Bundan önceki yazımızda uluslararası şirketlerin, özellikle tekstil iş kolunda olan işletmelerin bölgedeki sömürü çarkına değinmiş, daha ayrıntılı olarak da yazacağımızı söylemiştik. Ancak meseleyi incelediğimizde söylediklerimizin buz dağının görünen yüzü olduğu ve meseleye eğilince daha başka sonuçlar ortaya çıktığını görünce kapsamlı bir dosya şeklinde yazmayı uygun gördük. Tekelci sermayenin sömürü çarkı vampir gibi işçilerin kanını emen patronlar eliyle nasıl kuralsız bir şekilde işlediği ve devletin denetim yapmamasının yanında teşviklerle de patronları nasıl güçlendirdiği çıplak bir şekilde görünüyor. Kolektif bir çalışma ile bu meseleyi kamuoyu ile paylaşacak ve çözüm önerileri sunacağız.
Sendikaların üye sayılarını gösteren son istatistik geçtiğimiz günlerde resmi gazetede yayınlandı. Biz işçiler açısından tablo karanlık. 13 milyon 754 bin kayıtlı işçiye karşın sadece 1 milyon 890 bin işçi sendika üyesi.
Türk-İş 1 milyon, Hak-İş 675 bin, DİSK 180 bin, bağımsız sendikalar da 28 bin işçi mevcut sendikalara üye. Ve bu oran yaklaşık %13. Geri kalan %87 yani işçilerin büyük kısmı sendikasız. Ve bu işçiler, patronların insafına terk edilmiş durumda. Memlekette işçileri koruyan kollayan yasa kanun olmadığından güvencesiz bir şekilde ücretli köleler olarak yaşamını sürdürmekte. Tabi buna yaşamak denilirse. Sendika üyesi işçilerin kaçta kaçının güvende olduğu; patronlara karşı sendikal güvenceyle korunduğu da tartışılır durumda. Hatta bazı durumlarda sendikalı olmak ile olmamak arasındaki farkı bile ayırt etmek zor.
Bilinen bir gerçek önümüzde duruyor; Kimi sektörlerde özellikle işçileri kontrol altında, denetim altında tutmak için sendikalar patronlar eliyle örgütleniyor iken kimi iş kollarında ise sendikanın esamisi bile okunmuyor. Patronlar ve devlet eliyle sendikaların neden örgütlendirildiğine, en son imzalanan kamu işçileri toplu iş sözleşmesine bakarak daha net anlarız. Ya da hormonlu bir şekilde büyüyen Hak-İş’in iktidara ve patronlara karşı olan tutumları her şeyi ortaya seriyor.
Bu tablo uzun yılladır ne yazık ki böyle. Ve sendikal hareket bu tabloyu değiştirecek mücadeleyi hızla yaratamaz ise böyle devam edecek gibi görünüyor. Bu alanda at izi it izine karışmış durumda. Adında her işçi sendikası yazan işçi sendikası değil bunu biz mücadeleci sendikalar olarak biliyoruz. Ama bilmek yetmiyor tek başına bu durumu değiştirecek mücadeleyi de büyütmemiz üzerimizdeki bu kamburu atmamız şart. Mevcut sendikalı işçiler işçi sınıfının çok küçük bir kesimini oluşturmakta ve sendikalı işçiler büyük bir oranda da adı sendika olan bu patron örgütleri tarafından denetim altında tutulmakta. Ve biz sendikalar üzerindeki bu kara tabloyu değiştireceksek sadece mevcut sendikalı işçiler ile bunu yapmamız zor görünüyor. Buradaki bürokratik yapı ahtapot kollarıyla öyle bir sarılmış ki, dışarıdaki sendikasız işçiler bu alana dahil edilmeden bu düzenin değişmesi kolay olmayacak.
İçeriden biri olarak söylüyorum; bu yapı sendikal örgütlenmenin önünde devletin ve patronların çıkardığı engellerin yanında bir de sendikal bürokrasi engeli ile karşılaşıyoruz. Geçtiğimiz yıl içinde birçok direnişte açıkça bu durumu gördük. Sendika yönetimlerinin yeni örgütlenen yerlerin dengeleri değiştireceğinden korktukları için kendilerine üye olan işçileri bütünlüklü bir şekilde sahiplenmediklerini ya da kendilerine muhalefet olabilecek yerleri zayıflatmak için çaba sarf ettiklerine şahit olduk. Mevcut bürokratik yapı kendi saltanatları sürsün diye her türlü dalkavukluğa şahit olduk. Başta da söyledik bu haliyle ortaya çıkan tablo biz işçiler açısından karanlık bir tablo. Ama şu bir gerçek ki her şey zıddıyla var oluyor, tablo bu kadar karanlık ama bunu aydınlığa çevirecek bir mücadele de alttan alta şekilleniyor.
Yeni örgütlenme pratikleri, yeni arayışlar memleketin dört bir tarafında küçük küçük işaret fişekleri şeklinde parlıyor, gelişiyor. Bizlere düşen görev bu pratikleri geliştirmek deneyimleri çoğaltmak olacak.
Bu deneyimleri çoğaltmadığımız örgütlenmeleri büyütemediğimiz takdirde patronların yanında sendika bürokratları da vampir gibi kanımızı emmeye devam edecek. Siyasi iktidara ve patronlara karşı el pençe divan duran ama işçiye aslan kesilen bu asalak sürüsü bu karanlık tablodan hiç rahatsız değiller. Bu asalaklar da patronlar gibi mücadeleci sendikalardan ve mücadeleci işçilerden rahatsızlar. Şunu bilsinler ki verdiğimiz bu rahatsızlık geçici değil önce sırtımızdaki bu asalakları atacak ardından patronların düzeni son bulana kadar da mücadeleye devam edeceğiz.