Washington DC’deki Ulusal Savunma Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ömer Taşpınar ile Capitol işgalini konuştuk
Mehmet Ali Çelebi
Trump, Cumhuriyetçi Parti içinde kalıcı damar oluşturmak için eteğindeki son taşları, son okları da fırlattı. Trump’ın Beyaz Saray önünde miting düzenlemesi, Qanon, Proud Boys, Neo-Nazi grup Nationalist Social Club (NSC-131) gibi faşist oluşumları tescil oturumu yapılan Capitol Hill’e (Temsilciler Meclisi ve Senato) yönlendirmesi (6 Ocak 2021) ABD’nin siyasal sisteminde girdap yarattı. 1814’teki Washington DC’nin İngiliz ordusu tarafından işgali ve Beyaz Saray ile Kongre’nin yakılması sonrası bir ilkti ve yıkıcı deprem etkisi yarattı. “İsyana teşvik etmek” suçlamasıyla 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi görevi tamamlamasına bir hafta kala Trump’ı azletme tasarısını 197’ye karşı 232 oyla kabul etti. (13 Ocak 2020) 10 Cumhuriyetçinin evet oyu vermesi 5 Cumhuriyetçinin çekimser kalması dikkat çekti. 100 sandalyeli Senato’da azil için en az 67 oy gerekiyor. ABD’nin darbe ya da harekât yaptığı ülkelere yönelik çağrılarda olduğu gibi Trump içeriye çağrıda bulunmak zorunda kalıp “Tüm Amerikalıları, tansiyonu düşürmeye ve sinirlerine hakim olmaya davet ediyorum” gibi cümleler kurdu. Demokratlar görev sonuna gelse de azletmekte ısrar etti, çünkü stratejik hedef ileride olası Trump gibi dengesiz isimler için caydırıcı olmaktı. Skype üzerinden Washington DC’deki Ulusal Savunma Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Brookings Enstitüsü analisti Doç. Dr. Ömer Taşpınar ile işgalin arka planında yatanları ve geleceğe yansımalarını konuştuk.
ABD’de 5 Ocak’ta Georgia’da iki senatör için seçim, 6 Ocak’ta da Kongre’de Trump’tan sonra Beyaz Saray’da oturacak ismin tescil oturumu vardı. Senato, Temsilciler Meclisi ortak oturum yaparken Trump’ın çağrısıyla Qanon, Proud Boys gibi ırkçı gruplar kölelik simgesi Konfederasyon bayraklarıyla Capitol’ü işgal etti. Trump neye güvenerek böyle bir çağrı yaptı?
Seçimlerden, yani 3 Kasım’dan bu yana Trump ve Trump’a inanan ciddi bir kesim, bunların içinde Temsilciler Meclisi’nde Kongre üyeleri, Senatörler, bazı medya mensupları ve toplumda önemli bir kesim seçimin meşru olmadığını düşünmeye başladılar. Ve Trump başta kendisi olmak üzere “O akşam öndeydik. Sonra ne olduysa oldu birden geriye düştük” diyerek, bazı avukatları da devreye koyarak bir sürü dava açtı. İşin gerçeği Covid nedeniyle postayla oylar geldikçe Demokratlar öne geçti. Amerikan tarihinde en yüksek katılımlı seçim yaşandı iki taraf açısından da. Trump zaten seçim öncesi, kaybederse bu seçimleri meşru kabul etmeyeceğinin sinyallerini veriyordu. Trump’ın davaları kaybetmesine rağmen kendisinin atadığı bazı hukukçular, eyalet mahkemeleri ve eyalet meclislerindeki kendisine yakın bazı politikacıların “Sonuçlar doğrudur. İtiraz edilecek bir şey yoktur” demesine rağmen Trump yenilgiyi bir türlü kabul etmedi. 88 milyon takipçisinin olduğu Twitter üzerinden mobilize etmeye çalıştı kendisine inananları. Amacı olay yaratmaktı. Acaba bir şekilde Olağanüstü Hal ilan edilebilir mi diye.
