Geçen cumartesi günü sosyal medyada Selvi Kılıçdaroğlu (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğu’nun hayat arkadaşı) ve Dilek İmamoğlu’nun (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hayat arkadaşı) Başak Demirtaş (HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın hayat arkadaşı) ve Aygün Demirtaş (Selahattin Demirtaş’ın kızkardeşi) ile buluştukları haberini alıp fotoğraflarını gördüğümde şöyle bir tweet attım: “Barış meltemi gibi buluşma: Selvi Kılıçdaroğlu ve Dilek İmamoğlu, Başak Demirtaş ve Aygün Demirtaş ile buluştu. Selvi Kılıçdaroğlu, Selahattin Başkan için ‘hep yüreğimiz kendisiyle’ dedi. #KadınlarBarışİstiyor” Sahiden de şu içinden geçtiğimiz günlerin boğucu, basık atmosferinde bu sürpriz buluşma bir meltem yeli gibi serinletti ortamı biraz olsun. Umut verdi geleceğe yönelik. Hafif ama ferahlık verici bir yel gibi.
Elbette bu buluşmaya katılan kadınların kendi özgür iradeleri ile yaptığı bir etkinlikti bu. Dördü de güçlü birer birey bu kadınların. Ama politik açıdan her birinin çok etkili birer sembolik değeri de var. İsmlerinin yanına parantez açmamın sebebi buydu. Selvi Kılıçdaroğlu’nun bu buluşmaya dair söylediği bir söz özellikle önemliydi. Kılıçdaroğlu, Selahattin Demirtaş için “hep yüreğimiz kendisiyle” diyordu. Senelerdir devletin ve hükümetin sürdürdüğü kriminalizasyon ve hedef göstermelere rağmen söylenmişti bu söz. Kocası reel siyaset tarafından devletin isterleri doğrultusunda davranmaya, yeri geldiğinde hükümetin antidemokratik, hukuk dışı uygulamalarının yolunu açan kararlar almaya zorlanırken, Selvi Kılıçdaroğlu hemen yanında sivil vicdanın sesi oluyordu.
Kürt siyasetinin kuruluşundan bu yana kadın sesine ne kadar verdiği ortadadır. Üst makamlarda eşbaşkanlık statüsü ile resmilik kazandırılmış bu ses, sokaklarda, meydanlarda yüksek perdeden taleplerini haykırıyor. Kürt kadınlarının barış ve demokrasi mücadelesindeki inisiyatifinin etkisi şimdi artık devletçi siyaset katına en yakın konumdaki kadınlara da sirayet ediyor, yön veriyor. Bu kadın buluşmaları, kadın dayanışmaları uzun bir süredir Kürt siyasal hareketinin açtığı bir yolda ilerliyordu ve işte buralara kadar vardı. Evet, kadınlar barışı istiyor ve istemekle kalmayıp öncü ve kolaylaştırıcı bir rol oynuyor artık. Ulusalcı korkularıyla sakatlanmış ana muhalefet ve diğer muhalefet odakları ihitiyaç duydukları cesareti kadınlardan alacaktır.
Dediğim gibi, içinden geçtiğimiz şu boğucu ortamda, alçak basınca doğru esen ve umut taşıyan başka esintiler, başka rüzgârlar da oluyor. Yargıtay’ın Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 2 Eylül’de düzenleyeceği 2019- 2020 Adli Yıl Açılış Töreni için gönderdiği davetiyelere 40’ın üzerinde barodan net ifadeler içeren ve yargının siyasallaşmasını protesto ederek törene katılmayacaklarını bildiren ret cevaplar geldi. Avukatlar, bu oyunda yer almayacaklarını söylüyorlar ve bir kez daha siyasete bağımlı yargının yargı olamayacağını ortaya koyuyorlar. Avukatların bu protestosu önemli bir demokratikleşme hareketine dönüştü birkaç gün içinde.
Mahkemelerin yürütmenin oyuncağına dönüştürüldüğü, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanamaz hale geldiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının kulak ardı edildiği bir dönemde avukatların bu çıkışı, yürütmenin pervasızlığına “dur” demek anlamına gelmektedir.
Önce Kürt siyasetçilerin geçen kış boyunca ve bahara kadar sürdürdükleri direnişin sonucunda devletin tecrit koşullarını hafifletmek zorunda kalması, ardından yerel seçimlerde muhalefetin önemli kazanımlar elde etmesi ülkenin Batısı’ndaki demokrasi güçlerini de cesaretlendirdi.
Fakat bu yazıda benim de ortaya koymak istediğim gibi bu demokratikleşme sürecinin lokomotifi Kürt siyasetidir ve gidiş barışa, toplumsal barışa doğrudur. Ancak kimse bu lokomotifin yola çıktığı topraklara ayın karanlık yüzü muamelesi yapmamalı.
Medyada geniş yer bulan Batı’daki meltem rüzgarları gündemi belirlerken, Kürt illerinde ve ilçelerinde kayyum politikası ve siyasi soykırımlar dolu dizgin sürüyor. Analarının ak sütü gibi helal oylarla seçilmiş yerel yöneticiler ve partililer tutuklanıyor, görevden alınıyor. Bunlar Kürt medyası dışında bir yerde haber olmuyor, genel gündemde yer bulmuyor.
15 Ağustos’ta yine birçok Kürt siyasetçi operasyonlarda gözaltına alındı. Aralarındaki HDP Cizre İlçe Eşbaşkanı Güler Tunç’un son birkaç yılda yaşadıkları, kocası Orhan Tunç’un Cizre bodrumlarında katledilişi, oğulları Bekes’in adının ne anlama geldiği, bu ülkenin Batısı’nda ne kadar biliniyor? Oysa tam da Batı’daki bu suskunluk, bu duymazdan, görmezden gelme hükümetin, iç ve dış politika alanında savaş konseptini kolaylıkla sürdürebilmesini, savaşın maliyetini emekçi ve yoksul halka ödetebilmesini sağlıyor.
Bu suskunluk, Kürt halkının yaşadıklarına yönelik bu duymazdan, görmezden gelme tavrı, bu ülkenin hayrına değildir.
Bu olgu, toplumun bütün kesimleri tarafından anlaşıldığında barış ve demokratikleşme hareketleri geçici meltem yelleriyle yetinmek zorunda kalmayacak, barış ve demokrasi iklimi kalıcı olacaktır.