Sayın Abdullah Öcalan’ın İmralı Heyeti’yle paylaştığı yedi maddelik manifestonun son maddesinde “ülkeyi hak ettiği düzeye taşımak” istediklerini, bütün çabalarının bu yönde olduğunu, bu çabalarının ve adımlarının ülkeyi demokratikleşmede ayrıca bir kılavuz görevi göreceğini belirtmişti. Ülkenin hak ettiği yere taşımaya değinmeden önce kısaca kılavuz kelimesinin manifestodaki anlamına değinmek istiyorum. Sözlük anlamı yol gösteren anlamına gelen kelimenin manifestodaki yeri sözlük anlamı ile aynı anlamda kullanılmış. Bu konu çok daha geniş bir yazıyı gerektirse de özetle şu tespit yapılabilir; Yaşadığımız çağda en önemli sorun sistemsel sorunlardır. Devlet birey, birey iktidar ilişkisi “tanrı” kul ilişkisine dönmüş durumda. Demokrasiyi kendi oluşturduğu pozitif bilim olan hukuk ile korumaya çalışan sistem başta Avrupa üyeleri ülkeler olmak üzere dünyanın birçok yerinde sancılar çekiyor. Kimi çevrelerce kulak arkası edilen bu sorun aslında yaşanan tüm haksızlıkların ve ahlaksızlıkların temel taşı oluyor. Devlet ile birey arasında imzalan sözde toplumsal sözleşme, bireyi toplumdan kopararak yalnız başına yaptığı tüm eylemlerden sadece bireyi sorumlu tuttuğu için bireyin ahlaki yapısı tamamen hukuk çerçevesi ile sınırlandırılmıştır. Gelinen aşamada liberal birey tüm değer yargılarından koparak egemen sistemin medyası tarafından işler hale getirilmiştir. Bu durum mevcut sistem sahibi ülkeleri yeniden düşünmeye sevk ettiği gibi yeni bir sistem arayışına da itmiştir. Keza toplumdan kopan iktidar ve devlet kendini getirdiği bu durumdan kendisi bile ürker duruma gelmiştir. Kitle imha silahlarından tutun çevresel katliamlara kadar sayıca çok fazla olan toplumsal sorunlar son iki yüz yıl sistemin yarattığı sorunlar oluyor. Dolayısıyla bu mevcut krizden kurtulmaya karar vermek dışında nasıl bir sistem oluşturulacağına karar verebilmek de en az devam eden sorun kadar ağır bir sorundur. İşte tam da bu noktada sayın Öcalan’ın “ülkenin demokratikleşmesinde kılavuz rolü” oynayacak dediği hamle, sistem arayışında olan Türkiye için de kılavuz görevi görecektir. Demokratik özerklik veya onun örgütleme modeli, aslında hem siyasi bir sistem hem de toplumsal örgütlenmede yeni yöntemler getirmektedir. Bu bağlamda Kürt sorununun çözümü aslında bir bütün Ortadoğu’ya rol model olması nedeniyle çok önemli bir hamle ve önemli bir siyasi ağırlık oluşturuyor.
Yazının asıl konusu olan başlığa geri dönersek; öncelikle bu ülkenin hak ettiği yeri irdelemek gerekiyor. Cumhuriyetin ilanından bugüne aslında çokta demokratik ve elle tutulur bir yanı olmadığı ortada. Ancak gelecek dönemler için yeni toplumsal sorunlar çıkmaması, her kesimin kendi öz kimliği ile özgürce yaşadığı, iş ve emek dünyasının eşit paylaşımlar ile yaşadığı, kadın sorununu olmadığı, ekolojik kıyımların halka rağmen yapılmadığı çok yönlü demokratik bir ülkeyi, bu ülkenin de hak ettiği düzey olarak ele alabiliriz. Bu noktada aslında kazançlı çıkacak olan kesim Türkiye’de yaşayan tüm halklar olacaktır. Ama özellikle bir kesim var ki devletin kutsallığı çatısı altında kendini tatmin etmeye çalışan o kesim, devletin gerçekten demokratikleşmesi ile yepyeni bir yaşamla tanışacaktır diyebiliriz. Devletin hem topluma karşı hem de bireye karşı eşit, adil ve demokratik yaklaşımı tabiri caizse bu kesim tarafından tadına varmadıkları rüya gibi bir yaşam oluyor. Rüya gibi yaşam kelimesi belki abartılı olarak görülebilir ama, unutmayalım ki toplumun da, bireyin de psikolojik olarak rahat edebilmesinin ve kendini güvende hissetmesinin ilk şartı bulunduğu toplumun adaletli olması ile bağlantılıdır. Devletin kutsallığını kendisine var oluş sebebi sayan söz konusu kesim, devletin tüm kesimlere adil yaklaşmasını bir mecburiyet olarak görmesi ile başlayacak olan zihinlerde demokratikleşme süreci, ülkeyi “hak ettiği düzeye” taşıyacaktır.
Bu ülke kurulurken, dönemine göre bazı ufak demokratik adımlar atmış olsa da aslında küçük bir kesimin rahat yaşadığı bir ülke konumunun ötesine geçememiştir. Kuruluş aşamasında benimsenen, cumhuriyet, seçim, meclis, kadının seçme ve seçilme hakkı gibi bazı adımlar demokratikleşme olarak görülse de bir ülkenin demokratikleşme düzeyi bambaşka bir kulvar oluyor. Özellikle de hukuk karşısında eşit temsiliyet, halkın kendisini özgürce katabildiği demokratik siyasal sistemler yeni çağın olmazsa olmazlarındandır. Türkiye’de demokratikleşme sorunu deyince “kimse size karışıyor mu, isteyen her istediğini yapıyor” diyen, demokrasiden ve kaliteli yaşamdan bihaber kesimin kavradığından çok daha öte bir var olma ve yaşamda üretilebilme sorunudur. İnsanların birden ortadan kaybolmadığı, faili meçhullerin olmadığı, kayırmacılığın, rüşvetin, iftiranın, sömürünün, yalanın, talanın bu kadar resmi yapılmadığı, gelir adaletsizliğinin olmadığı bambaşka bir yaşamdır söz konusu olan. Bazı kesimlere rağmen onlara yapılan iyiliktir aslında.
Bu noktada sayın Öcalan’ın işaret ettiği “ülkenin hak ettiği düzey” aslında tüm kesimler tarafından, özellikle de Meclis’te grubu bulunan tüm kesimler tarafından iyi anlaşılır ise demokratikleşme sürecine daha anlamlı bir giriş olabileceği kanısındayım…