına karşı çıkar. Bu ayrıştırma hamlesi üzerine toplumsal gerçekliği ekonomi olarak tarif edilen alanla eşitleyen Ulus Devlet Sosyalizmi’nin ekonomizm hatasına karşı durur. Sosyalizmi ne basit bir ekonomik program olarak çoraklaştırır ne de bu temelde sınıfları mutlaklaştırır. Demokratik Toplum Sosyalizmi, komünal kuruluş temelinde bir sınıfsızlaşma projesidir. Bir sınıfsızlaşma projesi olarak Demokratik Toplum Sosyalizmi, kadın özgürleşmesi üzerine kuruludur. Kadın özgürleşmesini ikincilleştiren ve devrim sonrasına erteleyen bayağı yaklaşımların aksine kadın özgürleşmesini toplumsal özgürleşmenin temeline yerleştirir.
İnsan ve doğa ilişkisini gündemine almayan, insanı varoluşun merkezine ve biyosferin içerisinde hiyerarşi kurgulayarak tepeye yerleştiren hümanizmin aksine Demokratik Toplum Sosyalizmi ekolojiye dayanır. Kapitalist modernitenin insan ile doğa arasında kurduğu düşmanlık ilişkisine karşı, kapitalizmin ve Ulus Devlet Sosyalizmi’nin bir ulusal kalkınma ve sanayileşme projesi temelinde endüstriyalizm çılgınlığıyla doğayı talan etmesine karşı eko-ekonomiyi benimser.
Ulus Devlet Sosyalizmi’nin ölçeğinin ulus devlet olmasına karşı Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin ölçeği komündür. Paris Komünü’nün, merkeziyetçi ve iktidarcı sapmalara karşı merkezi iktidarı dağıtarak bizzat yerel özyönetimi hayata geçirmiş olması örneğinde olduğu gibi, Demokratik Toplum Sosyalizmi de “devlet vs. komün” anlayışıyla siyasal katılımın dolaysız biçimini hayata geçirir. Komünal kuruluş, iktidarın ve siyasetin tekelleşme arzusuna, bürokratik obezlerin ortaya çıkmasına izin vermez.
Demokratik Toplum Sosyalizmi, nasıl ki ulus devlete karşıysa, aynı biçimde ulus devletin ulusu olarak tanımlanan bu yapay entiteye de karşıdır. Toplumsal çeşitliliği homojenleştirme projesi olarak ulus devlet, ürettiği ulus ile esasen bizzat toplum karşıtıdır. Buna karşılık Demokratik Toplum Sosyalizmi, “demokratik ulus” yaklaşımıyla kapitalist modernitenin uyduruk ulus mitini al aşağı eder. Ulusu demokratik bir biçimde tanımlayarak bir zor mekanizması olmaktan çıkarır, toplumsal çeşitliliğin kapsayıcı ifadesine dönüştürür.
Yine Demokratik Toplum Sosyalizmi, kapitalist modernitenin siyaseti toplumun elinden alıp “idare” biçiminde teknokratik temelde içeriklendirerek gasp etmesine karşı, heteronomiye zıt biçimde siyaseti toplumsallaştırır. Böylelikle siyasetin özgürleştirici potansiyelini açığa çıkarır. Siyaseti toplumsallaştıran Demokratik Toplum Sosyalizmi, kapitalist modernitenin bireysel çıkarlara dayalı bencil rekabetçi ahlakının yerine, dayanışmacı komünal ahlakı toplumsal kuruluşun temeline koyar. Etik-politik yeniden kuruluşu ikincilleştirmez. Ahlaki ve Politik Toplum’un hayata geçirilmesini hedefler.
Dolayısıyla temel ve güncel bir ihtiyaç olarak tüm bunlar, toplumsal ve siyasal olanın devrimci yeniden inşasını ifade eder. Bu yönüyle Öcalan’ın devrimci müdahalesi ve atılımı, toplumsal gerçekliğin ontolojisine doğrudan bir müdahaledir. Kapitalist modernitenin anlam gücü tekeli kurarak toplumsal gerçekliği gasp etmesine karşı toplumsal olanın ontolojisini ezilenler lehine geri kazanma hamlesi, hakikat rejimi kurma projesidir. “Hangi güncel-tarihsel ihtiyaca tekabül ettiği” sorulan Demokratik Toplum Sosyalizmi, işte tüm bu ihtiyaçların yanıtını üretmektedir. “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır” mottosu temelinde sürdürülmüş bu arayış, toplumsal gerçekliği tamamıyla kuşatamamış ve tek boyutlu kalmış sosyalizm anlayışlarının yaşadığı tıkanıklığı aşmak gibi bir maddi/nesnel ihtiyaca dayanmaktadır. Eh bu da az buz bir ihtiyaç değildir. Hal böyleyken Öcalan’ın açtığı sosyalizm tartışması yolunu defansif bir refleksle karşılamak yerine hep beraber düşünmenin tam sırası. Bu tartışmaların açtığı yolu bir fırsat olarak görmek, devrim ve sosyalizm mücadelesine kazandıracaktır.









