Aslında önemsemediklerimizdir gerçekle yüz yüze geldiğimizde canımızı yakan. O an artık çok geçtir.
Geç kaldıklarımızdan, göremediklerimizden sorumluyuz. Biz yapmadık bu katliamları, biz ne iktidarın yönetimlerinden, ne kapitalizmin saldırılarından sorumlu değiliz diye düşünüyorsanız ne kadar haklısınız anlatamam. Ama biz; biz olamamaktan sorumluyuz. Geç kalmaktan, görmezden gelişlerimizden, önemsememekten sorumluyuz. Bedeller ödendiğinde canımız yanıyorsa eğer biz olamadığımızdandır. Hasankeyf: Dicle Nehri’ni tutsak kılacak Ulusu Baraj’ı 2000’li yılların başında planlandı. Her dönemin iktidarı süreci; yasalara, planlara, yıllık bütçe raporlarına açıkça yazarak meşrulaştırdı. Hasankeyf Girişimi sınır tanımaksızın süreci yazdı, açıkladı. Kıyısında yaşayan, koyun yünü ile küçük yer yaygıları dokuyup, gelen turistlerden para kazanan halk yoksul, az ve ötekiydi açıklamaları duyanlar, okuyanlar, mecliste yasa, bütçe önerilerini görenler için. 2700 yıllık tanıklıklar suyun altına gömülmeye, Dicle’nin üstünde yıllara meydan okuyan Hasankeyf kalesi, kiliseleri, evleri, tüm yapıları ile iş makinalarının yıkmasına, kesip atmasına, çelik -beton karışımı köprülerin üzerine inşasına, çevresine betonların, kimliksiz TOKİ konutlarının yapımına, dağlarının taş ocakları ile bu inşaat katliamına malzeme yetiştirmek için oyulmasına mahkum edilmişti. Biz olamadık, koruyamadık bu bilge nehri, üzerindeki yüzlerce nesli yaşatmış belleği.
Dicle Nehri’nin, Mezopotamya havzasının hikayesini belgelemek isteyen sevgili Sami Solmaz Dicle’nin Fırat’ın doğduğu yerden başlayıp birleşip Basra Körfezi’ne döküldüğü yere kadar gideceğini ve belgeleyeceğini söylediğinde, birlikte Hasankeyf’e acil gidip tanıklıklar belgelenmeli diye düşünmüştük. Bir ay sonra dün; önce Hasankeyf sonra suyunun yerine 20 yi aşkın kollarında ve Basra Körfezi’ne döküldüğü yere kadar yatağında baş edemediği kirlilik yükü akan, çamurunda çırpına balıkların hala var olmaya çalıştığı Arvand Nehri’ni ve çevresinde yaşayanları çekip döndüğünde ikimiz de fotoğraf karelerinde donmuş gerçekler karşısında konuşamıyorduk.
Belgelemekten, tarihe not bırakmaktan başka bir şey elimden gelmiyor diyordu sevgili Sami. Haklıydı her birimize artık sadece bunu yapmak kalıyordu.
Hiç saldırganın önüne atılıp engellemek istediğiniz oldu mu? Tanık olmak, hakikat, belgeler duymadıklarınızı, görmediklerinizi görünür kılıverir bir anda. Canınız yanar, sorumlusunuzdur yeterince mücadele etmediğiniz için, yöneticilerin Barajlar kralı ilan edildiği dönemde yaşamış olsanız da olmasanız da sular bilmedikleri ulusların sınırlarını aşarken onları tutsak eden siyasetten sorumlusunuz işte. Eşit ve özgür yaşamın tüm halkların, canlıların- cansızların yaşam hakkı olduğunu benimseyip mücadele etmediğimiz için sorumluyuz hep birlikte.
Hala açıklamalar yapıyoruz hakkında, canımız ne kadar yanıyor bilemem ama bulunduğumuz yerde duruyor, aslında; ne onu, ne diğer, ulus devletlerin siyasi kararları ile sermayeye sunulacak, tutsak eylenecekleri görüyoruz.
Ne de özgürlük için hepimiz adına mücadele edenlerin mücadelesi ile buluşabiliyoruz.
Yeşilırmak Karayel HES kelepçesine karşı akmaya, Dicle-Fırat ulusların tüm zulmüne rağmen Basra’ya ulaşmaya çabalıyor.
Nükleer Santral yapımı meşrulaşan bu ülkede, Ordu kıyılarında, bugünlerde (18 ve 21 Mayıs’ta) nereden yayıldığı belli olmayan, 70000-90000 saatlik µSv gama ışınımını bölgedeki bitkiler, topraklar, ağaçlar yutmaya çabalıyor. Kaynağı gizlice gömülen radyoaktif atık ya da çevre reaktörlerden sınır tanımayan sızıntı muhtemelen.
Kapitalistler yaşamları yok ederek sermaye biriktirmeyi sürdürüyor. Kapitalist uluslar birlikte inşaa ediyor süreci, devletler yönetişimi yaşama geçiriyor. Yaşamı tecrit altına alıyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar, biliyoruz ki; süreci tersine çevirme gücü sadece bizlerin dayanışmasıyla gerçekleşebilir. Umut da, güç de biz’leriz. Yeter ki geç kalmayalım.