Bazı sabahlar vardır; göz kapakları açılır ama içteki gece hâlâ sürüyordur. Zamanın aktığı ama hayatın durduğu, gökyüzünün açık ama umudun hâlâ zindanda olduğu sabahlardır bunlar. Kürt halkı, işte o uzun geceden sabaha yürüyen bir halktır. Gözünü kapatmadan uyanmayı öğrenmiş, acının içinde direnç, suskunlukta kararlılık büyütmüş bir halk…
Bugün artık kimse bu halkın uykuda olduğunu söyleyemez. Aksine, yüz yılı aşkın bir uyanışın içindedir. Bu uyanış, sadece siyasi değil; kültürel, toplumsal, hatta varoluşsal bir isyandır. Bir halk, inkâra karşı varlığını ilmek ilmek örüyorsa, orada artık tarih yazılıyordur.
Kürt halkı, artık sadece “barış” istemiyor. Çünkü barış, doğru zeminde kurulmadığında sessizlikten başka bir şey değildir. Bugün talep edilen şey; onurlu, kalıcı ve eşitlik temelinde bir çözümdür. Bir halkın diliyle, kültürüyle, iradesiyle tanınmasıdır. Bu da yalnızca masa başında değil, hakikatin tam ortasında mümkündür.
Bu hakikatin merkezinde ise bir isim var: Abdullah Öcalan. Çünkü bir halkın önderi tutsaksa, o halk zincirlerini tam anlamıyla kıramamıştır. Ve bu ülkenin barış umudu, İmralı’dan gelen bir ses kadar derindir. O ses sustukça, birlikte yaşamın zemini zayıflar; o ses duyuldukça halklar birbirine yaklaşır.
İmralı’daki ağırlaştırılmış tutsaklık yalnızca bir kişiye yönelik değildir; milyonların iradesine dönük sistematik bir baskıdır. Bu tutsaklık devam ettikçe ne adalet işler ne demokrasi büyür ne de gerçek bir barış filizlenir. Bugün Kürt halkı, Öcalan’ın özgürlüğünü talep ederken sadece bir bireyin değil, toplumsal barışın da anahtarını istiyor.
Bu coğrafyada gerçek bir çözüm isteniyorsa, önce bu gerçekle yüzleşilmeli: Kürt halkı, bu ülkenin misafiri değil; eşit ve kadim ortağıdır. Ve bu ortaklık, ancak iradelerin tanındığı, farklılıkların bastırılmadığı bir gelecek vizyonuyla kurulabilir.
Artık zorlama lütuflar değil, hak ve meşru olan isteniyor. Suskunluk değil, söz. Bekleyiş değil, yürüyüş. Ve bu yürüyüş, zindanlarda yazılan mektuplardan, Newroz alanlarında yanan ateşlere, sokaklardan çocukların gülüşüne dek her yerde büyüyor. Halk, artık sadece direnmekle kalmıyor; yönünü ve rotasını da belirliyor.
Zor mu? Elbette. Ama en zor olan, en yakında durandır. En ulaşılmaz görünen gün, aslında en çok yaklaşan gündür. Ve bugün Kürt halkı hem kendi içinde hem bu ülkenin dört bir yanında bu yakınlığı hissediyor. Bu nedenle artık barışa olan inanç bir ihtimal değil, bir kararlılık halini alıyor.
Ve belki de en çok bu yüzden korkuyorlar. Çünkü tarih boyunca en çok ses çıkartanlar değil, en çok susmaya zorlananlar değiştirdi dünyayı. Bugün o ses yeniden yankılanıyor. İmralı’dan, zindanlardan, sokaklardan, yüreklerden… Ve bu ses, er ya da geç özgürlüğün kapılarını açacak.
Evet, tüm mümkünlerin eşiğindeyiz ve aynı zamanda tüm imkanların kesiştiği kritik bir noktadayız. Geriye atılacak ufacık bir adım, dipsiz bir uçurumu beraberinde getirecek; ileriye atılacak kararlı bir adım ise, uzun zamandır özlemini duyduğumuz barışa açılan kapıları aralayacak.
Kürt halkının yüreğinde, güneş kadar parlak bir inanç var: Öcalan özgürlüğüne kavuşacak, zindanlarda esaret altında tutulan yoldaşlar prangalarını kıracak ve Kürt halkı, eşitlik ve özgürlükle taçlanmış bir geleceğe doğru emin adımlarla ilerleyecek. Zira, artık sadece bir ütopya olmaktan çıkan farklı bir yaşam, varoluşumuzun yegâne koşulu haline gelmiş durumda.