Savaş sözcüğünün geçtiği her yerde insanın tüyleri diken diken oluyor. Çünkü savaş; doğayı ve içinde yaşayan tüm canlıları yok eder. Savaş; zulüm ve baskıdır, üretim araçlarının tahribatıdır, kültürlerin ve medeniyetlerin yok olmasıdır. Buna rağmen neden savaşlardan vazgeçilmiyor? Savaşı yaratan nedenler nedir? Savaşlardan en çok kimler zarar görür? Savaşları çıkaranlar, “başkalarının” hak ve hukukunu gaspetmek isteyen kişi, zümre, sınıflardır. Savaşların tarihi ile hak ve hukukları gaspedilmiş olanların baş kaldırma tarihlerinin eş zamana rastlaması tesadüf değildir.
Egemen güçlerin “savaş insanın egosunda vardır” demagojisi gerçekçi değildir. “Nüfus Teorisi” mucidi burjuva iktisatçısı Malthus’un, “hiçbir insan çatalı ve kaşığıyla dünyaya gelmez. Dünyaya gelenlerin sofrada kaşık ve çatalları yoksa gitmelidirler” demesi savaşların nedenini anlatmaya yetmiştir.
Her savaşın bir tarafında gasp ve menfaat peşinde koşanlar, diğer tarafında ise hakları ellerinden alınmış mazlumlar vardır. Kimi zaman da “hak gaspı” peşindeki emperyalistlerin çıkarlarının “çatışması” nedeniyle birbiriyle savaştıkları mahallî ve global boyutlu savaşlara da tanık olmaktayız. Bunlar paylaşım savaşlarıdır. Bu tür savaşların en klasik örneği birinci paylaşım savaşıdır. Birinci Dünya Savaşı, emperyalistler arasında bir çıkar savaşı olduğu için savaşın iki tarafında da haksız olanlar yer almıştır. O nedenle dönemin devrimcileri bir Üçüncü Yol (Bolşevizm yolunu) izlediler, hiçbir emperyalist güçten yana olmadılar. Bu Üçüncü Yol’un şiarı; “silahını kendi burjuvazine çevir” olmuştur. Bu şiar gereği devrimciler ne Çarlık Rusya’sından ne de yeni palazlanmaya başlayan “Rus burjuvası” temsilcisi olan Aleksandr Kerensky hükümetinden yana oldular. O günkü koşullarda kendine has bir özellik taşısa da bugünde benzer bir süreç yaşanıyor. Bugün bir yandan Rusya- Çin’in başını çektiği bir kamp, diğer yanda ABD-AB’nin öncülük ettiği başka bir kamp…
Başta Ortadoğu olmak üzere günümüzde bir “dünya savaşı” yaşanıyor. Bölge devletlerinin bir kısmı da “alt emperyal” heveslere kapılmış ve “pastadan pay almaya” çalışıyorlar. İlginç olanı bölge devletlerinin tümü istisnasız Kürt halkına karşıt bir politika izlemekteler ve stratejilerini de buna göre oluşturmaya çalışmaktalar. “Üçüncü Dünya Savaşı” içinde aldıkları yer de bu tutumlarını belirliyorlar. Kürt sorununda ortak bir “ulusal” duruş sergilerken başka kimi konularda farklı kamplara ayrılıyorlar ve kendilerine özgü mücadele yolları izliyorlar.
Reisin başını çektiği “Cumhur İttifakı”; “İslamiyet”ten alınmış, süslenmiş-püslenmiş, şovenizmle içi doldurulmuş yeni Türk-İslam sentezi yolu yaratmıştır. Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan Ortadoğu’daki “Üçüncü Dünya Savaşı’yla” birlikte bu politikalarını biçimlendirmeye “Siyasi İslamı” da kullanan bu yol daha şimdiden yenilgiye uğramıştır. “İkinci yol” Kemalizm’in “ulus devlet” temelinde yükselen anlayışı ve onun tüm türevleri üzerinden oluşan yoldur. Her türlü “batılı düşünceyi” bünyesinde taşısa da, en başta söyleyelim bu yol iflah olmaz ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Bunların demagojik sloganları olan “yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışı bile tuzla buz olmuştur.
CHP’nin kendi içinde sayısız parçacıklara ayrılmış olması, farklı kimlikleri ve inançları kabul etmemeleri ve tekçi bir politika izlemeleri, onları “Millet İttifakı” adı altında anti demokratik ve şoven güçlerle bir araya gelerek başka bir kamp yaratmaya itmiştir. Deyim yerindeyse AKP iktidarının “savaş bütçelerine” onay vermeleri onların maskesini düşürmüştür. “Üçüncü Yol” halkın demokratik ittifakına dayanan, her türlü eşitliği savunan, sömürünün her çeşidine karşı çıkan, kimselerin mandası olmak istemeyen, yayılmacı amaçlara karşı duran bir yol olduğu için doğası gereği barışçıdır ve istila savaşlarına karşıdır. Haklarını korumak içinde öz gücüne dayanan barışçı bir yoldur. Bu nedenle Üçüncü Yol “Üçüncü Dünya Savaşı’nın” karşısında duran temel güçtür.
“Üçüncü Yol’u sadece politik bir manevra, bir taktik oyalanma, hatta lafazanlık ve eklektik bir düşünce” olarak görenler az değil. “Bu yolla hedeflenen ve varılmak istenilen bir ekonomik nizam yoktur. Sadece dayatılmış politik yorumlardan ibarettir…” denilmekte.
Üçüncü Yol’la varılmak istenen hedefe bir tanım vermek gerekirse: “Konfederal Ortadoğu Ortak Evi”nde kadın özgürlüğü, ekolojik, komünal yapıya dayanan yeni “sosyalist ekonomik sistem” olarak tanımlamak mümkündür. Üçüncü Yol da bu sistemin oluşumunu sağlayan devrimci bir geçiş basamağıdır. O nedenle “Üçüncü Dünya Savaşı’na” karşıdır. Sömürüsüz bir dünya düşleyen halkın özgücüne dayanır.