Kendisine yakın tabanla Trump’tan nefret eden ANTIFA gibi anti-faşist örgütlerin çatışma yaşamasını umdu. Ve bu çatışma sonrası Ulusal Muhafızların, hatta askerin yönetime el koymasını, OHAL ilan edilmesini ve kendi yönetimini devam ettirmeyi umdu. Buna darbe planları diyenler oldu. Trump stratejik düşünebilen, iyi planlar yapabilen birisi değil. Kaostan medet umdu. “Acaba devam ettirebilir miyim başkanlığımı ya da Biden’ın kazanması üzerinde bir meşruiyet perdesi yaratabilir miyim” diye düşündü.
Bu arada bu devre içinde İran’a savaş açmayı da denedi. Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı Pompeo, Amerika’nın İran’ı bombalamasını riskli buldu. Zannediyorum 22 Kasım’da Beyaz Saray’da National Security Council’de böyle bir toplantısı da vardı Trump’ın. Şunu anlatmaya çalışıyorum, Trump gerek iç politikada gerek dış politikada bir şekilde kendi yönetimini devam ettirmek için elinden geleni yaptı. Son yaşananlar da bunun bir ürünüydü.
Cumhuriyetçi Parti içinde ya da bir sermaye grubunun itici gücü olmadan Trump buna cesaret edebilir mi?
Her şeyi buradaki sermaye gücü üzerinden analiz etmek çok mantıklı değil. Aynı sermaye gücü ciddi oranda Demokratlara da destek veriyor. Sermaye burada iktidarda kim varsa onunla çalışır, pragmatiktir. Wall Street dediğimiz finans çevreleri Biden’a da yatırım yaptı. Dolayısıyla Trump’ı bağımsız bir aktör olarak da görmek gerekiyor. Amerika’nın büyük sanayi şirketleriyle, mesela ilaç şirketleriyle arası iyi değil. Kendisi serseri mayın gibi politikacı. Trump’ın toplumda bir karşılığı var. Devlete güvensizlik, milliyetçilik, beyaz ırkın üstünlüğü, silah taşıma, Mike Pence veya Pompeo üzerinden Evangelistlerle kurduğu ilişki gibi toplumsal izdüşümleri var Trump’ın. İşte “Amerika’yı Wall Street yönetiyor. Onlar istemeden bir başkan bir şey yapamaz tezine” çok katılmıyorum. Çünkü Amerika’da güçlü bir sermaye olmasına rağmen Trump o sermayenin adayı değildi. Trump göreve geldikten sonra bir şekilde vergi indirimleriyle Wall Street’in desteğini de aldı. “Benim arkamda büyük şirketler var mı, Fortune 500 var mı, büyük Amerikan sermayesi var mı, yoksa yaptıklarımın karşılığı olmaz” diye düşünen bir siyasetçi değil.
İşgalcilerin kompozisyonu ne söylüyor bize?
Gezi’de Recep Tayyip Erdoğan çapulcular diye bir kavram kullanmıştı. İşgalcilere bakarken Trump’ın Washinton’a gelen destekçilerinin bazı ortak özellikleri var. Bir kere hiçbiri üst orta sınıf değil. Alt orta sınıf. Sınıfsal özellikleri küreselleşmenin, çok kültürlülüğün kaybedenleri. Yani en büyük özellikleri çok ciddi milliyetçi olmaları. Büyük bir kısmı beyaz ırkın üstünlüğüne inanıyor. Eğitim seviyeleri düşük. Mobilize olabiliyorlar. Sizin bahsettiğiniz Qanon gibi komplo teorilerine inananlar. Eğitim seviyesi ve gelir seviyesinin çok yüksek olmadığına inanıyorum. Trump’a oy verenler arasında gelir seviyesi yüksek olan çok var, ama mobilize olacak bu tür halk kitlesi, Trump’a gönülden inanmış, milliyetçi, komplo teorisine çok yatkın, ağırlıklı olarak beyaz ve öfkeli. Küreselleşmeye, kozmopolitanizme, elitlere, medyaya karşı öfkeli. Bunların toplumsal karşılığını üç noktada toparlıyorum. Bir tanesi devlete, otoriteye güvensizlik. Amerika’nın kuruluşunda böyle bir damar var, devleti sevmeyen bir damar. Avrupa’dan devletle sorunu olan göçmenler geldi buraya. Irkçılığa uğramış, ayrımcılığa uğramış, fakir. Zaten otoriteye çok güvenmeyen insanların kurduğu bir ülke Amerika. O damar çok güçlü Trump taraftarlarında. Daha rahatsız edici olan özellikleri silaha düşkünlükleri. “Gerekirse devlete karşı başkaldırırız” diyen milisler var.
