Yasaların, gücü elinde tutana göre işlediği; devlet yönetiminin, bürokrasinin beceriksiz ve liyakatsiz ellere geçtiği, kaidelerin, devlet yönetme geleneğinin ve teamüllerinin ortadan kalktığı, yasama, yürütme ve denetleme gibi güçlerin ayrılığı ilkesinin işlemediği, tüm gücün birinin ya da birilerinin eline geçtiği, çürüyen ve zayıflayan devlet yönetimlerini tarif etmek için “kabile devleti” tabiri sıkça kullanılır Türkçede. Özellikle Kemalist devlet kadrosu ve periferisi bu deyimi kullanmayı çok sever. Tamamen bir kurgudan tarih anlayışının icadı 16 Türk devleti kurmuş olmanın övüncünü de katarak devlet yönetiminde ortaya çıkan herhangi bir zaaf durumunda bu deyim otomatik olarak kullanıma girer. Türk devletinin güçlü ve kadim bir gelenek üzerine kurulu olduğu hatırlatılır ve “Türk devletini bir kabile devletine dönüştüremezsiniz” vurgusu ve uyarısı yapılır. Uzun yıllardır iktidarı kaybetmiş Kemalist devletçi seküler milliyetçilik, dinci muhafazakar milliyetçileri aşağılamak için de bu deyimi sık sık kullanır.
Oysa aşağıladıkları kabile yönetimleri, tarihsel süreç içerisinde bugünkü ulus devletlerden çok daha demokratik, katılımcı, çoğulcu, adil ve şeffaftırlar. Hele hele Kemalist diktatörlük yönetiminden çok çok daha demokratik ve katılımcı bir anlayışa sahiptirler. Bugünkü çürümenin, yozlaşmanın, hırsızlığın, talancılığın, yağmacılığın hakim olduğu devlet sisteminin, hükümet etme biçiminin ve buna rıza gösteren, onay veren, ortak olan toplumsal yapının bu iktidarla ortaya çıktığı yanılgısından kurtulamamak, bu yapının oluşmasında kendilerinin payının ne kadar büyük olduğunu kavramamak veya bu rolü reddetmek, ama en çok da bilerek görmezden gelmek başını CHP’nin çektiği muhalefetin temel çıkmazı ve açmazıdır. Kuma gömülü kafalarla, eskiye yakılan ağıtlarla demokrasi mücadelesinin kıyısından bile geçmeyen muhalefet etme biçimleriyle her gün biraz daha bu iktidarın gücünü pekiştiriyor, toplumsal çürümenin ve kokuşmanın yaygınlaşmasına katkı sunuyorlar. İktidar, İstanbul ve İmamoğlu üzerinden çektiği şahın artık tek adama rejimin muhalefeti mat etmeye dönük son hamlesi olduğunu varsaymaktadır. Bu hamle hiç şüphesiz mat edecek hamle olarak tasarlanmış fakat matla sonuçlanamamıştır. Bu iktidarın gadrine uğramış, itilmiş, kakılmış, aç ve yoksul kalmış, dini, inancı, yaşam biçimi, dili yasaklanmış, baskılanmış insanların iktidarın bu son hamlesi karşısında sokaklarda, meydanlarda boy veren karşı hamlesi bu satranç oyununda iktidarı mat etmeye götürecek bir hamledir. En büyük tehlikelerden biri CHP’nin bu hamleyi kendisinin yaptığı zannına ve kibrine kapılmasıdır ki bunun yeterince emaresi var. Bundan daha tehlikeli olansa AKP öncesine dönülerek yani cumhuriyetin kurucu ideolojisine dönülerek ülkenin özlenen düzleme ve refaha oturtulabileceği zannıdır. Mevcut AKP iktidarını, tek adam rejimini yaratanın asıl olarak bu tekçi, despotik, antidemokratik kurucu cumhuriyet ideolojisi olduğunun görmezden gelinmesidir. AKP öncesinin kodlarına yani dinci milliyetçilikten seküler milliyetçiliğe geçişle kurtuluşun gelişeceğini zannedenler tekrar benzer bir canavar yaratacaklarını, çok daha ağır bedel ödeyerek öğreneceklerdir.
Aslında bu aymazlık, tarih, sosyoloji bilmezlik, bu bilim dışılık sadece politikacısına has bir durum değil. Asıl ve en hazin olanı Türkiye toplumunun, yazar, aydın, sanatçılarının bu cehalet ve aymazlıkla malul olmalarıdır. Yüz elli yıllık bir aydınlanmacılık serüveninin son halkasında hala demokrasiyi içselleştirememiş, yukarıdan dayatmacı, ilerlemeci, jakoben, tekçi, despotik köhne aydın zihniyeti, Türkiye aydınlanmacılığının ve aydın muhalefetinin temel özelliğini oluşturmaktadır. Sekülerliği ve laikliği hala bütün sorunların ilacı olarak gören bu zihniyet, nerdeyse yüz yıldır payidar olan bu devlette bunların demokrasi ve çoğulculuk olmadan tek başına hiçbir halta yaramadığını, bugünkü iktidarı yaratanın bu demokrasisizlik ve tek tipçilik olduğunu anlamaya yanaşmamakta, bildiği tekerlemeleri tekrar edip durmaktadır. Demokrasi sorunu, kadın sorunu, Kürt sorunu, Alevi sorunu, inançlar sorunu, emek sömürüsü, yoksulluk sorunu gibi Türkiye’nin temel toplumsal sorunlarına dair ciddi bütünlüklü bir tespit, analiz ve önermeye sahip olmayan Türkiye aydını, sanatçısı, yazarı, çizeri, entelektüel görevlerinin bir tekini bile yerine getirmekten fersah fersah uzaktır. Türkiye’nin en temel sorunu diktatörlük, politika üretemeyen muhalefet sorunundan ziyade gerçek anlamda entelektüellere sahip olmayışı sorunudur. Şöyle dönüp bakalım; hem yüzyıllık cumhuriyet deneyimine hem son despotik hamle ve buna karşı gelişen halk muhalefetine dair doğru dürüst bir entelektüel analiz görebilmek mümkün mü?