Türkiye’nin en köklü ve karmaşık meselelerinden biri olan Kürt meselesi, iç politika sınırlarını aşarak bölgesel ve küresel bir nitelik kazanmıştır. Siyonist İsrail’in Molla rejimi İran’a saldırısı ve sonrasında yaşananlar, bu durumun ciddiyetini bir kez daha göstermiştir. İsrail savaşa ve kana doymuyor. Gazze’de kan oluk oluk akarken bu defa İran üzerinden başlatılan savaşla tüm bölge kan gölüne dönüştürülüyor. Dünya halkları ve barış güçlerinin, hiçbirinin yedeğine düşmeden bu savaşa karşı tutum alması gerekiyor. Ayrıca savaş devam ederse, Bölgeyi, Türkiye’yi ve Kürt halkını derinden etkileyecek bir sürece girilebilir.
Bu bakımdan Kürt sorununda demokratik çözüm önem kazanıyor. Kürt meselesinin çözümüne yönelik başlatılan girişimlerin, sorunun barışçı ve demokratik çözümünde ileri düzeye ulaşması, yalnızca Türkiye halklarının kazanımı değil, aynı zamanda alevler içindeki Ortadoğu’nun ‘akli selime’ çağrılması ve istikrarı için de stratejik bir fırsat olacaktır.
Devletin rolü
Kürt sorunu, Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihsel bir arka plana sahiptir. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte uygulanan tekçi, ulus-devlet politikaları, Kürt kimliğinin tanınmaması ve kültürel hakların kısıtlanmasıyla gerilimleri artırmış oldu. 1980 askeri darbesi, Diyarbakır cezaevindeki işkenceler ve bölgedeki baskıların yarattığı ortamda PKK’nin silahlı eylemleriyle sorun başka bir boyut kazandı. Derinleşen çatışma ortamı, on binlerce can kaybına neden olmuş ve toplumsal hafızada derin yaralar bırakmıştır.
Önce Oslo, ardından 2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, barışçıl çözüm umutlarını artırmış olsa da sürecin kesintiye uğraması, güven ortamını zedelemiştir. Ancak yeniden bir fırsat yakalandı. İsrail merkezli ve Ortadoğu’daki olası gelişmelerin de baskılanmasıyla ve içerideki kapsamlı sorunların baskılamasıyla gelişmeler iktidarı böylesi bir sürece mecbur kıldı. Ancak rahatlatıcı adımlar atılmıyor. Bugün gelinen noktada, Kürt sorununun çözümü için en önemli unsur devletin adım atmasıdır. Kapsayıcı ve kararlı politikalara ihtiyaç var ve bu da devletin rolüne bağlı. Devlet, reformlarla ve diyalog mekanizmalarıyla güven inşa edebilir. Zira, Suriye, Irak, ve İran’ın tarihi, yaşananlar ve sonuçlar herkese bir şeyler söylüyor olmalı!
Barış için stratejik fırsat
Kürt sorunu, sadece Türkiye’yi değil; Irak, Suriye ve İran’da yaşayan Kürt toplulukları üzerinden tüm Ortadoğu’yu doğrudan etkileyen bir meseledir. Bu nedenle, Türkiye’nin iç barışı sağlayacak demokratik adımları, savaş, şiddet ve emperyalist müdahale sarmalındaki Ortadoğu’da pozitif bir dönüşümün anahtarı olabilir. Bunu için Türkiye’nin Kürt politikasını bölgesel bir perspektifle hızla ele alması zorunludur.
Türkiye’nin sekiz aydan bu yana konuştuğu ancak diyalogu aşamayan mevcut kapsamdan yeni bir aşamaya geçerek, barışçıl ve demokratik bir çözüm üretmesi hem bölge devletlerindeki Kürt topluluklarıyla hem de bölgenin tüm dil ve inançtan halkları ve yönetimleriyle daha yapıcı ilişkiler kurulmasını sağlar. Değilse, İsrail’in emperyalist güçlerin ileri karakolu halinde hareket ettiği bu koşullarda, ABD, Batılı emperyalistler ve Rusya gibi aktörlerin ve Çin’in çıkarları doğrultusunda bölgesel çatışmaların körüklenmesi olasıdır ve bu halklar için daha vahim sonuçlar doğurabilir.
