ÖHD Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, infaz hukukunun uygulamalarını gazetemize değerlendirdi:
Birçok kişi kurula çıktığında zaten ailesinin ve avukatının haberi olmadan bu kurullara çıkıyor. Bu kurullara çıktıktan sonra bu kurulların kararı kişilerin avukatına değil kendisine tebliğ ediliyor. Yani ailesine telefon hakkıyla siyasi mahpuslar ulaşabiliyor
Şirin Bayık
Türkiye’de infaz hukukuna ilişkin tartışmalar, özellikle politik mahpuslar açısından derinleşen hak ihlalleriyle birlikte gündemdeki yerini koruyor. İdare ve Gözlem Kurulları’nın keyfi uygulamaları, iyi hâl değerlendirmeleri ve koşullu salıvermenin sistematik biçimde ertelenmesi, hukuk çevrelerinin en çok eleştirdiği başlıklar arasında yer alıyor. Gazetemize konuşan Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, infaz hukukunun tarihsel arka planından bugünkü uygulamalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘Hukuk sistemi tekçileşti’
Türkiye’deki infaz hukukunu değerlendirirken hem Türkiye’nin hem genel olarak hukuk sisteminden bahseden Yeter, “Hukuk, devletli uygarlık sisteminin, egemenlerin, ezilen halklar üzerinde yani iktidar aygıtının kullandığı bir teknik olarak tarih sahnesine çıkıyor. Bu çerçevede en büyük sömürü aygıtı olarak geliştirilen ulus devlet sistemiyle de aslında bunun en üst seviyesine ulaştığını görüyoruz. Hukuk sisteminin hem tekçileştiği, merkeziyetçileştiği, yargı bağımsızlığını tanımadığı bir sistemi ulus devlet sömürü tekeliyle inşa ettiğini görüyoruz. Bu noktada Türkiye’nin de birebir bu örneği yani ulus devlet sistemine uygun ve bütün mevzuatını, ceza, adalet sistemini tüm boyutlarıyla bu rejimi uygun bir şekilde düzenlediğini söyleyebiliriz” dedi.
‘Ötekileri kapatmanın mekânı’
Hapishaneler tarihini de hatırlatan Yeter, “Özellikle Avrupa’daki ekonomik krizle aslında ötekileri kapatmanın aygıtı olarak geliştirilen kurumlaşmayla birlikte aslında okullar, kışlalar, hapishaneler, ötekileri hapsetmenin, toplumdan izole etmenin bir mekânı olarak tarih sahnesine çıkıyor. Elbette ki yine o devletli uygarlık sisteminin sömürü mekanizmaları geliştikçe bu kapatılma mekânlarının da kendisini derinleştiren ihlallerle sürdürdüğünü söyleyebiliriz” şeklinde konuştu.
Politik mahpuslar şahsında irade kırma politikası
Ardından gelinen noktada Türkiye’deki hapishanelerdeki ihlallere ilişkin Yeter, özellikle politik mahpuslar şahsında hapsedilen ötekilerin iradesini hiçleştirmek, toplumdan izole etmek, zaman ve gerçeklik algısını muğlaklaştırmak adına kurulan ve kişilerin de yine politik mahpuslar şahsında hakikatini geçmişinden koparmak, hakikatsizleştirmek adına geliştirilen uygulamalar olduğuna işaret etti. Devamında Yeter, şöyle dedi: “Bu hem Türkiye’deki ceza adalet sistemi, politik mücadele eden dernek yöneticilerinin, sivil toplum kuruluşu çalışanlarının, gençliğin, kadınların, gazetecilerin, hukukçuların zaten çok kolay cezalandırılabilirliği ‘terörle mücadele stratejisi’ adı altında çok kolay cezalandırılabildiği ve hapishanede olma gerçekliği ile çok yakından temas edebildiği bir koşulda yaşıyoruz. Tüm hak ihlallerinin artışıyla birlikte özellikle siyasal konjonktürün sertleştiği dönemlerde hapishanelerde gelişen ekstra uygulamalarla infaz hukukunun daha da sertleşmesiyle bu sistemin kendi kendisini derinleştirerek sürdürdüğünü görüyoruz.”
