Türkiye, son yılların en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. 23 yıllık AKP iktidarının yarattığı ekonomik yıkım, hukuksuzluk ve otoriterleşme, ülkeyi siyasi ve toplumsal bir dönüm noktasına getirdi. Ekonomik yıkım sürüyor. Enflasyon kontrol altına alınamazken milyonlarca işçi, emekçi ve emekli açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildi. İşsizlik ve hayat pahalılığı rekor seviyelere ulaşırken, devlet kaynakları oligarşik bir sermaye grubuna aktarılıyor. Vergi yükü halkın sırtına yüklenirken, büyük şirketler ve iktidara yakın çevreler için kredi ve destek muslukları sonuna kadar açılıyor.
Ancak halk susmuyor. Son yerel seçimde bunun işareti verilmişti. Şimdi bu ekonomik çöküş, iktidarın politik baskılarıyla birleşerek daha büyük bir toplumsal tepkiye dönüşmeye başladı. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik gerçekleşen operasyonlar, Türkiye siyasetinde yeni bir kırılma yarattı. İBB Başkanı ve aynı zamanda CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olan İmamoğlu’nun önce diploması İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edildi, ardından “turpun büyüğü heybede” diyen Erdoğan’ın ne demek istediği anlaşılmış oldu!
Savcıların talimatıyla İBB Başkanı İmamoğlu, Şişli ve Beylikdüzü ilçeleri belediye başkanları, başkan yardımcıları, müdürler, meclis üyeleri, belediye çalışanları, gazeteci İsmail Saymaz ve sanatçılar polis baskınlarıyla gözaltına alındı. Bu hamle, iktidarın yargıyı bir sopa olarak kullanarak muhalefeti susturma, rakiplerini diskalifiye girişimlerinin yeni ve yüksek bir aşaması olarak değerlendiriliyor.
Hukuksuzluk ekonomiyi de çökertiyor
Savunmaya saldırılar ise durmuyor. İkinci bir baro kurdurtarak iradesi kırılmak istenen İstanbul Barosu da iktidarın hedefi halinde. İstanbul Baro Başkanı Kaboğlu ve Yönetim Kurulu mahkeme kararıyla hukuksuzca görevden alındı.
Bir ay önce HDK’ye yönelik bu kapsamda bir operasyon yapılmış, yazarlar, gazetecilere, hukukçular, siyasetçiler evleri basılarak gözaltına alınmıştı. 30 kişi hukuksuzca tutuklanmıştı. 17 kişi ev hapsine mecbur kılındı. Ondan önce “Kent Uzlaşısı” hedef seçilmişti. CHP’li belediyelere yönelik son operasyon da muhalefeti hedefleyen bir operasyon. TÜSİAD Başkan ve yöneticilerinden sanatçılara, gazetecilere, siyasetçilere, falcı-astrologlara varan bir muhalefeti korkutma ve tutuklama furyası var. İşi CHP’ye kayyım atama tehdidine kadar vardırdılar.
Ana muhalefet partisine ağır tehdit yağdırılan ve 16 milyon İstanbullunun iradesini yok sayma anlamına gelen İmamoğlu operasyonunun gerçekleştiği gün, borsa sert düşüş yaşarken, döviz kuru hızla yükseldi ve ekonomi 10 milyar dolara yakın kayba uğradı.
Bu gelişmeler, yalnızca muhalifleri susturmak hesabıyla sınırlı kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomisini bir kez daha derinden sarsan bir sürecin de parçası oldu. Yoksulluk ve açlık içindeki milyonlarca insanın alım gücü bir günde daha da düştü. Yoksulluk daha da arttı, gelir uçurumu daha da derinleşti.
Ekonomik ve siyasi yıkımın halkta büyük bir öfke yarattığı açık. İktidara öfke artıyor. Hukuksuzluk ve ekonomik çöküntü arttıkça tepkiler de büyüyor. İBB gözaltıları ve kayyım tehdidi başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de eylemlerle karşılandı. Günlerdir İstanbul’un Saraçhane Meydanı, bu hukuksuzluğa karşı ses yükselten on binlerce insanın protestolarına sahne oluyor. Hatay’dan Rize’ye ülkenin dört bir yanında eylemler sürerken, Kürt sorununda çözüm istenen Newroz etkinlikleri aynı zamanda iktidarın hukuksuzluklarına tepkinin sergilendiği alanlar haline geliyor. Uzun zamandır küçük protestolarla sesini duyurmaya çalışan üniversite gençliği de kitlesel protestolarla mücadeledeki yerini alıyor. Sokaklarda ve meydanlarda “özgürlük ve adalet” talepleri yükseliyor. “Hükümet istifa” sesleri büyüyor.
