ceza infaz sisteminde sivil toplum derneği’nin paylaştığı istatistiklere göre, türkiye cezaevlerinde 400 bine yakın insan var, bunların 350 bine yakını hükümlü. siyasiler arasında 20 yıl, 30 yıl yani bir insanın yetişkin ömrü boyunca hapiste olanlar var. geçtiğimiz günlerde içeridekilere belediye yöneticileri, belediye çalışanları ve göstericiler eklendi.
türkiye nüfusu 87 milyonun üstünde, bunların yaklaşık yüzde 73’ü yani yaklaşık 64 milyonu yetişkin. basit bir hesapla, 160 kişiden birinin cezaevinde olduğunu görüyoruz ki geçtiğimiz günler gibi momentlerde bu rakam ve oran artıyor. türkiye, avrupa’da nüfusa oranla en fazla insanın cezaevinde olduğu ülke. dünyada rekor abd’nin elinde ama türkiye’deki oran da başlı başına bir toplumsal krize işaret ediyor.baskı siyasal mahpusların sayısını yükseltirken yoksullaşma, geçinmek için suça başvuranları artırıyor.
bu gazetenin okurlarına hapiste olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmak gerekir mi, bilmiyorum. çoğunun, kendi başına gelmemiş olsa bile hayatının bir döneminde hapiste kalmış bir yakını vardır. bütün bunlardan uzak olan azınlık için yazayım. pandemi dönemindeki duygularınızı hatırlayın. kendi evinizde, internet, telefon gibi imkânlara rağmen ne kadar bunaldığınızı düşünün. (cezaevlerinde, insanın kendisini evinde hissetmesini sağlayabilecek şeylerin -perdeden, duvara asılan resimlere- engellendiğini de hatırlatayım. neyse ki mahkumlar yaratıcılıkları ve dirençleriyle yaşadıkları ortamı insana yaraşır bir hale getiriyor.)
insanın dört duvar arasına hapsolması başlı başına bir ceza, daha önemlisi yasaların öngördüğü ceza bu. ama uygulama böyle değil, cezalar çeşitli yasaklamalarla genişletiliyor. mahpuslar, her insanın sahip olduğu, sahip olması gereken birçok haktan mahrum bırakılıyor. bunların başında sağlık hakkı geliyor. sağlık, eğitime erişim hakkıyla birlikte, engellenmesi halinde, hapiste olan insanın, çıktıktan sonraki hayatını da etkileyen bir adaletsizlik.
hapishane koşullarında insanın sağlığını koruması, sağlıklı, yeterli beslenmesi zaten güç. (örneğin, bakırköy kapalı kadın cezaevinde kaldığım dört ay boyunca sadece bir kere yumurta verildi.) cezaevlerinde, içme suyu, sabun, diş macunu benzeri temel hijyen malzemelerine ancak para karşılığında kantinden erişilebiliyor.
nezle, diş ağrısı gibi basit sağlık sorunlarında dahi tıbbi desteğe ulaşmak kolay değil. mücella yapıcı’ya kelepçeli halde diş muayenesi yapılmaya çalışıldığını hatırlayın. ciddi hastalıklarda bu türden zorlukların, ihmallerin sonuçları ölümcül olabiliyor. nitekim, yine cisst’in yayınladığı istatistiklere göre hapishanede hayatını kaybeden mahpus sayısı 2018 yılında 107, 2019 yılında 95, 2020 yılında 128, 2021 yılında 101, 2022 yılında ise 108.
bugün cezaevlerinde yüzün üzerinde hasta var. bunlardan en az 18’i, kanser tanısı almış. bir kişinin iki eli kesik, bir kişinin iki bacağı dizden kesik, bir kişinin iki ayağı sakat, iki kişinin sağ kolları yok, yüzde 95, yüzde 85, yüzde 71 engelli olanlar, tekerlekli iskemle kullanmak zorunda olan, kendi bakımını yapamayacak durumda olanlar var. bir kısmı, öyle üstünkörü değil, gerçek bir tedavi görmezse hayatını kaybedebilir. psikolojik ve nörolojik sorunları olanlar arasında şu anda nerede, ne yaşadığının farkında olamayanlar var.
bu insanları hapiste tutmaya devam etmek hukuk olarak adlandırılabilir mi?
geçtiğimiz günlerde bu mahpuslara mahir polat eklendi. onun da hayati sağlık sorunları olduğunu görüyoruz. şiddet kulanarak gözaltına alınan göstericiler arasında da tedaviye ihtiyaç duyanlar var. cezaevi, insanı evinden, gündelik hayatından, yakınlarından, işinden gücünden ayırıyor. bir de sağlığından, hatta canından etmesi hukukla açıklanamaz. insanlığa karşı işlenenler de dahil hiçbir suç, insanın dört duvar arasında ölüme mahkum edilmesini haklı çıkarmaz.
o yüzden, tüm mahpuslara adil yargılanma hakkı, tüm mahpuslara sağlık hakkı, hasta mahpuslara özgürlük. kimseyi geride bırakmadan, tümüne. çünkü geçmiştekinden çok daha fazla insan farketti ki kurtuluş yok tek başına. küçük bir ekle bitireyim.
hapisten de.