Dosyamızın ikinci bölümünde Ermenice öğretmeni, editör ve çevirmen Sevan Değirmenciyan ve 1925’ten beri Yunanca yayın hayatına devam eden Apoyevmatini gazetesi sahibi Mihail Vasiliadis ile konuştuk
Meltem İnci
Türkiye’de sadece Kürtçe değil, Türkçenin dışındaki tüm diller ya baskıya uğruyor ya da asimile ediliyor. Ermenice, Rumca, Süryanice, Hemşince ve Lazca bunların başında geliyor. “Tekçi” politika bu dillerin de yok olmasında büyük bir rol oynarken, hâlâ anadilini konuşan yurttaşlar üzerinde psikolojik baskı da yaratıyor.
İkinci dosyamızda Batı Ermenicesine ilişkin Ermenice öğretmeni, editör ve çevirmen Sevan Değirmenciyan ile ve 1925 yılında Suriye Pasajı’nda kurulan, kurulduğu günden bugüne Yunanca olarak yayın hayatına devam eden Apoyevmatini gazetesi sahibi Mihail Vasiliadis’le konuştuk.
Dil canlıdır
Kültürün aktarılması, yaşaması gelişimi açısından dilin çok önemli bir araç olduğunu ifade eden Değirmenciyan, “Dil her şeyden önce bir iletişim aracıdır, yaşayan bir canlıdır ve idealize etmekten; bir kutsala dönüştürmekten ziyade, bu bağlamda değerlendirdiğimiz takdirde onu yaşatabileceğimizi düşünüyorum” diye belirtiyor.
‘Türkçe konuş’ dayatması
Günlük konuşma aracı olmaktan çıktığı anda dilin tehlikeye girdiğini söyleyen Değirmenciyan, “Örneğin, zamanında ‘Vatandaş Türkçe konuş’ dayatmasını yapanlar dilin gündelik yaşamdaki öneminin farkındaydılar. Başta Ermenice, Rumca, Süryanice konuşan halkları soykırıma uğratan veya yaşadıkları yerlerden süren iktidar, bu halkların dillerini kamusal alandan, günlük hayattan silmek için tiyatrolarını yasaklamış, sokakta konuşulmasını engellemişti. Entelektüel üretim şüphesiz önemli, fakat halkın anadili ile konuşmasının farklı biçimlerde engellenmesi dilin hayat damarının kesilmesi demektir” ifadelerini kullandı.
Bir dili konuşmanın alışkanlık ile doğrudan bağlantılı olduğunu ifade eden Değirmenciyan, “Annenizle veya babanızla eğer sadece Kürtçe konuşmaya alışmışsanız, bundan vazgeçip başka bir dil konuşmanız çok zor, hatta imkânsız olacaktır. Askerdeyken mesela ailelerimizle telefonla yapacağımız görüşmelerin Türkçe olması gerekiyordu. İnanın, ben konuşmamayı tercih etmiştim, çünkü kendimi bildim bileli Ermenice konuştuğum anne ve babamla başka bir dil konuşmak benim için imkânsızdı” diyor.
‘Aileler mücadele veriyor’
Tekleştirme, Türkçe dışında kalan dilleri bitirme gayretinin Osmanlı’ya dayandığına değinen Değirmenciyan, farklı kimlikteki yurttaşların dahi iletişim vasıtasıyla öğrendikleri Ermenicenin kamusal alandan koparılıp atılmasına neden olduğunu vurguluyor. Değirmenciyan, bundan korkan ailelerin yükü yeni neslin omzuna vermekten çekindiğini ifade ederek, “Ermenice öğrenip ne yapacağım” diyen nesiller, bu içselleştirilmiş korku ve devamındaki unutuşun zamanımıza yansıyan bir ifadesi kanımca. Dilin önemini farkına vardıklarında, ona sahip olmanın, varsa çocuklarına aktarmanın, onları kendilerinden esirgenenle zenginleştirmenin mücadelesini veriyorlar. Elinde sözlük, konuşmaya yeni başlayan kızının peşinden koşan ve geçmiş nesillerin intikamını alma gayretinde olan babalar gördüm. Ve bunun gazeteniz vasıtasıyla kaydedilmesini isterim…” diyor.
‘Dili konuşmak gerekir’
Bir dilin daha etkin bir şekilde yaşayabilmesi için konuşulur olması gerektiğini söyleyen Değirmenciyan, “Dili konuşmak gerekir, günlük yaşam pratiklerimizde, aile içinde, çalışma hayatımızda, mahallede eğer aynı dili konuşan insanlar varsa iletişimi öncelikle anadilimizle sağlamamız gerekir” ifadelerini kullanıyor.
