‘Süper İzin Yasası’ olarak bilinen 7554 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun doğa talanının başka biçimlerde devam etmesinin önü açmıştır. Yani savaşla yıllarca halka yaşatılan yıkım, bugün doğanın sermaye ve devlet iş birliğiyle kâr aracına dönüştürülmesiyle devam etmektedir. Bu nedenle barış sürecinin ‘doğayla barışı’ da kapsaması gerekmektedir
İpek Sarıca – Haşim Toğurlu*
Tarihte bilinen en eski destan olan Gılgamış Destanı’nda ana tema olarak; kutsal sayılan sedir ormanlarının kesilmesi yasağından ve bu ormanı korumakla görevli Humbaba’dan bahsedilir.
Destanda Uruk şehrinin kralı Gılgamış, şehrini daha korunaklı ve işlevsel kılmak için kimsenin cesaret edemediği Sedir Ormanları’ndaki ağaçları kesmeyi ve bunlarla şehri yeniden kurmayı düşler. Ancak halk arasında çok uzun yıllar süren bir inanışa göre bu ormanı koruyan Humbaba adında bir canavar vardır ve ormana giren hiç kimse sağ çıkmamıştır. Gılgamış ise tek başına Humbaba’yı öldüremeyeceğini bildiğinden, ormanın yerlisi Enkidu ile iş birliği yaparak; Humbaba’yı öldürmüş ve sedir ormanlarını yok etmiştir.
Doğa katliamının ana tema olarak işlendiği bu destandaki Uruk kenti; yine Kürdistan sınırlarında Mezopotamya’da Fırat nehrinin kıyısında bir şehir olarak tasvir edilmiştir.
Yazıtın kaleme alındığı tarihi dikkate alırsak, 2000 yılı aşkın süredir bu topraklarda doğa, gücü elinde bulunduran ve daha fazlasına ulaşmak isteyenler tarafından kendi amaçları doğrultusunda talan edilmiştir.
Savaşın bir aracı olarak; Şırnak, Dersim, Lice başta olmak üzere, 1990’lı yılların başından itibaren savaş ve askeri operasyonların yoğunlaştığı yerlerde orman yangınları çıkarılmıştır. Bu yangınlarda yalnızca Hakkâri ve Şırnak’ta 10 bin hektardan fazla ormanlık alan yanmıştır. Yangınlar sonucu birçok canlı türü yok olmuş, yüzlerce köy boşaltılmış, binlerce insan yerinden edilerek zorla göç ettirilmiştir. Yangınların söndürülmesinde halk kendi imkanları ile müdahale etmeye çalışırken, Devlet kurumları ise söndürme görevleri bir yana halka engel olmuşlardır.
Uzun yıllar devam eden orman yakma politikası yerini son yıllarda ağaçların kökünden kesilmesi anlamına gelen ve korucularla işbirliği içinde gerçekleştirilen kökleme yöntemine bırakmıştır. Bu süreçte Şırnak’ın Cudi ve Besta bölgelerinde binlerce ağacın devlet denetiminde kesilerek kamyonlarla farklı illere taşındığı gözlemlenmiştir.
Bu kesimlere karşı Şırnak’taki sivil toplum kurumları birçok başvuruda bulunmuş, bu ağaç kesimlerinin durdurulması, sorumluların tespit edilip cezalandırılması yönünde birçok suç duyurusu yapmıştır. Ancak suç duyuruları takipsizlikle sonuçlanmış, başvurular ise yanıtsız bırakılmıştır.
2024 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, çeşitli basın organlarında Şırnak’taki ormanlık alanlarda süregelen ağaç kesimlerine dair haberlerin yer alması üzerine, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) tarafından 24.07.2024 tarihinde Tarım ve Orman Bakanlığı’na başvuru yapılmıştır. Başvuruda, Şırnak ili Beytüşşebap ilçesinin Çemane Mahallesi, Komate Bölgesi, Elemun Mahallesi ve Gabar Dağı’nda gerçekleştirilen ağaç kesimlerinin; iklim değişikliğine karşı mücadele, halkların kendi kaderini tayin hakkı, tüm türlerin yaşam hakkı ve çevresel haklar bağlamında iptal edilmesi ve kesimlerin durdurulması talep edilmiştir.