Atılacak hızlı adım önemlidir. Zira Kürt sorununda demokratik çözüm, sadece Türkiye’nin kanayan yarasını durdurmak ve barışını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Ortadoğu’daki etnik ve mezhepsel çatışmaların da önüne önemli bir bariyer çekmiş olur. Türkiye, Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin attığı adımları değerlendirerek hızla demokratik yola meylederek ve bu alanda bir model oluşturarak, bölge halkları arasında diyalog ve iş birliğine dayalı, savaşı çözüm olmaktan çıkaran bir düzenin kurulmasına katkı sunabilir! Ya da boyutlanan savaş ve şiddet sarmalının bir parçası haline gelebilir, getirilebilir.
Zamana yayılmasının riskleri
Kürt sorununun çözüm sürecini geciktirmek ciddi iç ve dış riskler barındırmaktadır. Gecikme, içeride toplumsal kutuplaşma, güven kaybı ve provokasyon riskini arttırır. Hatırlanacaktır, 2015’te çözüm sürecinin sona erdirilmesiyle başlayan çatışmalar hem şehirlerde hem kırsalda büyük yıkımlara neden olmuş, halklar arası güveni zedelemiştir. Benzer bir tablonun yeniden yaşanması, yanı başımızda savaşlar varken onarılması güç toplumsal yaralar açabilir.
Ortadoğu’da büyüyen krizler, sorunun bölgesel istismarını kolaylaştırır. İsrail’in saldırısı ve giderek İran’la kapsamlı bir savaşa evrilmekte olan süreç, Suriye ve Irak’taki kırılgan denge hem devletlerin hem devlet dışı aktörlerin Kürt sorununu kendi çıkarları için hamlelerine ortam hazırlayabilir. Bu tür senaryolar, Kürt, Türk, Arap, tüm Türkiye halkları ve bölge halkları için ciddi tehditler oluşturur.
İktidar tarafından barış ve demokratik çözüm için adım atmak yerine, sürecin zamana yayılması Kürt halkında hayal kırıklığı ve umutsuzluk yaratabilir. Barış ve demokratik taleplerin karşılanmaması, farklı eğilimleri besleyebilir, taraflar arasında şiddete dayalı arayışları yeniden güçlendirebilir. Aynı şekilde hem Kürt hem Türk toplumunda önyargılar, kaygılar ve korkular derinleşebilir. Bu durum, -iktidarın anti-demokratik icraatları da düşünüldüğünde- toplumsal uyumu ve demokratikleşmeye olan inancı zayıflatır.
Acil adımların gerekliliği
Kürt sorununun çözümü için daha fazla zaman kaybedilmeden kararlı, kapsayıcı ve acil adımlar atılmalıdır. Adımlar, TBMM merkezli, ancak gerçek çözüme odaklanmış bir yapı etrafında şekillenmelidir. Anadilde eğitim, kültürel özgürlükler, yerel yönetim reformları, dinmeyen hukuksuzluklara son verme, infaz yasasında düzenlemeler gibi konular, bu sürecin temel başlıkları arasında yer almalıdır.
Ayrıca, güven inşası için diyalog mekanizmalarının kurulmasına ihtiyaç var. Kürt halkının temsilcileriyle müzakere süreçlerinin şeffaf biçimde yürütülmesi gereklidir. Adı konularak; sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, sendikalar ve tüm siyasi partilerin katkısıyla çözüm süreci toplumsal mutabakata dayanmalıdır. Güven inşasının bir boyutu da yargı araçsallaştırılarak muhalefetin refüze edilmesinden, kayyumlarla belediyelerin ele geçirilmesinden, işçi ve emekçilerin hak arama ve protesto hakkının bastırılmasından vazgeçilmesidir.
Barışçıl ve demokratik bir çözüm, bölgesel savaş risklerini azaltabilir, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine ivme kazandırabilir ve halklar arasında kalıcı bir barışın önünü açabilir.
Bir ülkenin en önemli gücü toplumsal dayanışması, toplumsal barışıdır. Halkların ortak demokratik iradesidir. Barışın zemini ise demokrasi, eşitlik ve adaletle kaimdir. Bu nedenle, Türkiye bu fırsat penceresini parti çıkarları ve konjonktürel hesaplarla heba etmemeli, geçmişin acılarından ders çıkararak geleceğe umutla bakmalıdır!