‘Anadil konuşmak direniştir’
Değirmenciyan, “Türkiye’de anadili konuşmak bir direniştir” ifadelerini kullanarak, “On yıllarca topluma dayatılan, maruz kaldığımız Türkçü, tekçi politikalara karşı hâlâ var olduğumuzu haykırmanın, bugün uygulanan “yerli ve milli” garabetine karşı farklılıklarımız ve çoğulcu kültürümüzle yaşıyor olduğumuzu ve yaşayacağımızı söylemenin yolu çok basit aslında; kısık sesle de olsa konuşmak, gizli gizli de olsa konuşmak, yerin derinliklerinden fışkırıp bir volkana dönüşmeyeceğini bile bile konuşmak” diyor.
‘Hafızayla iletişim kurmak şart’
Ermeni olmayanların da Ermenice öğrenmeye yönelik isteklerinin olduğunu belirten Değirmenciyan, “Anadolu’nun dört bir tarafında, yakılan, yıkılan, yerle bir edilen kültürel mirasından artakalan taş, elyazması, matbu eserler üzerinde, Ermeni alfabesinin tarihe direnen bu harflerini görüyoruz. Bu topraklar üzerinde tek bir Ermeni kalmasa dahi, burada yaşayan insanların Ermenice öğrenip bu hafızayla iletişim kurmaları şarttır. Ermenilerin kara kaşı kara gözü için değil, kendileri için, kendilerini tamamlamak, kendilerini anlamlandırmak için evvela! Ne mutlu ki varız ve mütevazı imkânlarımızla onların bu çabasına aracılık etmenin onurunu yaşıyoruz” ifadelerini kullanıyor.
21 Şubat Dünya Anadil Günü’ne ilişkin mesajını sorduğumuz Değirmenciyan şu ifadeleri kullanıyor:
“Geçen gün bir sohbette Anadili Günü bahsi geçti. Bir arkadaşımız bilmiyordu, ilk kez duyduğunu söyledi. Egemen kültürün içine doğmuş biri. Belli ki anadilin bir hak olduğunu farkına varmamış mutlu bir insan, çünkü eğitim, sağlık, adalet ve benzer her kamu hizmetine anadilinde ulaşabiliyor. Keşke bizim de bu anlamda dertlerimiz olmasaydı da bugünü üzerine basa basa kutlamasaydık diye geçirdim içimden. Keşke dedim, Kürtçe, Rumca, Ermenice, Lazca, Hemşince vs. resmi dil olsaydı, diye geçirdim içimden. Merkeziyetçi bir idarenin değil, yerel yönetimlerin gelişmiş olmasını ve bölgelere göre dillerin öğretilmesini, eğitimde, sağlık hizmetlerinde, mahkemelerde vs. kullanılmasını diledim. Komşu ülke dillerinin en azından sınır illerinde yaşayan insanlara öğretilmesinin gerekliliğini düşündüm sonra. İşte böyle…”
Kısa bir tarihçe
Anadil Günü’nün tarihi, 1952 yılında Pakistan’da Urdu dilinin Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu deklare etmesine tepki olarak ortaya çıkan, Bengal Dil Hareketi eylemleri ve bu eylemlerin şiddetle bastırılmasına dayanıyor. 21 Şubat 1952’de Bangladeş’in başkenti Dakka’da, Bengal Dil Hareketi üyesi çok sayıda öğrencinin Bengal alfabesiyle yazabilme ve Pakistan’ın Bengal dilini de resmi dil olarak tanıması talebiyle yaptıkları eylemler sırasında öldürüldü. O günden bu yana Bangladeş’te Dil Hareket Günü olarak anılıyor. 17 Kasım 1999’da ise UNESCO, 21 Şubat’ı Uluslararası Anadil Günü ilan etti ve 2000 yılında ilk kez dünyada kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlandı.
OHAL ile Kürt diline darbe
15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Türkiye’de günlük yayın yapan tek Kürtçe gazete olan Azadiya Welat, Evrensel gazetesinin Kürtçe yayın yapan dergisi Tiroj, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği (KURDÎ-DER) ve İstanbul Kürt Enstitüsü kapatıldı. Bağlar Belediyesi’nin açtığı Kürtçe eğitim verilen “Ferzad Kemanger İlkokulu ile Kayapınar ilçesinde 5 Ekim 2015’te Ali Erel İlkokulu, Mardin’in Nusaybin ilçesinde Eğitim Sen ve KURDİ-DER tarafından açılan Ahmet Beyhan İlkokulu-Dibistana Seretayî ya Ahmet Bayhan, mevzuata aykırı faaliyet yürüttükleri gerekçesiyle kapatıldı. Lice’de ve Silvan’da yapımı tamamlanan okullar, eğitim hayatına daha başlamadan yıktırıldı. Yine Kürt siyasi geleneğinden gelen partilerin kazandığı belediyelere atanan kayyumlar eliyle kaldırılan Kürtçe tabelaların yanı sıra Kürtçe sokak, cadde ve park isimleri silindi.