Tarım ve Orman Bakanlığı, yanıtında tüm işlemlerin mevzuata uygun olduğunu belirterek talebi reddetmiştir. Ayrıca ağaç sayısının sabit kaldığını ileri sürmüştür.
Kesimlerin durdurulması talebinin reddi üzerine ÖHD tarafından Orman Genel Müdürlüğü’ne dava açılmıştır. Davaya sunulan yanıtlarda, Şırnak İl Jandarma Komutanlığı’nın “güvenlik” ve “ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak TPAO’ya ait petrol arama kuyuları” gerekçesiyle kesim talep ettiği ortaya çıkmıştır. Dosyaya sunulan belgelerden, aslında güvenlik gerekçesiyle başlayan sürecin, petrol arama kuyuları için orman kesimini meşrulaştırmaya yönelik olduğu anlaşılmıştır. Hatta Siirt’te başlaması planlanan petrol faaliyetleri için dahi şimdiden ağaç kesimlerine onay verildiği görülmüş; ancak orman varlığına dair verilerin büyük kısmı hâlâ dosyaya sunulmamıştır.
Davanın sonucunda olumlu bir karar verilip verilmeyeceğine dair öngörüde bulunmak zor. Ancak davanın sonucundan bağımsız olarak dava sürecinde şimdiye kadar ortaya çıkan bilgilerle, orman kesimlerine dair karanlık noktalar aydınlanmaya başlamıştır. Bu dava ile petrol aramaları için gerekli hukuki sürecin “güvenlik” gerekçesiyle atlandığı açığa çıktığından, dava çevre hukuku açısından da emsal niteliğinde bir davadır.
Ormansızlaştırma; iklim, çevre ve toplum üzerinde çok boyutlu etkiler doğurur. Ormanların karbon yutak alanı işlevini kaybetmesi küresel ısınmayı hızlandırır, iklim krizini derinleştirir. Toprak erozyonu artar, biyolojik çeşitlilik yok olur ve ekosistem dengesi bozulur. Bu durum, tarım ve su kaynaklarını da olumsuz etkileyerek geçim kaynaklarını daraltır. Sosyo-kültürel açıdan ise ormanlarla iç içe yaşayan yerel halk, kültürel değerlerini ve yaşam biçimlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Dolayısıyla ormansızlaştırma yalnızca çevresel bir sorun değil; ekonomik, kültürel ve toplumsal boyutlarıyla da geniş kapsamlı bir krizdir.
Ormansızlaştırma, sonuçları itibarıyla ekokırım suçunu oluşturmaktadır. Ekokırım suçu, “çevreye ağır ve geniş çapta ya da uzun vadeli zarara yol açması kuvvetle muhtemel olduğunun bilincinde, yasadışı veya keyfi olarak işlenen fiiller” şeklinde tanımlanır. Ormansızlaştırma bu suçun tipik bir örneğidir.
“Süper İzin Yasası” olarak bilinen 7554 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile çevresel etki değerlendirme süreçleri kısaltılmış, stratejik maden bulunan bölgelerde acele kamulaştırma yapılabilir hale getirilmiş ve çevre mevzuatı sermayedarların lehine düzenlenmiştir. Böylece Kürdistan’da ormansızlaşma olarak karşımıza çıkan doğa talanının başka biçimlerde devam etmesinin önü açılmıştır. Yani savaşla yıllarca halka yaşatılan yıkım, bugün doğanın sermaye ve devlet iş birliğiyle kâr aracına dönüştürülmesiyle devam etmektedir. Bu nedenle barış sürecinin “doğayla barışı” da kapsaması gerekmektedir.
Peki Fırat Nehri kıyısındaki Uruk şehrinde 2000 yıl önce başlayan ve hâlen süren doğa kıyımı, Besta’da son bulacak mıdır? Bunun cevabı, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın tüm yönleriyle benimsenip sahiplenilmesine bağlıdır. Şırnak’ın Besta bölgesinde, Kürdistan’ın ve Türkiye’nin tüm demokratik kurumlarının, 9-10 Eylül 2025 tarihlerinde ağaç kıyımına karşı gerçekleştireceği nöbetin ve eylemliliğin sahiplenilmesi de bunun bir parçasıdır. Bu kapsamda; herkesi Şırnak’ta yaşanan ekokırıma dur demeye davet ediyoruz.
* Özgürlük için Hukukçular Derneği üyeleri