Dünya çapında insan yaşamını tehdit eden bir salgınla karşı karşıyayız. Henüz sorunun başında olduğumuz için çözüm üzerine çalışmalara hız vermiş durumdayız. Korunma konusu temel gündem, öneriler insanların çözüme kadar kendini koruması. Sağlığın piyasalaştırılması ve insanın endüstriyel sağlıkta meta olarak görülmesi en büyük handikaptır. Herkese erişilebilir ve ücretsiz sağlık hizmetinin sunulması gereklidir.
Soruna dair ilk söylemler insanı suçlama üzerine kuruluyor. İnsanın doğaya karşı açgözlülüğü, sürdürülebilirlik temelinde tüketmemesi ve korumaması sorun olarak görülür. Bu gibi yüzeysel söylemler sorun-çözüm denkleminden uzak bilinçsizce sömürü sistemine hizmet eder.
Diğer bir söylem de benzer birkaç vakadan kaynaklı hayvanlardan geçiyor söylemi ve suçlu olarak işaret edilmesidir. Dili olmayan sömürü ve talan için yaşam alanları ellerinden alınan; yarasa, domuz, tavuk gibi hayvanları suçlamak onlara karşı yapılan katliamları meşru gören anlayışın kendini yaşatmasından başka bir şey değildir.
Şöyle kısaca 300 bin yıllık insan tarihine baktığımızda son beş yılda başlayan devlet-iktidar egemen tarihinden 300 yıl gibi çok kısa bir tarihte tahribatların yaklaşık yüzde yüzü yaratılmış. Bu ve benzeri salgınlar, Sanayi Devrimi denen safsata diyebileceğimiz bir makineleşme ve onun getirdiği doğa-emek sömürüsünün sonucudur. Türlerin tahrip olan yaşamlarının sonucu olarak oluşan tepki ve uyum sağlama süreçlerinin kendi dengelerini bozması ve onların da buna adaptasyonudur. Oysaki bu değişimi ve süreci başlatan egemen sistem olan kapitalizmdir.
Ormanlar yok edilmiş, binlerce tür yok edilmiş, milyarlarcası yerinden yurdundan edilmiş. Orman ekosistemine bağlı birçok tür değişime uğramak ve uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Orman canlılarının yaşam alanı yakılmış, yok edilmiş ve ağaçlar kesilerek endüstriyel tarıma hizmet edecek araziye evrilmiştir.
Yetmemiş kimyasal gübreler toprakları kirletmiş, yaşayan mikroorganizmaları yok etmiştir. Daha fazla ürün elde etmek adına tohumların genetiği ile oynanmış doğal ve sağlıklı tohumların ekilmesi, dağıtılması yasaklanmış, tohum tekelleri kendi iktidarları için cinayetler dahi işlemiştir. Bugün su ve sabunla korunma yönteminde kullanılacak su, yanlış tarımsal sulama yöntemiyle yok edilmiş. Sağlıklı ve içilebilir suya erişim engellenmiştir. Dünyada her beş kişiden birinin bu yaşam hakkı elinden alınmıştır.
Barajlar ve HESler yoluyla yerel iklimlerde değişikliğe gidilmiş ve küresel ölçekte değişime neden olunmuştur. Yetmez, yer altı sularına baraj yapma çalışmaları başlamıştır. Fabrika atıkları fütursuzca akarsulara drene edilmiş, insan ve insan dışı canlı yaşam yok edilmeye çalışılmıştır. Hava, toprak ve su kirliliği, bağışıklık sisteminin çökmesine neden olmuştur.
Beton esas alan kentleşememe politikasını esas alan sistemde kum; akarsuların kirletilmesi su yatağının değiştirilmesine rağmen kentlerin kimyasallarla bezeli çimento-kum esaslı binaların malzeme olmuştur. Kentleşme modeli beton esaslı olup dört duvar yalıtılmış sosyal psikolojik ve fizyolojik hastalıklara uygun yapılmıştır. Yollar, sokaklar hatta kaldırımlar asfalta boğulmuş ısınma ve soğuma dahil bir çok mikroorganizmanın yaşamını bitirmiştir.
Nehirlerin vadi yataklarındaki kır yaşamı, oluşan baraj göletleriyle sulara gömülmüş, tüm canlılar göçertilmiştir. En verimli tarımsal üretim alanları sulara gömülmüş, geçimlik çiftçilerin tarımsal sulama için gerekli suya erişimi engellenmiş, sermaye şirketlerinin tarımsal faaliyetleri desteklenmiştir. Madencilik, turizm ve enerji santralleri kalan tarımsal üretim alanlarına ve ormanlara yapılarak talan ve tahribata devam ediliyor.
Her tarafa Jes, Hes, Res, Ges, Nes yapılmıştır. Ve mümkünse yıldırımlara kurulacak yıldırım enerji santralleri hayallerini süslemiştir. Fosil yakıtların verdiği zararlar kendi imzacı ve finansör olduğu kurumlarca yanlışlığı ispatlanmış, bu yanlışa dair belgeler sunulmuş olsa da kâr payları gözlerini kör etmiştir.
Virüs salgınından kaynaklı kirletmeye ara veren sanayi, uzaydan görülebilen oranda bir havanın temizlenmesi sahillerde uzun yıllardır görünmeyen canlıların su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Doğa milyonlarca yıl var olmuştur ve olacaktır. Doğa defalarca bizi bu konuda uyardı, son salgın son uyarı olabilir, anlayalım artık…
İster insanı ister yarasayı suçlayalım tarihsel süreçlere baktığımızda aşırı kâr ve onu besleyen endüstriyel politikaların sorunun kendisi olduğu çok açıktır. Çözüm de ekolojik bir yaşamdır. Toplumsal ekoloji ilkeleriyle inşa edilecek yaşam doğa insan birlikteliğini esas alan barışık ve dayanışmacı bir yaşam olacaktır. Bu kapitalizmin ilk krizi değil ama sonuncusu olabilir. Er-geç bu ve benzeri bir virüs ya da yeni bir kriz kapitalist sistemin gereğidir. Ve demokratik, ekolojik bir yaşam kazanacak kapitalizm tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.
Can Yücel’i rahmetle anarak bitiriyorum.
“Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, Kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, Kendi yolumu çizdiğimde anladım…”