Özgürlük ve dil
1925 yılında Suriye Pasajı’nda kurulan ve kurulduğu günden bugüne Yunanca olarak yayın hayatına devam eden Apoyevmatini gazetesi sahibi Mihail Vasiliadis, özgürlük ve dilin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirterek şunları söylüyor:
“Bir toplumun egemen olabilmesi için özgür olabilmesi gerekir. Özgürlük dil ile eş değerdir. Yunan milli şair Dionysios Solomos ‘Özgürlüğe Övgü’ şiirinde, ‘Şu an aklımda özgürlükten ve dilden gayrı hiçbir şey yok’ der. Solomos, bu şiiri Yunanistan’ın yeni yeni devlet olmaya başladığı 19. yüzyılda söylüyor. Dil olmadan özgürlük olmaz. Özgürlük ve dil sıkı sıkıya bağlıdır. Bir halkın tarihini, edebiyatını, örf ve âdetini; o halkın kullandığı dildeki kelimelerin ne anlama geldiği öğrenerek bilebilirim. Hristiyan Ortodoks dininde de Tanrı, ‘Her şeyden önce dil vardı’ der.
‘Yunancanın kaybolmamasını sağlıyorum’
Bugün İstanbul’da ortalama 600 Rum aile yaşamaktadır. Apoyevmatini bu evlerin hepsine girmektedir. Vasiliadis, Apoyevmatini’yi Yunanca çıkarmaya devam etmesinin altında yatan sebebi şöyle açıklıyor:
“Apoyevmatini’yi Yunanca çıkararak, hiç olmazsa Yunancanın Türkiye’de kaybolmamasını sağlıyorum. Rahmetli Hrant Dink, ‘Bir gün bana gazeteyi neden Türkiye çıkarmıyorsun?’ diye sorduğunda, ona ‘Bu ülkede insanlar kendi lisanını konuşabilmek için mücadele ederken, ben Lozan’da elde ettiğim hakkı elimin tersiyle itemem demiştim.”
‘Bir dil neden kaybolur?’
Mihail Vasiliadis son olarak, “Bir dil neden kaybolur, biliyor musun?” sorusunu sorarak ve anadilin öneminin altını çizerek konuşmasına son veriyor: “Biz anadili ne zaman öğreniriz? Henüz doğmadan, annemizin karnındayken öğrenmeye başlarız. Annemiz eliyle karnını okşar, bize masallar ve ninniler söyler. Biz daha anne karnındayken annemizin dediğini anlamasak bile, kulağımız annemizin lisanının müziğine ve ritmine alışır. Bir dil eğer anne, baba ve aileden öğrenilmiyorsa, o dil kullanılarak alışveriş yapılmıyorsa ve roman ve şiir yazılmıyorsa; o dil kaybolmaya mahkûmdur.”
Dilin önemi
Dil, maddi ve manevi mirasımızı korumanın ve geliştirmenin en güçlü aracıdır. Anadillerin yayılmasını teşvik etmeye yönelik tüm girişimler yalnızca dilsel çeşitliliği ve çok dilli eğitimi teşvik etmek için değil, aynı zamanda tüm dünyadaki dilsel, kültürel geleneklere yönelik farkındalık ve bilinç geliştirmeyi sağlar. Anlayış, hoşgörü ve diyaloğa dayanan dayanışmaya ilham vermeye hizmet eder.
18 dil yok olmuş!
UNESCO Dünya Tehlike Altındaki Diller Atlası’na göre, Türkiye’de 18 dil yok olmuş veya yok olma tehlikesi altında olan dil olduğunu gösteriyor. Ubik, Mlahso ve Kapadokya Yunanca dilleri tamamen yok olmuş diller arasında yer alıyor. Hertevin ve Mlahso dilleri Süryani dilleri ailesinden, bir diğer Süryani dili olan Turoyo da UNESCO listesinde ciddi olarak tehlikede olarak görülüyor. Bu dilleri Ladino ve Gagavuzca dilleri takip ediyor. Bunlar da UNESCO listesinde ciddi olarak tehlikede olan diller arasında. Romanca, Batı Ermenicesi, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Abazaca, Suret de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dillerden. UNESCO; Adigece, Abhazca, Kabar-Çerkes dilleri ve Zazacayı da “kırılgan” diller kategorisinde görüyor. Dil çalışmaları ve envanterinde bir diğer önemli kaynak olan Ethnologue adlı internet sitesi ise Türkiye’de halihazırda konuşulmakta olan 39 dil olduğunu yazıyor. Listede Osetçe, Uygurca, farklı Arapça lehçeleri, Sırpça ve Arnavutça gibi kimisi Türkiye’de yerli kimisi de göçler sonucunda ülkenin dağınık bölgelerinde konuşulan diller de yer alıyor.
Tehdit sürüyor
Birleşmiş Milletler, 21 Şubat Uluslararası Anadil Günü vesilesiyle her yıl dil çeşitliliğinin anlam ve önemine dikkat çekiyor. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tahminlerine göre, bugün dünya çapında 6 bin dil konuşuluyor. Bunların 2 bin 500’ünün varlıkları ise tehdit altında. UNESCO, 1950 yılından bu yana dünya çapında 200’den fazla dilin yok olduğunu belirtiyor.