Artık kurucu gücün uzamı ulus devletler değil küresel bir enternasyonalizmdir. Yeni bir çağa geçiyoruz: devletleşmekten toplumlaşmaya geçiş çağı. İnsanlığı toplumlaştıran ve barışı getiren bu çağ etik-politik demokratik toplum ve demokratik ulus çağı olacaktır
Cengiz Baysoy
Tarihsel bağlamda bir egemenlik krizi içinden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz Üçüncü Dünya Savaşı bu egemenlik krizinin ürünü ve yeni bir egemenliğin kuruluşunu ifade etmektedir.
Bu egemenlik krizi modernizmin bir uygarlık krizidir ve modernizm ortaçağına girmiştir. Bu bağlamda modernizmin ürettiği cumhuriyet, vatandaş, halk, ulus devlet ve emperyalizm başta olmak üzere bütün modernist kavramlar, kurumlar ve düşünceler kriz içindedir. Devasa bir problem ile karşı karşıyayız. Yaşamı anlamdırma gücü çökmüş görünüyor.
Emperyalizm çağı, ulus devlete dayalı modernizmin bir ürünüdür. Modernizmin egemenlik ilkesi ulus devlettir. Sınıf, sermaye ve devlet ilişkilerinin ve uluslararası ilişkilerin ve egemenlik sınırlarının ulus devletler tarafından belirlendiği bir egemenlik biçimidir.
Bugün politik sınırları ve sınıf, sermaye ve devlet ilişkilerini belirleyen egemenlik uzamı ve ilkesi ulus devletin egemenliğinden çıkmıştır. Egemenlik ilkesi ulus devlet ve emperyalizm yerini şirket devletlere ve emperyal güçlere bırakmaktadır. Üçüncü Dünya Savaşı ve emperyal çağ şirket devletler üzerinden yeni bir egemenlik kurmaktadır.
Bugününün devrimci ihtiyacı modernizm eleştirisine dayalı alter-modernist bir teori ve pratik üretmektir. Kürt Özgürlük Hareketi bu devrimci ihtiyacın politik sorumluluğunu üstlenmiş görünmektedir.
Ulus devlet
Marx’tan bize miras kalan bir modernizm ve “Ulus Devlet” eleştirisi yoktur. Ulus devlet, emperyalizm teorisiyle birlikte Marksizmin gündemine girmiştir. Genel olarak, burjuva özlü sorunları üslenme içinde kalan modernist, ilerlemeci ve kalkınmacı, kamucu sol, modernizm ve “ulus devlet”i emperyalizme karşı olumlamış ve bu olumlamanın içinden çıkamamıştır. Bu bağlamda modernist sol modernizm ile birlikte kriz içindedir.
Oysa bugün geldiğimiz noktada modernizmin ve ulus devletin devrimci eleştirisini yapmak ve post-modernizme karşı alter-modernist kavram seti oluşturmak devrimci bir ihtiyaçtır.
Modernizm ve ulus devlet eleştirisi içinden geçmeyen bir düşünme, günümüz modernizmin ortaçağı post-modernizmi ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın küresel güç ilişkilerini okumada yetersiz kalacaktır.
Kapitalizmin bir egemenlik biçimi olan ulus devlet, yalnızca feodalizme ve emperyalizme karşı ilerici görme dönemi, anti-feodal, anti-emperyalist ve burjuva özlü devrimler çağı kapanmıştır. Burjuva özlü devrimler çağı yerini anti-kapitalist devrimler çağına bırakmıştır.
Ulus devlet, kapitalizmin ilksel birikim döneminin politik işlevinin üstlenilmesidir. İlksel birikim emeğin ulusal egemenlik sınırları içinde çitlenmesi, emeğin ücretli emek altında sınıflaştırılmasının ve emeğin küresel gücünün uluslaştırmasının açık politik zorudur. Devletin uluslaştırılması, emeğin halklaştırılması toplumsal ilişkilerin “tek ulus” ve tek “halk” altında tekleştirilmesi emeği burjuvazinin siyasal mülkü haline getirilmesidir. Ulus devletin toplumsal sermaye birikiminin koşulu olmak ve emeğin verimliliğine bağlı toplumsal sermaye birikimini oluşturmak ve sermayenin yoğunlaşmasını tekelleştirmektir. Sermayenin bio-politikleştirilmesi, yaşamın, bütün toplumsal ilişkilerin sermayeleştirilme ve metalaştırılmasıdır. Kamu alanını sermayeleştirerek ulus devletten şirket devletlere dönüştürmesini sağlamaktır.
Kapitalist bir egemenlik biçimi olarak ulus devlet bu tarihsel görevi yerine getirmiş; emeğin ücretli emek altında sınıflaştırılması, toplumsal sermaye birikiminin yoğunlaşması, tekelleşmesi ve sermayenin devletleştirilmesi süreci tamamlanmıştır.
Modernizmin egemenlik ilkesi ulus devlet yerini yeni egemenlik ilkesi “şirket devlet”lere bırakmaktadır. Bu durum bütün güç ilişkilerini yerinden oynatmış ve yeni bir egemenliğin Üçüncü Dünya Savaşı içinden yeniden kuruluşuna yol açmıştır.