Newroz ve muhalefetin ortak mücadelesi
Tüm bu gelişmelerin yaşandığı dönemde, Kürt halkının en önemli kültürel ve politik etkinliklerinden biri olan Newroz kutlamaları gerçekleşiyor. Onlarca yerde görkemli mitingler gerçekleşti. Amed Newrozu tarihi bir güne daha tanıklık etti. İstanbul’da barış ve özgürlük talepleri yükselecek.
Türkiye’nin doğusundan batısına kadar geniş katılımlarla düzenlenen Newroz mitinglerinde, Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın gerekliliklerinin yerine getirilmesi dile getiriliyor. İktidarın hukuksuzluk ve otoriterleşme tutumundan vazgeçmesi isteniyor. Kürt halkı tüm kayyımların geri çekilmesini, İmamoğlu ve İBB gözaltılarının serbest bırakılmasını isteyen sesi her tarafta yankılanıyor. DEM Parti, sosyalistler Saraçhane’de dayanışma sergilerken, CHP Lideri Özgür Özel ise Amed Newroz’una kutlama ve dayanışma mesajı gönderdi.
Kürt meselesinin çözümü ve demokratikleşme mücadelesi yeniden güçlü ve kitlesel bir dinamizm kazanırken, iktidarın baskı politikaları bu hareketliliği birleştirerek daha da büyütüyor. İktidarın sözünü verdiği ancak adım atmadığı “Barış ve demokratikleşme” kapsamında ileri adımlar atmasında muhalefetin doğru hamleleri etkili olacaktır. Görünen o ki iktidarın, muhalefeti bölme parçalama hesapları tutmadığı gibi daha geniş ve sokağı da tutan bir demokratik muhalefet gücü mayalanıyor.
Muhalefetin tüm kesimlerinin birleşmesi, iktidarın hesaplarını bozabilecek en önemli faktörlerden biri. Bugüne kadar ezilen ve sömürülen kesimleri inanç ve milliyet üzerinden ayrıştıran politikalar artık karşılık bulmuyor. Kamplaştırma siyaseti iflas ediyor.
Ancak muhalefetin bu süreçte tutarlı ve cesur bir çizgide yürümesi gerekiyor. Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda açık tutum alarak, ekmek, barış, adalet ve demokrasi sorunlarının birleştirilmesi ilerletici olacaktır. Yalnızca protesto ufkuyla sınırlı kalmaması, demokratikleşme için hukuki ve siyasi alanda da gelişme sağlayacak adımların atılmasına odaklanmak gerekecek.
Türkiye nereye gidiyor?
İktidarın otoriterleşme yönelimi hız kazansa da bu adımların ters tepme olasılığı giderek güçleniyor. Her alanda baskı ve hukuksuzluk varken ve Kürt sorununda demokratik adımların atılmaması da toplumda güven yitimi yaratıyor. Derinleşen ekonomik kriz karşısında halkın sabrı tükenirken, hukuksuzluğa karşı gelişen toplumsal tepki, halkları, işçi ve emekçiler için Türkiye’de yeni bir dönemin kapılarını aralayabilir. Gelişmeler doğru yönetilebilirse, hataya düşülmeden ilerlenebilirse; muhalefetin ortak hareketi büyüyerek boyut kazanacak, iktidarın hesaplarını bozacak ve Türkiye’nin geleceği için belirleyici olacaktır.
Bugün Türkiye’de yaşanan gelişmeler, yalnızca bir siyasi krizin değil, aynı zamanda olumlu anlamda dönüşümün de habercisi olmaya aday. Mevcut iktidarın daha da otoriterleşme çabalarına ve ekonomik çıkmaza karşı, halkın demokrasi, özgürlük ve adalet taleplerini daha yüksek sesle dile getirmesi, önümüzdeki süreçte dengeleri değiştirebilir.