MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan, Kürt ulusal hareketi önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla süren, PKK’nin kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etmesiyle devam eden ve nihayetinde bir grup gerillanın silahlarını yakmasıyla şimdilik sonuçlanan tarihsel gelişmelere tanık olduk. Kürt ulusal mücadelesi merkezli bu gelişmelerin, önemli olduğunu ifade etmek gerekir.
Bu noktada altını çizmeliyiz ki, TC devleti ile Kürt ulusal hareketinin, adı konulmayan ve pazarlık yapılmadığı her fırsatta açıklanan “sürec”e dair; adlandırmadan tutalım da, hedeflerine kadar tarafların faklı amaçları ve beklentileri olduğunu ifade etmek gerekir. TC devleti “sürec”i, “Terörsüz Türkiye” olarak propaganda ederken, Kürt ulusal hareketi ise “demokratik toplum çağrısı/mücadelesi” olarak tanımlamaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, geçen zaman dilimi içinde Kürt ulusal hareketi, son derece önemli adımlar attı. Eğer bir “süreç”ten bahsedilecekse, Kürt ulusal hareketi kendi üzerine düşen adımları atmış görünmektedir. A.Öcalan’ın çağrısıyla amaçlananın uygulanabilir olup olmaması bir yana, Kürt ulusal hareketinin A.Öcalan’ın taleplerini eksiksiz yerine getirdiği açıktır. Ulusal hareketin hem kendini feshetmesi hem de silahları yakarak silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etmesi gibi gelişmeler, stratejik önemde adımlardır.
Ancak aynı stratejik adımların TC devleti tarafından atıldığını söylemek zordur. Son olarak TC devleti tarafından mesele, “mecliste komisyona havale edilmiş” durumdadır. Komisyondan amaçlananın ise “demokratikleşme” adımları atılması değil, “Terörsüz Türkiye” hedefinin gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Kabul etmek gerekir ki; AKP, meseleye “demokratik çözüm” olarak değil, kendi iktidarını devam ettirme pragmatizmiyle yaklaşmaktadır. Özellikle son birkaç yıldır iktidarın içinde bulunduğu durum, ekonomik kriz ve kitle desteğinin azalması gibi nedenler, iktidar açısından Kürt ulusal sorununu kendi bekası açısından “araçsallaştırma”sını doğurmuş görünmektedir. Bu duruma bir de Türk hâkim sınıflarının iki kliğinin iktidar mücadelesinin, 19 Mart’la birlikte bir başka aşamaya evrilmesi gibi gelişmeler eklendiğinde iktidar tarafından atılacağı umulan “demokratik adımların” içeriğine dair ciddi soru işaretleri ortaya çıkarmaktadır.
Kürt ulusal sorunu gibi Türkiye toplumu ve tarihi açısından son derece önemli bir çelişkinin ele alınışındaki bu faydacı yaklaşım, iktidarın nasıl bir “çözüm” istediğine dair bir fikir vermektedir. Meselenin gerçekten çözümü değil, kendi iktidarını tahkim etmeyi amaçlamaktadır. Kaldı ki iktidar açısından hiçbir yasal düzenleme gerektirmeyen kimi adımların dahi atılmamış olması da dikkat çekicidir.
Başta ağır hasta tutsaklar olmak üzere, rehin tutulan siyasetçiler dahi serbest bırakılmamıştır. Her şey bir yana A.Öcalan rehin tutulmaya devam edilmekte, çözüm için serbest bir çalışma ortamı dahi yaratılmamaktadır.
Dahası “iç cephenin tahkimi” adı altında “bin yıllık Türk-Kürt kardeşliği”nin yeniden kurulması olarak propaganda edilen “sürec”e dair, TC devletinin Suriye’de izlediği politika, önemli soru işaretleri barındırmaktadır. TC devleti, IŞİD artığı HTŞ çetelerini Şam’da iktidara taşıdıktan sonra selefi cihatçılara siyasi-askeri-diplomatik destekle ayakta tutmak istemekte ancak “bin yıllık kardeş” dediği Kürtlerin Suriye’de herhangi bir kazanım elde etmesinin önünde durmaktadır. TC sözcüleri, her fırsatta Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tehdit etmekte, koşulsuz olarak silah bırakma çağrısı yapmakta ve dahası Rojava’ya askeri müdahale tehditlerinde bulunmaktadırlar.
TC devleti, HTŞ çetelerinin Alevilere ve ardından Dürzilere yönelik katliam saldırılarında aktif destek vermesinin yanında, Özerk Yönetim’in statüsünü ortadan kaldırmak için diplomatik faaliyetlerini sürdürmekte ve askeri saldırı hazırlığı yapmaktadır. HTŞ çetelerinin Dürzilere yönelik saldırısında olduğu gibi Arap aşiretlerini kullanarak, Özerk Yönetim’e saldırması için psikolojik harp yürütmektedir.
Bu politikanın amacı, bir yanıyla Kürtlerin kazandığı mevzilerin tasfiye edilmesi ve statüsüz bırakılmasıyken, diğer yanıyla “Rovaja modeli”nin halkçı yanlarının tasfiyesinin amaçlanmasıdır. TC faşizmi sözcülerinin her fırsatta Rojava’ya yönelik tehdit açıklamaları yapması ise Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda hedefledikleri “Türk ve Kürt kardeşliği’nden ne anladıklarını göstermektedir.
Türkiye’de “kardeşlik”ten bahsedenler, Suriye’de düşmanlık pratiği içindedirler. Yaşananlar, TC devleti açısından “Kürt anasını görmesin” politikasının halen yürürlükte olduğunu göstermektedir. Ne var ki ne koşullar aynıdır ne de Kürt eski Kürt’tür.