Pandemi dönemi: Eşitlik ilkesinin askıya alınması
Yeter, İdari ve Gözetim Kurulu meselesinin de bu sürdürülebilirlik halini sağlayan büyük bir mekanizma olarak karşımıza çıktığını dile getirerek pandemi dönemini hatırlattı:
“O dönemde adli mahpuslar için yani birçok suçtan hapishanede hükümlü olarak bulunan adli mahpuslar için bir kısmi af diyebileceğimiz bir düzenleme ortaya konuldu. Ve o dönem eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde pandemi gibi hepimizin hayatına çok yoğun ve ağır bir şekilde temas eden ve herkesin sağlık hakkı ile ilgili koşulları içeren bir düzlemde politik mahpuslar bu düzenlemelerin dışında bırakıldı. Yani olumlu bir şekilde gelişen infaz düzenlemelerinin dışında bırakıldı. Tam tersine ağırlaşan bir infaz sistemi ile karşı karşıya kaldı. Önceki sistemde bu İdare ve Gözlem Kurulları oluşturulmadan önce bu ülkenin infaz hukuk sisteminde politik de olsa, adli de olsa bir kişi cezasının yatarını bitirdikten sonra koşullu salıverilmeden faydalanarak dışarıya çıkabiliyordu. Tahliye olabiliyordu. Bu koşullar vardı ve bu direkt disiplin cezalarıyla iyi hal düzenlemeleriyle sadece engellenebiliyordu. Bu kişilerin yani politik mahpuslar için cezasının 3/4’ünü yattıktan sonra kişilerin eğer hücre cezası, disiplin cezaları yoksa tahliye olmaları durumu söz konusuydu. Ama bu İdare ve Gözlem Kurulları ile birlikte iyi hal meselesindeki kriterler inanılmaz bir şekilde genişletildi ve mahpusların, tutsakların, hapishanede katıldıkları etkinlikler bunun için bir kriter olarak konuldu.”
İdare ve Gözlem Kurulları’nın ‘iyi hal’ rejimi
Hapishanelerde oluşturulan İdare ve Gözlem Kurulları’na da iyi hal kavramı ile ilgili çok geniş yetkiler verildiğini belirten Yeter, böylelikle eşitlik ilkesine aykırı bir dışında tutulma hali ve kişilerin lehe olan infaz düzenlemelerinin uygulanma ilkesine aykırı bir durumun söz konusu olduğunu söyledi. Yeter, “İyi halle ilgili bir bütünden o kişinin hapishanedeki her şeyinin puan sistemi ile puanlandığı ve bu bir puanın altında olduğunda, az puan topladığında deyim yerindeyse ‘iyi halli olmadığı’ şeklinde değerlendirmeler yapabilmelerine sebep oldu. Bakıldığında bu kurullarda politik mahpuslara hangi sorular sorulacak, nasıl bir yaklaşım sergilenecek ile ilgili inanılmaz bir belirsizlik hali söz konusu ve bu da hapishanelerdeki bu kurullarda çalışan cezaevi yetkililerinin inanılmaz keyfi bir şekilde bu soruları kendilerine göre yorumlayarak, kendilerini hakimlerin, savcıların yerine koyarak sorular yöneltmelerine ve istemedikleri cevapları aldıklarında ya da istedikleri cevabı almadıklarında ‘bu kişi iyi halde değildir’ diye değerlendirme yapmalarına sebep oldu” diye konuştu.
‘Kurullar hâkim ve savcı gibi davranıyor’
Yeter, devamında ise, “Bunun dışında hapishanedeki kurullara sadece mahkemelerin karar verebileceği koşullu salıverilme ile ilgili karar verme hakkı ve yetkisi tanındı ve haliyle de hapishanelerdeki bu kurulları denetleyememe, bu kurulların keyfiyetini önleyememe hali ortaya çıktı. Bu kurulların verdiği keyfi kararlarda aslında bunların denetimini sağlayan İnfaz Hakimliği kararlarıyla da aslında birçoğu direkt noter gibi onaylanıp geçilen, hiçbir şekilde meselenin özüne dokunmayan kararlarla bu keyfiyet direkt mahkeme kararları haline gelmeye başladı” dedi.