Kongre işgali sırasında silahlar, bombalar çıktı. O kadar etkilediler ki Washington DC’de 24 Ocak’a kadar OHAL ilan edildi.
Evet öyle. Silaha çok düşkünler. Silah Amerika’da en çok kutuplaştırıcı meselelerden bir tanesi kürtajla beraber. Üçüncü özellikleri beyaz ırkın üstünlüğü. Yani beyazların şu anda kaybeden olduklarını düşünüyorlar. Bunu şuna benzetiyorum: Türkiye’de bazı Türk milliyetçilerle konuştuğumuzda “Herkesin hakları var, Türklerin hakları yok” gibi şeyler duyarım. Kürtlerin çok fazla hak kazandığı ama Türklerin bir mağduriyet içinde olduğunu söylerler. Beyazların bir mağduriyet içinde olduğu, beyazların haklarının kimse tarafından korunmadığı, artık azınlıkların alıp başını gittiği, Hispanik veya siyahi nüfusun çok yükseliyor olduğu, Asyalıların yükseldiği, beyazların gücünün azaldığı söylemlerini kullanan insanlar bunlar.
Avrupa ülkelerinde İngiltere’de, Almanya’da, Avusturya’da, Polonya’da, Macaristan’da ırkçı yükseliş vardı. ABD’de yaşananlar da Nazilerin Almanya’da 1938’de Yahudilere karşı yaptığı Kristallnacht’a benzetildi. Post-truth ile ifade edilen Trump dönemi geçilirken ABD’de bir tür Nazizmin ayak sesleri mi söz konusu?
Ben tarihsel analoji kurarken dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum. Yani 1930’lar Almanyası değil Amerika. Amerika’da şu anda bir faşizan lider dört yılını tamamladı. Düşman yaratan, mağduriyet yaratan, aşırı milliyetçi, cahil, özgürlüklere inanmayan bir liderdi Trump. Şunu gözden kaçırmayalım: Bu lidere rağmen bu ülke dört yıl boyunca, hukukun, güçler ayrılığının, medyanın gayet sağlam yürüdüğü bir ülke oldu. Sonuçta Trump tarihi bir yenilgi yaşadı. 80 milyon kadar kişi Trump’a karşı oy kullandı. Aslında çok karizmatik olmayan Biden seçimleri kazandı. Trump döneminin sona erdiğine inanıyorum. Trump’ın Cumhuriyetçi Parti üstündeki etkinliğinin azaldığına inanıyorum.
Avrupa’da dediğiniz gibi faşist partiler vardır. Yüzde 10-15 civarında oy alır bunlar. Bazen bunlar merkez sağa yanaşır yüzde 20’lere çıkarlar. Trumpizmden bir Trump partisi çıkabilir. Bunun Amerikan siyasetinde tekabül edeceği yer faşizan söylemle devam ederse yüzde 10-15’tir.
Cumhuriyetçi Parti bence dört yıl içinde Trump iktidarda değilken silkelenecek, Trump’la arasına mesafe koyacaktır. Trump’ı Trump yapan iktidara gelişiydi. Medyayı kullanışıydı, Twitter kullanışıydı. Muhtemelen Amerikan tarihine azledilmiş ikinci başkan olarak geçecek. Dolayısıyla ben “Amerika’da faşizmin ayak sesleri” başlığına tam katılmıyorum. Amerika’da faşizm var, iktidara da Trump’la gelmeye çalıştı. Fakat kurumlar o faşizmi dengeledi. Böyle bir tehlike hâlâ Trump tarafından temsil ediliyor. Amerikan tarihinde de ırkçı, faşizan bir tehlike vardı. Fakat Amerika’nın kurumları, Amerika’nın ekonomik yapısı bunu engelleyecek güçte diye düşünüyorum.
