İki yazı üst üste ulusalcıların üçüncü dünya savaşında takındıkları tutum hakkında düşüncelerimi dile getirdim. Dün bu konuda medyaya çok önemli bir “rapor” haberi düştü. Peşinen söyleyeyim ki, yazılarımın birinde dile getirdiğim CHP içinde “Batı” ve “Doğu” yanlıları arasındaki ayrışma bu “rapor”la birlikte kesinlikle şiddetlenecektir.
Rapor CHP’li vekil Utku Çakırözer tarafından NATO Parlamenter Asamblesi’ne yazıldı. Konusu “İran’ın Bölgesel Güvenliğe ve Avrupa-Atlantik Güvenliğine Yönelik Tehdidi”.
28 Sayfalık rapor CHP’nin dışpolitik hattını, şu ana kadar eşine rastlanmayan bir açıklıkla dile getiriyor. Ayrıntılara girmem mümkün değil. Özeti, bu rapora göre CHP, dünya savaşında iki kutuptan NATO-AB ekseninden yana kesin bir tutum almış bulunuyor. Şu alıntı yaptığım saptamayı yeterince doğrulamaktadır:
“Bölgedeki en geniş programlardan biri olan geniş füze programı ve nükleer kapasite arayışındaki ısrarı, hem bölgesel hem küresel düzeyde ciddi risk teşkil etmektedir. İran’ın Ukrayna’ya yönelik Rus saldırısına maddi desteği, Çin ve Kuzey Kore ile derinleşen bağları ise bölgesel ve uluslararası güvenlik ortamını daha da karmaşıklaştırmakta ve Avrupa-Atlantik çıkarlarına meydan okumaktadır”.
Bu rapora ilk tepki, raporun yayınlandığı Cumhuriyet Gazetesi’nin köşe yazarı Mehmet Ali Güller’den geldi. Şöyle yazdı:
“iktidar da muhalefet de NATO’culuk ve Atlantikçilik zemininde, ABD’nin bu yeni düzeninde İran karşıtı cephede rol almaya hevesli.
Raportörlüğünü CHP’li Utku Çakırözer’in yaptığı NATO Akdeniz ve Ortadoğu Özel Grubu’nun hazırladığı 28 sayfalık “İran’ın Bölgesel ve Avrupa Atlantik Güvenliğine Tehdidi” başlıklı rapor, o hevesin göstergelerinden biridir”.
Kendisini “Kürt kökenli Türk” olarak tarif eden Güller raporu eleştirirken Rojava halklarının iradesini yok sayarak Suriye’de olan bitenleri İran’a karşı İsrail-ABD’nin planlarıyla çarpıtarak bağlıyor.
Tahmin edileceği gibi, bu yaklaşım Türk solunun Apocu hareketten uzak duran kesimlerinin de desteğini alacaktır. Sonuçta bu kesimler dünya savaşının içinde hiçbir etkiye sahip olmamalarına karşı, bu bağlamda mevcut çözüm sürecinde CHP’yi olumsuz bir konuma sürüklemekte sanılandan da fazla olumsuz yönde etkileyeceklerdir.
Oysa çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’ın çizgisi, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu dünya savaşının cehenneminden çıkaracak olan biricik çizgidir. Tekraren yazıyorum: Türkiye’nin sınırları içinde ve dışında, büyük çoğunluğu Öcalan’ın “üçüncü yol” çizgisi etrafında birleşen 60 milyonluk Kürt halkıyla, 60-70 milyonluk Türk halkı arasında sağlanacak barış ve giderek demokratikleşme süreci içinde iki halk arasında gerçekleşecek demokratik entegrasyon Türkiye’yi dünya savaşında iki düşman kamptan birine muhtaç olmaktan çıkaracaktır. Bu tarihi kardeşleşme gerçekleştiğinde şu anda birbirlerinin ekonomik pazarlarına göz diken hegemonyacı küresel güçler, Türk ve Kürt halkları arasındaki çatışmalı durumdan yararlanamayacak, Türk devletini yanlarına çekme oyunlarını oynayamayacaktır.
CHP’li Çakırözer’in raporu da, bu rapora karşı CHP içindeki muhalif ulusalcıların alternatif olarak Rusya-Çin-İran yanlısı çizgisi de Türkiye ve Ortadoğu halklarının çıkarlarıyla keskin bir çelişki içindedir. Gerçekçi açıdan bakıldığında, rapor, Güller’in de dediği gibi iktidarın da hızla yanaştığı NATO yanlısı, bana göre devletin tutumunu yansıtıyor ve bu tutumun alternatifi Rus-Çin blokuyla birleşelim görüşü olamaz. Çünkü Ortadoğu’da denge artık ABD, İsrail ve NATO’dan yana değişmiştir, hiçbir güç Türk devletini bu eksenden çıkartıp Rus-Çin eksenine monte edemez.
O zaman ister başka çare kalmadığı için Batı yanlısı olsun, isterse buna karşı Doğu yanlısı çizgiyi savunsun, eğer ulusalcılar gerçekten uluslarının ulusal çıkarlarını savunuyorlarsa, CHP içinde yapacakları muhalefet, bu iki çizgiye karşı “üçüncü yolu” savunmaktır.
Üstelik sol ulusalcıların 1960’lı tarihinde Bandung Konferansında temelleri atılan, bloksuz ülkelerin “üçüncü dünyası” nostaljik bir değere de sahiptir. O dönemde sosyalist dünyayla emperyalist dünya arasında “üçüncü yol” anti-komünist kokular saçmış olsa da, günümüzde “üçüncü yol” iki hegemonyacı kamp arasında, gerçek anti-emperyalizmi temsil ediyor.
Ve şu da bilinmelidir: Eğer Türkiye ve Kürdistan 120 milyonluk birleşik bir güç haline geldiği zaman, topraklarındaki Dicle-Fırat gibi su yollarına ve stratejik enerji hatlarına, daha önemlisi dünyanın en savaşkan, en örgütlü ve bilinçli öncü Kürt halkına sahip muazzam bir güç olacak ve işte o zaman AB ülkeleriyle de, Rusya’yla da, Çin Halk Cumhuriyeti ile de, Amerika’yla da eşit haklı partner olarak barışçı ilişkiler kuracak, halkların refahı yolunda dev adımlarla büyüyecektir.
Eğer ulusalcılık kör bir Kürt düşmanlığı ya da iki kamptan birinin “beşinci kolu” olmak değilse, onlarla Kürt halkı ve ona dost sosyalistler arasında gerçek “Türkiye ittifakı” “üçüncü yol” temelinde kurulacaktır.