‘Mevzuat var, uygulama yok’
İlgili mevzuatı hatırlatan Yeter, “Bu kurullarla ilgili savcının başkanlığında toplanması gerektiği, İl Sağlık Müdürlüğü’nden, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan kişilerin bu kurullarda bulunması gerektiğine dair çok kapsamlı düzenlemeler var. Ama bunların bile hiçbirinin gerçekleştirilmediğini hapishane içinde yani biz bize bir şekilde direkt politik mahpuslarla ilgili ‘şundan puan kırdık, bundan puan vermedik’ gibi bir yaklaşım söz konusu” şeklinde eleştirilerini dile getirdi.
Bununla birlikte söz konusu kurulların sadece iyi hâlle ilgili bir değerlendirme yapma yetkisinin olduğunu belirten Yeter, “Dört kere beş kere koşullu salıverme hakkınızı 6 aylık sürelerle böyle art arda sistematik bir şekilde ertelediklerini görebiliyoruz” ifadelerini de ekledi.
‘Tahliyeler sistematik biçimde erteleniyor’
Bu duruma ilişkin çok sayıda ihlal başvurusu ile karşı karşıya kaldıklarını belirten Yeter, çarpıcı bir duruma da işaret etti:
“Bu gözetim kurullarının kararına karşı hukukçular tarafından İnfaz Hakimliği’ne itirazlar gerçekleştiriliyor. Ancak İnfaz Hakimliği’nden de sonuç alınamadığında Ağır Ceza Mahkemeleri’ne yine itiraz mekanizması gerçekleştiriliyor. Birçok kişi kurula çıktığında zaten ailesinin ve avukatının haberi olmadan bu kurullara çıkıyor. Bu kurullara çıktıktan sonra bu kurulların kararı kişilerin avukatına değil kendisine tebliğ ediliyor. Yani ailesine telefon hakkıyla siyasi mahpuslar ulaşabiliyor. Diyelim ki ailesine ulaştı. Avukatı hapishane ile diyalog kurdu, kurdu. Kuramazsa, o karara avukatın itiraz etme durumu da gelişmeyebiliyor. Yani burada bir bütünden yani dosyaya ulaşabilmek de mümkün değil. Ancak İnfaz Hakimliği’ne itiraz edip cezaevi ilgili evrakları infaz hakimliğine dosyaya gönderdikten sonra kurul kararına da bu kararın neye göre verildiğine de hangi soruların sorulduğuna da o aşamada temas edebilme hakkınız var hukukçular olarak. Yani burada bir bütünen aslında savunma hakkı da ihlal edilmiş oluyor.”
AYM’den sistematik ret
Devamında ise Yeter, “Ne İnfaz Hakimliği ne Ağır Ceza Mahkemeleri ne de Anayasa Mahkemesi dosyada hakikaten esasa dair bu soruları, bu keyfi durumu yeterince ele almadığı, değerlendirmediği için de bir bütün aslında adil yargılanma hakkını da ihlal eden bir süreç” dedi.
Anayasa Mahkemesi’ne taşınan dosyaların da özellikle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bağlamında hep Anayasa Mahkemesi’nden de ret kararları ile karşılaştığını belirten Yeter, “Anayasa Mahkemesi de bu konuda net. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının sadece tutuklukla ilgili, hani haksız tutuklukla ilgili bir süreç olduğunu ifade ediyor. Yani İdare ve Gözlem Kurulları’nda koşullu salıverilmesi hukuken yani keyfi olarak ertelenmiş ve haksızlığa uğramış bir politik mahpusun hak arama amacıyla yürüttüğü işlemler hiçbir şekilde hukuki bir sisteminde bitmiyor” şeklinde konuştu.
Somut ihlal örnekleri
Yeter, ihlallere ilişkin ise kimi örnekleri sıraladı;
- Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde Aralık 2025’te sorulara cevap vermek istememesi, yöneltilen suçlamayla ilgili savunmacı tavrı, pişmanlık aktarımında bulunmaması sebep sayıldı.
- Kocaeli 1 No’lu F Tipi’nde geçtiğimiz yıl verilen bir kararda özellikle tecrit için mahpusların toplu olarak dilekçe vermiş olmaları yine iyi halli olmamaya bir gerekçe olarak gösterilmiş.
- Yine Kocaeli 1 No’lu F Tipi’nde açlık grevine katılmak için dilekçe vermeleri, kişilerin pişman olmadığına dair ve iyi hal olmadığına dair bir delil olarak kabul edilmiş.