ABD, Rusya, Çin, Avrasyacılık
245 yaşındaki ABD’de işgal Beyaz Saray, Kongre binası, Savaş Bakanlığı, Hazine binasının ateşe verildiği, ABD Başkanı James Medison’un Virginia’ya kaçtığı İngiliz ordusunun 24 Ağustos 1814’teki Washington işgaliyle kıyaslandı. ABD’nin sömürgeci gücündeki aşınma, corona nedeniyle artan işsizlik, artan yoksullaşma, ırkçılık eksenli kutuplaşma da göz önüne alınırsa büyük travma yarattı ki ikinci büyük işgal olarak addedilen gelişmenin küresel hegemonik ilişkilere, emperyal sisteme yansıması nasıl olur?
Küreselleşmeye baktığımızda, Amerikan-Çin ilişkilerine baktığımızda Amerika kendini Çin’le ciddi bir mücadele içinde görüyor. Küreselleşmenin motoru buydu. Ekonomik olarak birbirine bağımlı iki süper güç. Bunların çatışma hali dünya açısından tehlikeli bir dönemi getirir. Trump iktidarda kalsaydı Covid-19 nedeniyle Çin-Amerika ilişkileri daha kötü bir yere gidiyor olabilirdi. Biden’ın Çin politikası, küreselleşmeye bakışı, Amerika’ya bakışı Trump’ınkinden farklı. Mesela Amerika’nın İran’la savaşmasını istemiyor. Amerika’nın Çin’le savaşa girmesini istemiyor. Amerika’nın içeride güçlü olmasını, Amerika’nın gücüne güç katan küreselleşmenin devam etmesini istiyor. Son 50 yıla baktığımızda küreselleşme Amerika’nın gücünü artırdı. Amerika’daki kapitalist sistem dünyaya yayıldı.
Komünizmin çöküşüyle beraber Çin’de bile Komünist Parti iktidarda olmasına rağmen daha kapitalist bir düzene geçildi. Rusya’da daha kapitalist bir düzene geçildi. ‘Küreselleşme sayesinde komünizm çöktü’ diye görüyor Amerika. Dolayısıyla küreselleşmeyi devam ettirmek isteyen, küreselleşmenin kendi çıkarlarına hizmet ettiğini düşünen bir Amerika var. Buna emperyalizm, hegemonya da denebilir. Sizin de kullandığınız dil, soldan tanıdık bir dil. Fakat Amerika bir Çin gibi bir Rusya gibi emperyalizm yapan bir ülke değil. Amerika’nın yaptığı hatalar çok oldu soğuk savaş döneminde Rusya ile mücadele sırasında. Irak bir hataydı. Ortadoğu’da Amerika ülkeleri işgal etti denebilir. Amerika emperyal güç denebilir. Fakat Japonya gibi, Avustralya gibi, Suudi Arabistan, Almanya, Brezilya gibi ülkeler Amerika ile askeri anlaşmalar imzalayarak Amerika’nın bölgede bulunmasını istiyorlar. Diyebilirsiniz ki ‘Acaba halkları bu anlaşmaları imzalamak istiyor mu, halklar anti-Amerikan.’ Orada doğrusunuz. Ama Ukrayna’nın, Polonya’nın Rusya’dan veya Çin’in etrafındaki bir Filipinler’in, bir Kore’nin, bir Malezya’nın Çin’den pek hoşlanmadığına inanıyorum.
Mesela Türkiye örneğine indirgeyecek olursak, Türkiye de Avrasyacılık diye Çin ve Rusya’yla yakınlaşmak isterken ben, Türkiye’nin özellikle Rusya ile yakınlaşmasının Türkiye’de demokrasi adına çok daha büyük sorunlar getireceğine inanıyorum. Evet, Amerika dönem dönem emperyalizm yaptı 19. yüzyılda.
Monroe Doktrini emperyalizmi, Sovyetler’le mücadelede Amerika belirli darbelere destek verdi, faşist sistemlerin arkasında durdu. Bütün hatalara rağmen bir Rusya kadar, Çin kadar otoriter, totaliter bir sistem değil. Biden da bence Amerika’nın daha küreselleşmeci, daha demokratik, daha liberal yüzü Avrupa Birliği, Japonya, Avustralya, Kanada ile bir demokratik birlik yaratmaya çalışacak. Demokrasiyi daha ön plana koyan bir Amerika göreceğiz gibi geliyor.