Ulus devlet ve toplumsal emek zaman
Marksist değer teorisinde sermaye açısından kurucu güç toplumsal genel zeka ve toplumsal emek zamandır. Toplumsal sermaye birikiminde toplumsal emek zaman, emeğin verimliğinin ifadesidir ve üretici güç canlı ve cansız emeğin üretim süreci içindeki genel zekasını, bilimin üretim içindeki gücünü ve bu zekaya bağlı metadaki donmuş emek zamanın belirleyici gücüdür. Kapitalist rekabetin temel kaynağı toplumsal emek zamandır. Emeğin verimliğini belirleyen toplumsal emek zaman dışında kalan bütün artı değer üretimleri sermayenin rekabeti karşısında tasfiye olmak zorundadır. Toplumsal emek zaman, ulusal ve uluslararası sermaye arası rekabetin, tekelleşmenin ve siyasal savaşların temel oluşturucusu yanında aynı zamanda toplumsal emek zamanın ulus devlet egemenliği altında gerçekleşmesi ulus devletler arası dengesiz gelişme yasasının temelidir.
Emperyalizm, tekelleşmiş ulusal toplumsal emek zamanların uluslararası politik rekabeti ve diğer ulus devletlerin toplumsal emek zamanların tasfiyesidir. Emperyalist savaş, tekelleşmiş ulusal toplumsal emek zamanların ulus devlet eliyle uluslararası açık askeri çatışmasıdır. Emperyalizmin I. II. ve III. Bunalım dönemleri bu hakikatin ifadeleridir. Emperyalizmin III. Bunalım dönemiyle birlikte emperyalizm artık bir iç olgudur. İç olgu ile birlikte emperyalizmin aşkınlığı içkinleşmiştir. Emperyalizmin iç olgu olması ulus devlet egemenliğinin içkin tasfiyesidir.
Emperyal çağ
Emeğin verimliliğini belirleyen ve artı değeri kâra, sermayeye dönüştüren toplumsal emek zamanın uzamı ulus devletin belirlediği egemenlik sınırlar olmaktan çıkmıştır. Küresel sermaye birikiminin rekabet, yoğunlaşma ve tekelleşme alanı ve egemenliğin sınıf, sermaye ve devlet ilişkilerinin politik uzamı artık emperyal şirket devletlere bağlı küresel ekonomi ve küresel egemenlik ilişkisidir. Bu bağlamda ulusal tekeller arası ilişkiden küresel tekeller arası ilişkilere geçmiş bulunuyoruz. Artık egemenlik sınırlarının güvencesi yoktur.
Dünyanın herhangi bir coğrafyasında yapılan kapitalist üretim, küresel toplumsal emek zaman ve küresel genel zekâyla ilişkilenmeden, organik parçası olmadan artı değer üretimi ve sermayenin genişleyerek yeniden üretimi mümkün değildir. Sermaye, devleti ele geçirmenin ötesinde devletleşmiştir. Kamu, şirketler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ulus devlet şirket devletlere dönüşmüştür.
Cumhuriyet, demokrasiden kopmuştur
Cumhuriyet, modernizmin ve sekülerizmin ilkesi olarak doğdu. Vatandaş, halk, ulus ve yurtseverlik cumhuriyetin; kamusallık ise ulus devletin demokratik değeri olarak düşünüldü. Modernizmin krizi ile birlikte bu değerler de krize girmiş bulunuyor. Devletin şirketleşmesi ve egemenlik sınırlarının ulusal devlet olmaktan çıkması cumhuriyeti demokratik değerlerden koparmıştır. Seçimler cumhuriyetin demokratik ilkesi olmaktan çıkarılarak kralların ve faşizmin toplumsal rızası halini aldı. Demokrasiyi terk etmiş Cumhuriyet, faşizmin meşru “demokratik gücü”ne dönüştü. Artık küresel sermaye için cumhuriyetin demokratik değerleri vatandaş, halk, ulus ve yurtseverlik ve demokrasi bir anlam ifade etmiyor. Artık yeni bir kavram ile karşı karşıyayız: “cumhuriyetçi faşizm” ya da “faşist cumhuriyet”. Cumhuriyetçilerin ısrar ettiği fakat görmek istemedikleri hakikat: artık demokrasinin güvencesi cumhuriyet değil tam tersi cumhuriyetin güvencesi demokrasidir.
Vatandaş, bireyden çıkmış egoist mikro şirketlere, çıkarın bencil kişiliğine dönüşmüştür. “Halk” emperyal devletlerin “tebaa”sı, şirket devletlerin piyasası, şirket partilerin müşterisine dönüşmüş durumdadır. Artık modernizmin ilerici demokratik vatandaşı ve halkı yok. Felsefi olarak modern insan da yok…
İnsan öldü! İnsan, Filistin’de olduğu gibi, saygı ile gömülecek değer değil çöpe atılacak bir atıktır. Bugün yaşama hakkı demokrasi ve özgürlükler üzerinden değil emperyal şirket devletlerin küresel güvenlik şemsiyesi ile düşünülmektedir. İnsan kul, halklar tebaaya dönüştürülmektedir.
Modernizmin ortaçağı emperyal faşizme karşı yeni bir alter-modern bir Rönesans’a ihtiyaç var. Kürt Özgürlük Hareketi bu Rönesans’ı başlatmış görünüyor. Artık kurucu gücün uzamı ulus devletler değil küresel bir enternasyonalizmdir. Yeni bir çağa geçiyoruz: devletleşmekten toplumlaşmaya geçiş çağı. İnsanlığı toplumlaştıran ve barışı getiren bu çağ etik-politik demokratik toplum ve demokratik ulus çağı olacaktır.
Yüzümüzü ulusal vatandaşlıktan bir dünya vatandaşlığına dönmenin politik zamanı gelmiş görünüyor. Dünya yurttaşlığını, dünya halklarının özgürlükleri ve demokratik haklarını güvence altına alan küresel bir toplumsal sözleşmeyi ve dünya anayasasını ve karşı bir enternasyonalizmi ilan etme küresel devrimci bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.