- Yine Kocaeli 2 nolu F Tipi’nde mülakat esnasında cezaevi yaşantısı ile ilgili, eylemleri ile ilgili ve tahliye sonrasındaki yaşamıyla ilgili net cevaplar vermemesi yine iyi halli olmadığına dair gerekçe olarak yazılmış.
- Özellikle Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde 2021 yılından beri hapis cezasının yatarını bitirmiş hiçbir kadın koşullu salıverilmedi.
- Güncel verilere göre 326 tutsak koşullu salıverilmeden yararlanamıyor.
‘Bu kurullar siyasal düşünceyi yargılıyor’
“Sonuç olarak bu İdare ve Gözlem Kurulları, kişilerin çıktıktan sonraki toplumsal yaşamıyla ilgili söz kuracak bir mekanizma değildir” diyen Yeter, “Bunu oradaki kendi bakış açılarına göre sordukları ki bu kişilerin çoğu mesela 30 yıl hapishanede kalmış kişilere bile bugün ‘siz pişman mısınız’ diye soruluyor. Bu mahpuslar biz biliyoruz ki ‘ben bir suç işlediğimi düşünmüyorum. Zaten 30 yıldır hapishanedeyim. Bundan sonrasında da dışarı çıkıp demokratik siyaset hakkımı kullanmak istiyorum. Bu konuda da bir suç işlediğimi düşünmediğim için pişmanlık da hissetmiyorum. Yani toplumla buluşmak istiyorum’ şeklinde değerlendirmelerde bulunuyorlar. Yine bu kurullarda ‘sen çıkınca siyaset yapacaksın, PKK örgütü hakkında ne düşünüyorsun? Öcalan’la ilgili ne düşünüyorsun? Ya da çıkınca işte HDP’de mi siyaset yapacaksın’ gibi kışkırtan, tahrik eden sorularla ve aslında demokratik siyaset hakkı yapma isteğini yargılayan, yine kişinin kendi düşüncelerini açıklamak zorunda hissettiren, yani düşüncelerini açıklamak zorunda değil hiç kimse, bu ülkenin temel mevzuatında yazan maddeler bunlar ama ille de düşüncesini açıklamaya zorlayan bir yaklaşımla hareket ediyorlar” dedi.
‘Bu ihlaller barış sürecinin önündeki en büyük engeller’
Son olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile Türkiye’de başlatılan sürece ilişkin hapishanelerdeki ihlallerin giderilmesinin kritik öneme sahip olduğunu belirten Yeter, “Bütün halkların kimliğiyle, rengiyle, diliyle, inancıyla, ekolojiyle ve kadın özgürlükçü bir şekilde bir arada yaşama koşullarının oluşabilmesi için öncelikle elbette ki bir Toplumsal Sözleşme’nin inşa edilmesi gerekiyor. Bu konuda hapishanelerle ilgili adımlarını atılması, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması, uluslararası sözleşmelerdeki azınlık haklarını tanımayan ya da yerel yönetimlerin yetkilerini tesis etmeyen yaklaşımların uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılarak tesis edilmesi gerekiyor. Bu konuda yani hapishaneler boyutu sadece bu meselenin bir boyutudur ama çok önemli bir boyutudur. Çünkü gerçekten bütün topluma hani en net, vurucu, tüm gerçekliğiyle göz önünde olan bir meseledir ve aslında hiçbir demokratik müzakeredeki pazarlık konusu bile yapılmaması gereken meselelerdir” dedi.
Ağır hasta mahpusların tahliye haklarının sağlanması ya da Gözetim Kurulları’nın kaldırılarak hakikaten eşitler eşitliğin tesis edildiği bir infaz rejiminin uygulanmasının gerektiğini belirten Yeter, “Bu adımların atılmıyor olmasını bu sürecin önündeki engeller olarak değerlendirebiliriz” şeklinde konuştu.
‘Barışın yolu hukuktan geçiyor’
Yeter, sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için, “Demokratik bir hukuk reformu ön açıcı olacaktır ve Barış ve Demokratik Toplum Süreci de bu şekilde iyi niyet adımlarıyla olumlu adımlarla eşitler arası demokratik müzakereyi bütün bu olması gereken adımları derinleştirerek sürdürerek gerçekten hukuki bir rejim inşa ederek gerçekleşebilir” dedi.









